Bütünsel Bilim Açısından “Bilinç” İçin Bir Deneme - 6. Bölüm (Son)
Bilinç kavramını etimolojik olarak irdelemenin de konuya
yardımcı olabileceği düşünüldüğünde, onun kökten sonraki harflerinin verdiği
anlamı, örneğin kazanç ya da inanç gibi kelimelerinin anlamları ile
karşılaştırmak mümkün. Kazanç dediğimizde anladığımız; elimizde çoğunlukla
maddi olarak bir artı değerin varlığı, inanç dediğimizde bu artı değerin
yalnızca manevi olduğu. “Bilinç” dediğimizde ise sözü edilen ne kadar değer
varsa hepsinin bilinmesinin artı değeri ve anlamsal zemini olduğu.
Bilinen değerler yalnızca bilinen olarak kaldığında,
bilinçli olmanın aşkınsal varoluşu, sonsuz bir karanlığın içindeki tek tek
zayıf ışıklar gibi bir araya gelse de daha kuvvetli bir bilinç ışığı ışığı
oluşturmuyor. Bu oluşamayan kuvvetli ışık ya da aydınlık, bu kaynakların tek
tekliğinden dolayı bu şekilde tecelli ediyor, tıpkı tarihsel ve güncel
toplumsal yaşamlarda bir türlü refah ve tam huzura kavuşamayan insanlığın
kaderindeki bu tarihsel soluk ışıklar gibi.
Son sözler olarak söylenmesi gerekenler şunlar; Bilincin
kompleks biyolojik bir yapı üzerinde yani insan varoluşuna ait sinir sistemi
üzerinde yerleşik olduğu son derece rasyonel bir tespit olduğundan, şimdi onun
bir zigot hücre fenotipinin son şeklinde yer alan bu varlığının belirişini,
potansiyel bir olgunun sıralı edimsel olması ile eşdeğer görebiliriz. Bunu
kronolojik olarak izleyebiliriz, aşamalarını kaydedebiliriz, gelişim
basamaklarını sınıflandırabiliriz, ilk halini ve son halini karşılaştırıp aradaki
gelişimsel farkı ortaya koyabiliriz dahası bir tabula rasa'ya yazılanları göz
önüne kademe kademe serebiliriz.
Ama onun nerede varlık bulduğunu, yani sinir
sistemi yumağına gelmeden önce nerede olduğunu, ilk varlığının nasıl oluşup
potansiyel olarak bir yerde saklı duradurduğunu, kendi içinde mi yoksa başka
bir şeyin içinde mi olduğunu, bulunduğu yerde duruyor mu yoksa yer mi
değiştiriyor olduğunu, kendi ekseninin var olup olmadığını, eğer varsa bu
eksende dönüp dönmediğini, parçalarının olup olmadığını, niçin boyutsuz
olduğunu, aynı anda hem etkin hem de edilgin mi olduğunu, boyutsuz oluşunun
sinir sistemi içindeki yerinin lokalize edilemediğinden mi kaynaklandığını,
insanlık yok olduğunda onun da yok olup olmayacağını, insanlık yok olduğunda
gerçek yerinde durup yeni bir insanlık neslini bekleyip beklemeyeceğini,
“ol”mamış, yapılmamış ve bileşmemiş bir şey olup olmadığını bilemeyiz. Bütün
bunları bir gün bilip bilemeyeceğimizi de bilemeyiz, kaynağının kaynağını,
varoluş nedenini, birleşik yapısının (tek tek insanlarda var olandan başka
olarak) var olup olmadığını da bilemeyiz.
Bilinç güzel bir konu, araştırılması
gereken...Tabii her görüngeden.
Erdoğan Merdemert (17 Mayıs 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder