20 Aralık 2017 Çarşamba

Veri Madenciliğinin Kavramsal Özündeki Anlama Dair Kısa Bir Deneme (Mustafa Özcan, 20 Aralık 2017)


Veri Madenciliğinin Kavramsal Özündeki Anlama Dair Kısa Bir Deneme.

Veri madenciliğinin (*) pratik tarafı ile bir bağlam içinde olmayarak kısaca soyut bir özü olarak belirteceğim şeylerin başında bu konunun 20. yüzyıl son çeyreğinde bilgisayarlaşma ile ortaya çıkan yüksek yoğunluklu bilgi, daha doğru bir terimle veri çığlaşmasına karşı alınmak istenen önlemler talebinin zorlasından doğmuş olmasıdır.
İnsanoğlu artık maalesef bu denli yüksek yoğunluklu veri yığınları ile baş edemeyeceğini anlayınca maddi konfora giden yoldaki ilksel aşama olan madencilikten ismen esinlenerek yüzeydeki “açık işletmecilik” yerine derinlikli “kuyu tipi işletmecilik” şeklindeki yaklaşımından mecazen esinlenmiştir. Böylece yüzeydekiler yerine daha derinlerdeki verilere ulaşarak karmaşık bilgi yığınları bağlamındaki sorunlara bazı geçerli çözümler bulmayı arzu etmiştir.
Şimdilerde bu yaklaşım ile istenmeyen “gang” malzemeyi (gereksiz veriyi) de atarak işin özünü yakalamak amacı ile bilgi üretim sorunlarına çözüm getirebileceğini düşünülür olunmuştur. 
İşin tekniği bir yana, konunun arka plandaki görünüm bu olmalıdır. 
Buna göre insan anlayışı temelinden hareket ile ortaya konulmamış bu tür bilgisayar tekniğinin berimsel (kompütasyonel) kökenli büyük problemlere (problematiklere) çözüm bulma yaklaşımları sadece yaraya merhem sürmek olmaktadır! 
Esasen artık olması gereken, insan zihni bağlamında anlayış değişikliğinden kaynaklanan bir yaklaşımdan hareketle holistik ve kalıcı çözümler getirebilen bilgi yaratım yöntemlerin üretilebilmesidir!
Mustafa Özcan (20 Aralık 2017)
______________



5 Aralık 2017 Salı

"BİR" İÇİN FELSEFİ VARGI - Erdoğan Merdemert

“Bir” için felsefi vargı: Soyut ya da somut ama ne düşünsel ne de özdeksel parçalardan oluşmamış, çok küçük ya da çok büyük, ölçülemeyen, niteliği ve niceliği olmayan, uzay/zamanda olan veya uzay/zamanda olmayan, elektriksel bir yükün çevresindeki uzayda bir elektriksel alanı olmayan veya kendisi böyle bir alan içinde bulunmayan, titreşmeyen, herhangi bir dönüşü/spini bulunmayan, tamamen duraduran, ne kendisi ve ne de başka bir şeyin etrasında dönmeyen, bir çekim alanına hiç girmemiş, bir uzay zaman bükülmesine hiç maruz kalmamış ve kalmayacak olan, etrafı, kenarı, içi, dışı, çevresi olmayan, kavramının nesnel olması gerekmeyen çünkü bir kavramı da olmayan ve nihayet kendisine kısaca “bir” dediğimiz dolaysız şey (şey sözü kavramı olmayanı imlediği için burada kullanıldı). Şimdi düşünün ki o şey; yoğunluğunu oluşturan bütünlüğünün yapısında, bölünemeyen bilinmez/aşkınsal bir özellik taşıyor, onun bilinmezliği öznel bilememe etkinliği yani daha açık olarak us dışılığı, us'a gelmeme, us'un yeteneklerinin ötesinde olma, usta gömülü bir sezgisinin bulunmaması şeklinde. Şimdi onun bu tarifinin ancak varlık tarafından ele alınmasının dışında başka bir yol olmadığından, zorunlu olarak o yüklemine karşılık gelen şekilde özne, ama tüm nesnelerin nesnesi olması gerektiğinden de salt nesnel olması gerekir (dilbiliminin başka çaresi olmadığından). Tüm zamanların felsefesinde ve tüm dünyanın felsefelerinde, dinde, meditasyonlarda, nirvanada, püritenlikte, sufizmde aranan “bir” bu bir'dir. Böyle tözsel bir “bir” güç içerir mi, o gücün kendisi midir, maddenin ve enerjinin ilk varlığı o mudur, o yaratır mı veya yaratılmamış olanın kendisi de o mudur, yaratılmamış olmak onu bilememenin kesin şartı mıdır ya da bilinemez olarak sonsuzlukta kalması kendisini tüketmeme anlamına mı gelir?

Erdoğan Merdemert 04.12.2017

1 Aralık 2017 Cuma

BİREYCİLİK VE BENCİLLİK ÜZERİNE İKİ ÖRNEK OLAY - Timur Otaran


1. Sydney'e yerleşen oğlunu ve torununu ziyarete gelen emekli öğretmen,  torunu ile parkta yürüyüşe çıkar. Eve dönüşte öğretmenin, 'Bugün torunum bana bir hayat dersi verdi.' demesi üzerine evdekilerin, '5 Yaşındaki çocuk, 60 yaşındaki dedesine nasıl hayat dersi vermiş  olabilir?' diye soran bakışlarına yanıtı ise, 'Arkamda yürüyen torunum,  bana hiç bir şey söylemeden attığım sigara izmaritlerini yerden  toplayıp çöpe atıyormuş.' olur.

2. Apartman toplantısında bir ev sahibi,  yöneticinin ortak paraları kendi çıkarları için kullanıp kullanmadığını sorgular. İri yarı komşu 'Sen kimsin ki, bana bunu söyleyebiliyorsun? Çık dışarı.' diye bağırır.  Toplantıya katılanların bu olaya sessiz kalması üzerine, adam toplantıyı terk eder.

Her insanda potansiyel olarak bulunmakla birlikte, ancak belli şartların olgunlaşması ile ortaya çıkabilen birey oluştan, bilgi ve akıl ile arzularını dengeleyebilen,  seçenekleri olan, kimseye biat etmeyen ve en önemlisi, kendi sorumluluğunu üstlenen insanı anlarız. Bireycilik ve bencillik kavramlarını açıklamak amacı ile biri gerçek, biri kurmaca  iki örnek olayı irdelerken bu yazıda kullanılan toplum kavramını, yurttaş toplumu anlamında kullandım.

Birinci olaydaki 'Emekli öğretmenin bilemeyip de torunun bildiği şey nedir?' sorusuna verilen yanıt genellikle çevre temizliği olmaktadır. Halbuki, temizlik anlayışı, çok daha derin bir ayrımın görünen yüzüdür. Dedenin izmaritleri yere atmasını mümkün kılan şey, parkın hiç kimseye ait olmadığı, yani bir toplumsal alanın var olmadığı kabulüdür. Torun ise, parkın herkese ait olduğunu ve herkes gibi kendisinin de onunla ilgili sorumluluğu üstlenmesi gerektiğini bilir. O, kimsenin görevlendirmediği bir işi gönüllü olarak yaparken, dedesinin anlayışsızlığının mahcubiyetini sessizce taşır.  Cemaat düzeninin alışkanlıklarını taşıyanlar, toplum kavramına uzak dururken,  yurttaş toplumunda yaşayanlar, kimse söylemese de, herkese ait olanı koruyan bir toplumsal sözleşme olduğunu bilirler.

İkinci örnekte, mahalle baskısına karşı fikrini söyleyen kişi  bireysel bir çıkış yapmıştır, ama iri yarı komşu onu dışarı atarak, bireyi silmiştir. Bundan daha önemli olan olgu ise, diğerlerinin buna sessiz kalmasıdır. Böylece, bireyin ortadan kalkmasına razı olunması ile birlikte ortadan kalkan ikinci bir şey daha vardır ki, o da toplumdur. Olaya sessiz kalanların bir toplum oluşturma özelliği de kaybolur. Onlar, başlarında bir çoban olmaksızın yaşamadıklarından, cemaatin ötesi bir düzeni düşünemezler.

Bu durumun aşılması ancak yeterli sayıdaki insanın kendi bireysel istencini diğer bireylerin istencinde bulması ile mümkün olur. Nicel birikim ile gelen nitel değişim, düzenin karakterini  korporatiften kooperatif yapıya çevirir . Bir kişinin istencinin hakim olduğu düzenden, herkesin istencinin hakim olduğu düzene geçebilmenin şartı,  insanların toplumsal olaylara seyirci olmayı bırakıp, üzerlerine düşen sorumlulukları üstlenmesidir. 5 yaşındaki torunun yaptığı da budur.

Bencilliğin tanımı, insanın kendi çıkarı için çalışması değil, başkasının çıkarı için çalışmamasıdır. Söz konusu olaylarda ortaya çıkan bireysel davranışlar, birey-toplum diyalektiğine holistik açıdan bakarak, kendi çıkarını diğerlerinin çıkarları üzerinden gerçekleştirmeyi amaçlar. Bunun yapılmadığı durumda, birey oluş hem teoride hem de pratikte çöküşe geçer.  İnsanlar çareyi, bir cemaatin üyesi olmakta bulurlar.

Bireyselliğin bencilliği getirdiği fikrinin hem sağda, hem solda destek bulduğu yerlerde, kimileri Batı kültürünü sorumlu tutarken, diğerleri kapitalizmi suçlar. Bireyselliğin kaynağını Batı liberalizminde görmek mümkündür. Fakat, bencilliğin her çağda ve ülkede var olmuş olduğunu  göz ardı edemeyiz. Diğer yandan, bireyselliğin arttığı ülkelerde yurttaşlar arası güven endeksinin yükseldiği bilinmektedir.  Kaldı ki, birey oluşun, bencilliğin alanını daraltmak gibi bir görevi vardır. Bu görevi fark etmemenin veya sorumluluktan kaçınmanın ardında yatan değerler sistemini hep birlikte sorgulayalım.

Timur Otaran - 01.12.2017