26 Ağustos 2016 Cuma

Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xxııı- (Mustafa Özcan, 26 Ağustos 2016)


Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xxııı-

Bu makalede, modern tarihteki toplumsal yenileşme hareketleri olarak Aydınlanma (*) ve Lale Devri’nin (**),Yeniçağ’ın iki uygarlık kutbu olan Batı ile Osmanlı’da soysal tarih bağlamında doğurdukları zıt sonuçlar, holistik (bütünsel, özsel) tarih için olabilecek bazı paradigmik ilkelerin çıkarılması yönüyle ele alınacaktır.

Bu kapsamda konuya bakıldığında, Lale Devri’nin, Osmanlı ile Batı-Orta Avrupalılar arasında 16. Yüzyıl’dan itibaren uzun süren bir “dar-ül harp” savaşları sonrası ilk çatışma dışı barış döneminde her bir tarafta paralel zamanlı olarak ortaya çıkmış olan modern-ilerlemeci iki küresel değişim girişiminden Doğu toplumunda olanı olduğu görülür.  

Bu bakımdan, Osmanlı için ilk modern tipteki yenilik hareketi olmasından ötürü büyük tarihsel öneme sahip olan bu döneme zevk-ü sefa yakıştırması yapılmış olmakla birlikte, sonradan Cumhuriyet Türkiyesi’nde, o zamanlar medeni olmayı temsil eden lale çiçeği yetiştirme işinin yaygınlığı nedeni ile Lale Devri denmiştir. Tek bir lale soğanının 500 altına satılması o dönemde çiçek yetiştiriciliğine, dolayısıyla da medeni olmaya atfedilmiş simgesel değeri göstermesi bakımından dikkat çekici bir olgudur.

Lale Devri kronolojik tarihçilerce Avusturya-Osmanlı arasında 1718’de yapılan Pasarofça Antlaşması ile oluşmuş barış ortamında başlayan bir hareket olarak görülür. Ancak buna karşılık, konuya sosyo-tarihsel görüngeden bakıldığında, esasen döneme başlangıç hazırlayan olgunun Sultan III. Ahmet’e 1711’de Topkapı Sarayı’nın bahçesine medenileşmenin simgesi olarak lale çiçeği ektiren modernist anlayış olduğunu belirtmek çok daha yerindedir.

Altı yüzyılı aşkın sürmüş bir imparatorluk ömrü için çok kısa olan bu dönemde, toplumda pek çok yeniliğin ve imar işinin yoğunlaşmış olarak gerçekleştirilmiş olduğu bilinmektedir. Ancak bunların içinde en önemli yenileşmeci olay, topluma bol kitap basımı ile dünyevilik kazandırmak isteyen İbrahim Müteferrika’nın 1726 yılında ilk matbaayı kurmasıdır.

Bu girişimle, yoğun mekanik basım tekniği sonucu sağlanacak yaygın kitap okunuşu sonucu geniş tebaa kesimlerinde dünyevi sekülerliğe giden yolda ilerlenmiş olacaktı. Böylece de herhalde, uzun dönemde etkili olabilecek yenileşmeci bir düşünce çığırı için bir başlangıç yapılabilmesi amaçlanmıştı. Hareket, bu yönde gelişen yenilik ve modernleşme kimliği doğrultusunda bir müddet sürdükten sonra 1730 Eylül’ünde Patrona Halil (***) tarafından başlatılan gerici isyan sonucunda hüsranla son bulmuştur.

Oysa bunun paralelinde, o sıralar Avrupa ve Kuzey Amerika toplumlarında yaşanmakta olan, oralardaki sosyal yapıları bir daha geri dönülmemek üzere değiştiren bir olgu olarak Aydınlanma Hareketi, Dünya’nın tüm geneli için olağan üstü öneme sahip, en uzun süreli sosyal değişim kimliği ile kültürel tarihin kaydına geçmiştir.  

Aydınlanma Çağı kronolojik olarak Rönesans ve Reform dönemlerinin ardından 1688’deki İngiliz Devrimi ile başlayıp 14 Ağustos 1789’daki Fransız Devrimi ile sonlanana dek bir asır sürmüş bir zaman dilimini kapsamaktadır. Aydınlanma, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere pek çok ülkede sosyal yapıların çeşitli yönlerinde bugünlere dek süren keskin değişimler yaratmış olan küresel olaylar zinciridir. Dolayısı ile de Aydınlanma, bu durumu nedeni ile sosyal bilimler alanında en bilinen terminolojik tanımlamalardan biri olarak yer tutmuş olup hareketten de öte, tarihsel olarak Batı için semavilikten dünyeviliğe dönüşüm yaratan çağın adıdır.

Bu dönüşümün arkasında bundan beş yüzyıl önce 31 Ekim 1517’de Almanya’da Martin Luther tarafından başlatılan tüm Kuzey Batı Avrupa ülkelerinde (bugünkü Protestan ülkeler) kilisenin toplum üzerindeki etkisinin kesin bir şekilde azalmasını başarı ile sağlamış olan Protestan Reform Hareketi bulunmaktadır.

Batı’da Reform Hareketi‘nin sürdüğü o dönemde Osmanlı, reform yerine yönetim katında dinsel işlerde daha da koyulaşma yaratacak olan Mısır Seferi işi ile meşguldü.
Böylece de tarih, Osmanlı tebaası için değişim göstermek yerine, bir kere daha dinsel yapının eş ve aynisi olan, hatta koyulaşan temelinde tekerrür eden tarzda sürme şeklinde ilerleyen bir sonraki safhasına girmiştir.

Öte yandan, Lale Devri’ni başlatan anlayışa zemin hazırlayan Topkapı Sarayı bahçesine simgesel de olsa lale ekiminin yapıldığı 1711 yılı, bu olayın yanı sıra Dünya Tarihi’’nde başka coğrafyalarda ortaya çıkan eş zamanlı gelişmeler bakımından son derece yoğun bir yıldır. Rusya’nın dünya sahnesinde yer almasına olanak veren Prut Savaşı, İngiltere’nin emperyal oluşunu hazırlayan Dominyon Bakanlığı’nın kuruluşu hep 1711’e tarihlenmektedir. Sanki görünmeyen bir el, uzun dönemde dünya siyasi sahnesinde dengeleri yeniden düzenlemek üzere devreye girmiştir.

Bu bağlamda, Büyük Britanya önceki Başbakanı’nın 2011 yılında İngiliz emperyal yaklaşımının tarihte dünya halklarından -belki de çektirdiklerinden dolayı olsa gerekir- özür dilemesi her halde bu (Dominyon Bakanlığı’nın 300. Kuruluş Yılı) nedendendir.

Mustafa Özcan (26 Ağustos 2016)
________________________

Not: Devam edecektir.


2 Ağustos 2016 Salı

Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xxıı- (Mustafa Özcan, 2 Ağustos 2016) (*)


Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xxıı-

Osmanlı Tarihi’nden paradigmik ilkeler çıkarsamak amacı ile bu dizide şimdiye dek özsel tarih hakkında yaptığım irdelemelerde değindiğim kolonyalist ve fetihçi şeklindeki iki kavramı, en genel disipliner alanlar olan sosyal bilimler ve hümanitelerin sosyo-psişik kavramlar çerçevesinde bir değerlendirmeye tabi tutmak bazı paradigmik ipuçlarının ortaya çıkmasına yol açacaktır sanırım. 
Konuyu bu bağlamda ele alırsak, ilk aşamada, özsel tarihte daha önce karşıt emperyal ilişkileri temsil eden kavramlar olarak kolonyalist ve fetihçi diye tanımlanmış olan bu ikili kavram çiftinin ilişkide olduğu sosyo-psişik çerçeve içindeki yerlerinin şu iki ana kavram ulamı kapsamında bulunabileceğini görürüz: 
Bu ulamlar ilk kez, Alman sosyoloğu Ferdinand Tönnies tarafından sosyal yapılarda mevcut iki temel gruplaşmayı belirtmek üzere topluluk ve toplum (cemaat ve cemiyet veya Almancası “gemeischaft” ve “geselschaft”) şeklinde yapılmış kavramsal tanımlamalardır. 
Nitekim Tönnies 1887 yılında yayımladığı “Gemeischaft und Geselschaft” adlı sosyoloji kitabında “geleneksel” nitelikli yerleşimler olan ‘köy’, ‘mahalle’ ve ‘semti’ temsil eden sosyal gruplaşma olgusunu özlerindeki kırsal niteliğinden dolayı topluluk ve bunun “modernleşmiş” sosyal yapıdaki diyalektik karşıtı olarak bütünsel kent olgusu zemininde yurttaş sosyalliğine erişmiş gruplaşmayı ise toplum olarak terimleştirmiştir. 
Öte yandan Ferdinand Tönnies yaptığı bu girişim ile yepyeni eytişimsel bir çift şeklinde sunduğu sözü edilen dikotomik ulamsal kavramlaştırmayı sosyal bilimler literatürüne paradigmik düzeyde dönüştürücü bir etkililikte sokmayı da başarmıştır. 
Böylece şimdi bu bağlamdaki emperyal düzen olgusunu bu kez, Yakınçağ’ın tarihsel yörüngeleri görüngesinden bakarak ele alıp irdelersek Doğu’yu temsil eden Osmanlı emperyal anlayışının toplulukçu (cemaatçi), Batı’yı temsil eden İngiliz emperyal anlayışınınsa toplumcu (cemiyetçi) bir karakter taşıdığını görürüz.
1711 yılında Dominyon Bakanlığı’nı kurarak bu tarz kolonyalist emperyal bir yaklaşımı tarihte ilk kez küresel çapta uygulamaya geçiren İngiltere’ye karşılık ayni yıl yenileşmede başarısız bir hareket olan Lale Devri sürecini yaşamaya başlayan Osmanlı için Batı’daki bu olay söz konusu yenilikçilik hareketi için bir neden teşkil etmiş olmalıdır.  
Şimdi de iki emperyal kutup arasındaki durumu tarihsel olarak izleyen olaylar ve gelişmeler bakımından irdelersek Batı’nın gösterdiği bu evrensel ilerleme ve kalkınma süreci Doğu’nun iyiden iyiye etkisizleşmesine neden olmuş olduğunu saptarız. Tarihin devamında Doğu karşısında gelişmişlikteki uçurumun sürekli artması sonucunda da Batı Dünyası, 20. yüzyıl’da, küresel nimetlerin bölüşümünde kendi aralarında ortaya çıkan anlaşmazlıklar sonucu karşılıklı olarak saldırganlaşmış, bu ise tüm insanlıkça yeryüzünde yaratılmış toplam maddi değerin beşte üçünü yok eden iki bölüşüm savaşına kaynaklık etmiştir.
***
Konunun tarihsel açıdan irdelenmesinden sonra gene bu bağlamda ancak daha  temel düzeyde bireye egemen olan sosyo-psişik durumlar bakımından ele alınmasına gelelim. 
Bu kapsamda, bireylerin ortak tutumları olgusu doğrultudan hareket ile ortaya çıkıp sosyal yapılaşmayı etkileyen iki ana kutupsal davranış eğiliminden söz etmek olanaklıdır. Bunlar antropolojik olarak insanoğlunun en derininden kaynak alıp beliren sosyo-psişik yapılardaki eşitlikçi ve baskınlıkçı eğilimlerdir.
Baskınlıkçı eğilimin harekete geçmiş şekli olan sosyal baskınlık yönelimi ise aşağıdaki bağlantıdan (**) alıntılanıp yaptığım eklemelerle özetlenen bir paragraflık değerlendirmeye göre bireyler için şöyle bir genel özelik ortaya koyar:  
“Sosyal baskınlık yönelimi yüksek olan bireyler; değişik gruplar ve grup üyelerinin sosyal statüleri arasındaki farklılıkları korumayı, hatta bu farklılıkları artırmayı isterler. Tipik olarak bu bireyler; baskın, hırslı, dirençli olurlar ve daima güç arayışı içindedirler; bunun sonucu olarak da paralelinde hiyerarşik grup yönelimlerini tercih ederler. Dünyanın kurtlar sofrası veya insan insanın kurdu olduğu inancına bağlıdırlar.” 
Bu değerlendirme toplulukçu (cemaatçi) yapılarda yetişecek olan insan ırasını aşikâr olarak betimlemektedir. Buradan hareket ile de cemaatçi toplum yapılarının kul niteliğine iye insan yetiştiren yapılar olduğunu açıkça söyleyebiliriz! Oysa eşitlikçi eğilimin egemen olduğu mümkün olduğunca hiyerarşiden kaçınan bireylerden oluşan toplumsal yapılarsa kul yerine özgürlükçü insana kaynaklık ederek çağdaş yapıda bir yurttaş toplumu ve devamında demokratik düzen oluşturmak yolunda ilerler.

Mustafa Özcan (2 Ağustos 2016)
_______________