Nereye Gidiyoruz?
Pareto, sosyal
antlaşma eserinde, insan eylemlerini, mantıksal ve mantıksal olmayanlar olmak
üzere iki sınıfa ayırır. Amacında birleşen, hem öznel hem de nesnel olan
eylem mantıksal, diğer tüm eylemler mantıksal değildir. Mantıksal olmayan
eylemlerin mantıksal bir sonu olmayabilir, sadece öznel olarak mantıksal bir
sonu, yalnızca nesnel olarak mantıksal bir sonu veya amaç amaca uymasa da öznel
ve nesnel olarak mantıksal bir sonu olabilir. İnsan toplumlarında,
mantıksal olmayan eylemler daha çoktur ve önemli bir yer tutarlar. Günümüzde
şiddetin her yerde, artarak geldiğini, parkta, evde, otobüste yaşandığını
görüyoruz. Bıçaklanmaya, sakat kalmaya, ölüme kadar ulaşan eylemleri yaşıyoruz.
Neden bu haldeyiz, nereye gidiyoruz? Toplumda, korku kültürü, şiddeti üretiyor
adeta. Yaşadığımız ortamda eksik olan, bir insanın kendini güven içinde
göremediğidir. Kişinin kendini güven içinde hissedebilmesi için birey olması
yetmez, gerek de yoktur, kişinin dayısı,
arkası olması yeterlidir.
Korku
kültüründe güçlü olan haklıdır. Değerler kültüründe ise haklı olan güçlüdür.
İlişkilerde, günümüz kültürü maalesef sen
kimsin le başlıyor. Bireyin, düşünce ve duyguları önemli değildir. Mevki,
makam, güç sahibi insanların duyguları değil düşünceleri önemlidir.
Anlaşmazlığın, şiddetin nedeni birey olamamaktır. Burada insanın, sosyal
kimliği ve doğası - özü işin içine giriyor. Dünyaya bakış tarzı, duygular,
aldığı eğitim, yetiştiği aile. Kişinin o, özünü, dikkate almadan, sadece sosyal
kimliğe değer verirsek, öz, öfke
içinde rahatsız olur. Toplumu yönetenleri bu gözle incelememiz doğru olacaktır.
Öz, aldığı görevi kabul etmemiş, kendine uygun bulmamışsa çamlar devirecek,
konuşurken bağıran, asık suratlı, tersi durumda da, görmeye hasret olduğumuz,
güler yüzlü, şaka yapan, konuşurken bağırmayan, sakin, pürdikkat dinleyen
olacaktır. Doğuştan böyle olmayan insan, içinde yetiştiği aile ve içinde bulunduğu
sınıf ortamında güdülür, şekil alır. Bir insanın ruh sağlığının kökleri bu iki
ortamdadır. Erich Fromm "Kendi yaşamında
var olamayanlar, dünyadaki bütün savaşların ve kötülüklerin temelinde yatar" diyor. İnsan toplumsal bir yaratıktır, var olmak için yaratılmıştır. Kendi var
oluşunu bilmeyen insan isteksiz, şüpheci, umutsuz ve öfkeli olur. Hiçbir şey
onun yerini dolduramaz, sürekli daha çok sahip olmak ister. Toplumda iki
kültürden bahsedebiliriz. Biri dünyanın en eskisi olan korku kültürüdür. Güçlü olduğun kadar varsın, güçlü olamıyorsan,
bir gruba katıl, güçlüysen tepede olursun, mafya kültürü bu. Hiyerarşide yerini
bilir, ona göre davranırsın. Osmanlıdan günümüze, yaklaşık iki asır boyunca
artısıyla, eksisiyle değişmeyen, ancak değişmesi gereken bir korku
kültürü. İnsanlar tanıdık değillerse, taraflar birbirlerini
rakip olarak görürler. Korku kültüründe,
eşitlik, iki eşit insan ilişkisi yoktur.
. .
. . . . .
Önemli miyim –
ötekileştiriliyor muyum – değer veriliyor muyum – güveniliyor muyum – seviliyor muyum – hem ait hem de özgür
biri miyim?
Toplantılarda yüz ifadelerine bakarak, kimin patron olduğunu anlamak
mümkündür. Güçlü olmayı güler yüzle değil, öfkeyle idare edersin. Giyim, kuşam,
takı gücü göstermede etkindir. Üniversitede, on dokuz yıl asistan olarak kalmış
bir profesör, bunun acısını, gelecek yıllarda öğrencisinden, kendi asistanından
çıkartır. Öfke ile var edebilmekte, dikkate alınacak biri olmaktır. Hayvanlara,
engellilere yapılan eziyetler, serviste - AVM de alışverişe giden annenin
çocuğunu, araçta unutması, bırakması gibi haberlere çok kolay ulaşıyoruz.
Ailesinde sevgi görmemiş, şiddete-tacize uğramış, dışlanmış, acı çektirilmiş,
itilip kakılmışlığın hedefi olanlar, farkında olmadan toplum yumağının bir
parçası olurlar. Toplum olarak ektiğimizi biçiyoruz. Nereye gidiyoruz, at
iziyle it izini mi karıştırıyoruz, düşünmemiz gerekiyor, olaylardan ders
çıkarmak, değer yaratmak bir yaşam tarzımız olmalıdır.
İşte toplumdaki ikinci kültür de değerler
kültürüdür. Korku kültüründe denetleme vardır. Dişlerini fırçalamayı, trafikte
emniyet şeridi kullanmamayı, alışkanlık,
bir yaşam tarzı haline getirmek yaşantımıza – toplumumuza değer katmaktır.
Korku kültüründe, yönetim
kademelerinde de korku vardır. Korku kültüründe, soru sormadan kabul etmek,
itaat edilmekten gelen bir güven duygusu vardır. Tarih boyunca insanlar
özgürlüğü değil, hep güveni tercih etmişlerdir.
Korku kültüründe devlet, vatandaşın
sahibidir, otorite, bireyin gelişmesini istemez. Bireysel farklılıklar,
farkındalık en büyük tehlikedir. Soru
sormak, sorgulama yapmak istenmeyen durumdur. Başkalarını eleştirmek yerine
birey kendini yetiştirmekle, değişim için ilk adım atılmış olur.
Bizim kültürümüzde, birey olma zayıf,
ait olma güçlüdür. Batıda ise birey olma çok güçlü, ait olma zayıftır. Bunun
doğrusu ait olma ve birey olmayı dengede tutabilmektir. Manevi değerlerimizi
kaybetmememiz lâzımdır.
Kendi Özünde var olmayan insan, sevginin
anlamını kavrayamaz. Sevgiye muhtaç insanlar, sağlıklı sevemez, doğası gereği
şefkati anlayamaz.
Kişinin özünde oluşan birikim, değerler
onun doğruları, vicdanıdır. Gittiğimiz yolda
sanat, sosyoloji, psikoloji, mantık, felsefe, resim, geometri, fizik, kimya,
biyoloji yoksa bütünsel bilgiden uzaksak, derinlerde işimiz olamaz, sığ
düşüncelerle ancak yakın sahil kaptanı oluruz!
Derleyen Yavuz Özler (15 Ağustos 2021)