Otokrasi ve Bilim, Rusya Örneği
Otokratik
yönetimlerin hakim olduğu ülkelerde, bilimsel ve teknolojik gelişmenin desteklendiğini
veya tam tersine, zarar gördüğünü gösteren örnekler verilebilir. Rusya her iki
yönde de örneklerin bulunduğu bir bilim tarihine sahiptir. “Deli” Petro ve
Stalin dönemlerini yaşamış bir ülke bugün de Putin döneminde otokrasi ve
bilimin gelişmesi arasındaki ilişkilere sahne olmaktadır.
Rusya 18inci
yüzyıl başlarına kadar bilimde sözü edilen bir ülke değildi. Daha çok geri kalmış
bir tarım toplumu olarak nitelendirilebilirdi. Rusya’nın bilim ve teknolojide
Dünya düzeyine çıkması, bizim “Deli” Petro dediğimiz, ama Rusların ve diğer batılıların kendisine
“Büyük” Petro dediği, Çar Piyotr Aleksiyeviç Romanov (1672-1725) zamanında
başlamıştır.
“Deli”
Petro 1696’da tam yetkiyle hükümdar olmasından az sonra, bilimin ve eğitimin
önemini öne çıkaran devrimsel kararlar almaya başladı. Rusçanın yazıldığı Kiril
alfabesini geliştirerek dil/yazım standardı getirdi. İlk kez Rusça gazete çıkmasını
sağladı. Rusya’da ilk bilimsel dergiyi
çıkarttı. Evrensel
klasikleri Rusçaya çevirtip yayımlattı. Avrupa'nın en önemli kütüphanelerinden birini kurdurttu. Uzay gözlem
enstitüsü, botanik bahçesi, müze, basımevi, sanat atölyeleri, ilk hastane ve
ilk tıp fakültesini kurdurdu.
Bütün
asillerin, bürokratların ve devlet çalışanlarının 10-15 yaş arası çocuklarına eğitimi
zorunlu kıldı. Okuma yazma yanında eğitimde matematik, geometri ve fen
bilimlerine ağırlık verdirdi. Sınav sistemi kurarak sınavları geçme mecburiyeti
getirdi.
Petro,
Avrupa’nın bilimde neden ilerlediğini yakından izlemek üzere gezilere çıktı. 18
ay boyunca Almanya, Fransa, Hollanda, İngilere’de tersaneleri, üniversiteleri, askeri
tesisleri gezdi. Oralarda sanayici ve bilim adamlarıyla tanışıp görüştü. Ünlü
Alman bilimci Leibniz ile ilişkisini hiç kesmedi. Onun tavsiyesiyle St
Petersburg Bilimler Akademisini ve St Petersburg Devlet Üniversitesini kurdu.
Avrupa'nın en önemli bilim adamları davetle Rusya'ya geldiler. Akademiye
katılan yabancı bilimcilere üç katı fazla maaş verildi. Petro, Bilimler
Akademisinin yönetimini akademisyenlere bıraktı. Akademinin üyeleri ve
başkanları, Çarın bir müdahalesi olmadan Akademide yapılan oylamayla seçilir
oldu.
Bilim
dışında sivil alanda da devrimsel kararlar alan Petro, bir takım sosyal
reformlara imza attı. Kamu çalışanları arasında kıyafet devrimiyle batılı
kıyafetleri zorunlu yaparak kamuda kıyafet birliği sağladı. Ayrıca onların
sakal bırakmasına karşı ağır sakal vergisi koyarak kıyafet birliğini pekiştirdi.
Takvim devrimi yaparak Avrupanın
kullandığı Jüliyen takvimini resmi takvim yaptı. Kadınların kendi rızaları olmadan evlendirilmesini,
aile içi şiddete ve geçimsizliğe yol açıyor diye yasakladı. Belki de en
önemlisi Rus kilisenin siyasete müdahalesine son verdi. Kilisenin yönetimini
patriğe değil kendi atadığı 10 kişilik kurula bıraktı.
Petro’nun reformları meyvalarını kısa sürede vermeye başladı. Rus bilimciler
18. ve 19. yüzyıllarda bütün pozitif bilim dallarında (fizik, matematik, kimya,
biyoloji, havacılık, astronomi) önemli keşiflerde bulundular, Dünya bilim
literatüründe ön sıralarda yer aldılar. Devrimlerin yarattığı bu durum 20.
yüzyılın ilk yarısına kadar sürdü.
Lenin’in
ölümünden sonra 1924 yılında Sovyetler Birliğinin başına geçen Stalin (1878-1953),
gelmiş geçmiş en zalim diktatörler arasına adını yazdırmıştır. Kendisine rakip
gördüğü her kesimden milyonlarca kişiyi hapsetmiş, Sibirya’ya çalışma
kamplarına sürdürmüş ve öldürtmüştür. Baskıcı yönetimin bilim alanına müdahale
etmesi, bilimi tamamen resmi devlet ideolojisi ile uyumlu, resmi görüşleri
destekleyen bir kurum haline sokmuştur.
Resmi
ideolojiyle uyumlu olan, başta fizik olmak üzere bazı alanlardaki destekler,
bilim aleminde önemli gelişmeler sağlamayı sürdürmüş, ancak, resmi görüşlere karşı
çıkan bilimciler mesleklerinden olmuşlar, hatta hayatlarını kaybetmişlerdir. 1930’lu yıllarda Stalin’in
diktası altındaki Sovyetler Birliğinde, onun bilimsel düşünceyi kontrol altına
alma çabaları, köklü bir bilim geleneğine sahip bu ülkenin ABD ve Avrupa
karşısında nasıl geri kaldığına bir neden olarak da gösterilir.
Stalin’in
baskısının en güzel örneği, ya da hazin öyküsü, biyoloji ve genetik alanında
olmuştur. Stalin yanlısı biyolog Trofim Lysenko, Darwin ve Mendel genetiğini
burjuva yarıbilimi olarak niteleyip Fransız biyolog Lamark tarafından öne
sürülen görüşleri savunduğunda, Stalin onu överek resmi biyolojiyi ona
dayandırdı. Lamark 19. yüzyıl başlarında, özetle ifade edersek, anne babadan
çocuklarına geçen özelliklerin, genetik geçmişten değil anne babanın yaşam boyu
edindikleri eğitim ve deneyimden geldiğini iddia etmişti. Oysa Darwin ve
Mendel’in keşifleriyle Lamark’ın öne sürdüğü fikirler Avrupalı biyologlar
tarafından terkedilmişti. Ancak komünist ideolojiye daha uygun düştüğü için Rusya’da
resmi devlet bilimi oldu.
Bir başka
Rus biyologu olan Nikolai Vavilov ise, Lysenko’ya karşı çıkıyordu. Bugün artık
büyük Rus biyologu olarak anılan Vavilov, Avrupa’da da çalışmış, Sovyetler
Birliği Tarım Bilimleri Akademsinin Başkanlığını yapmış, Dünya’nın birçok
ülkesini dolaşarak topladığı tohumlarla zamanında Dünya’nın en büyük tohum
bankasını kurmuş, tohumların kökenleri konusunda yaptığı çalışmalarla
uluslararası üne kavuşmuş bir bilimciydi. Ancak biyoloji alanında resmi devlet
politikasıyla ters düştüğü için yargılandı. Önce ölüme mahkum edildi. Sonra cezası
ömürboyu hapse çevrildi. 1943’te hapisanedeyken açlıktan öldü.
Fakat
Vavilov öyküsünün asıl acı tarafı Sovyetler Birliğinde yaşanan kıtlıklar oldu.
Tohumların iyileştirilmesi başta olmak üzere Vavilov’un tarımla ilgili önerileri
bir kenara atılıp Lysenko’nın önerileri itibar görünce Sovyet tarımında
verimsizlik ve düşük kalite yıllarca sürdü. Olan halka oldu.
Stalin
döneminde ağırlıkla baskı altında olan sosyal bilimler olsa da matematik de baskılardan
nasibini almıştır. Matematiğin ve istatistiğin temel yasalarından sayılan büyük
sayılar yasası ve rasgele dağılımlar teoremleri, resmi planlamalar ile verilerin
uyuşmadığını gösterince resmen “yanlış kuramlar” olarak nitelenmiş, bunların
doğruluğunu savunan tanınmış matematikçiler Kolmogorov ve Slutsky, ısrar
etmeyerek çalışmalarını başka
alanlara kaydırmak zorunda kalmışlardı. Bilahare bazı verilerin kuramla
uyuşmasını sağlamak için değiştirildiği de ileri sürülmüştür.
Bir başka
ilginç öykü de “Big Bang” kuramcısı, ilk Sovyet siklotronunun tasarımcısı büyük
fizikçi Gamov ile ilgilidir. Gamov ve eşi resmi yollarla ülke dışına çıkamadığı
için gizli yollardan kaçmaya karar verirler. Karadenizin kuzeyindeki Odesa
kentindeyken kürek çekerek, rüzgar ve akıntıların da yardımıyla Türkiye’ye varabileceğini
hesaplar ve birlikte bir sandalla yola çıkarlar. Ancak çok geçmeden kötü hava
koşulları da bastırınca bu işin olanaksızlığını anlayıp geri dönerler.
Stalin’den
sonra Khruschev döneminde (1953-1964) bilim üzerindeki baskı önemli ölçüde kalkmış
sayılır. Fakat Brezhnev döneminde (1964-1982) gene bazı olumsuzlukların
yaşandığı bilinmektedir. Gorbachev’in döneminde ise (1985-1991) glasnost ve perestroike
politikaları ile Rusya’da bir açıklık ve serbesti ortamı doğdu ve bunun
sonucunda 1991 devriminin de yolu açıldı.
1991’de
Sovyetler Birliği çöktükten sonra gelen serbesti ortamıyla yeni devletin
yönetiminde başgösteren kısa süreli de olsa bir kargaşa içinde bilim ve
teknolojiye destek büyük ölçüde azalınca, bilimcilerin önemli sayılarla ülke
dışına çıktığı görüldü. 1990lı yıllarda Amerika ve Avrupa’ya giden bilimci
sayısının 30 000 kadar olduğu tahmin edilmektedir.
2000’li
yıllarda tekrar ekonominin düzelmesi ve devlet düzeninin yerleşmesiyle bilim ve
teknolojiye destekler arttı. Hükumet bilimcilerin geri dönüşünü teşvik için
kampanyalar başlattı. Öncelikli alanlar ilan edilerek bu alanlarda büyük devlet
destekli projeler ortaya kondu. Küçük küçük sayılarla da olsa tersine bir beyin
göçü başladı. Batılı ülkelerle bilimsel işbirliklerinin artması da buna katkıda
bulundu. Ancak tersine beyin göçü birkaç yüz kişiyi bulmuşken, son birkaç yılda
Putin’in otokratik yönetimi nedeniyle gene duraklamaya girdiği görülmektedir. Putin’in bilime karşı olmasa bile
genelde baskıcı yönetiminin, Rusya’da bilim açısından olumsuz sonuçlara yol
açma olasılığı ülkenin içinde ve dışındaki Rus bilimcileri tarafından endişeyle
karşılanmakta ve protesto edilmektedir.
Yüksek
prestijli Nature dergisi Aralık
ayındaki bir sayısında 5-6 Aralıkta (2014) Saint Petersburg’da yapılan Rus
biliminin geleceği konulu toplantıdan haberler vererek, Rus bilim dünyasındaki
politik çalkantıları konu eden bir makale yayımladı. Makale jeopolitik
gerilimlerin Rusya’nın Batı ile ilişkilerine zarar verirken Rus biliminin kendi
başına ne derece başarılı olabileceğini sorguluyor. St Petersburg’da İngilizce
eğitim yapan özel Avrupa Üniversitesinde yapılan toplantıya, bazı üst Rus düzey
yöneticileri yanında, Rusya içinden ve ABD ile Avrupa’ya göç etmiş bilimcilerden
oluşan 100 kadar kişi katılmış.
Kırım’ın
ilhakı ve Ukrayna’da Rus yanlılarının Rusya desteği ile sürdürdükleri ayrılma
çatışmaları gölgesinde yapılan toplantı, Putin yanlısı milliyetçi bilimciler
ile demokrasi ve batı yanlısı bilimciler arasında gergin bir ortamda geçmiş. Hele
atışmalar sırasında milliyetçi bir Rus katılımcının bir ara Stalin posteri
açmasıyla ABD vatandaşı bir Rusun bağırarak protestosu ve salonu terketme
düzeyine varmış.
Toplantı
Rus bilimciler arasındaki derin görüş farklarını su yüzüne çıkarmış. Batıya göç
etmiş olan veya olmayan bazı Rus bilimciler, Putin’e ve onun politikalarına sıkı
bağlılık gösterirken, Rusya’nın bilim ve teknolojide Batı ile işbirliği ve ilişkilere
girmeden de Dünya liderliğine oynayabileceği görüşünü savunmakta. Buna karşılık Batı ülkelerinden gelen
bir takım Rus bilimciler Putin’in Ukrayna girişimlerinden ve içerdeki baskıcı
politikalarından endişe duymakta, demokrasinin olmadığı ortamlardan bilimincilerin
rahatsız olduğunu, oradan ayrılmak isteyeceklerini ve böyle ortamlarda bilimin gelişemeyeceğini
savunmaktalar. Kendi göçlerini de görüşlerine örnek ve destek olarak
göstermekteler.
Sert
tartışmalardan sonra ABD’deki Michigan Üniversitesinden gelmiş bir Rus bilimci,
“ülke yönetimine kabadayılık hakimken ve gelecek
gri bulutlarla kaplıyken böyle toplantılarda ülke biliminin geleceğini
tartışmak anlamsız” diye bağırarak toplantıyı hışımla terketmiş.
Toplantının
bir amacı Rus bilimini tekrar eski prestijli günlerine nasıl döndürüleceğinin
yollarını aramaktı. Komünizm gibi bilim de 1990’larda Rusya’da çökmüş gibiydi.
Toparlanmanın sürmesine rağmen bilimsel üretim, rakip sayılabilecek Çin’in
düzeyinden hala oldukça geride bulunuyor. Matematik ve bazı fizik konularında
Rus bilimi hala güçlü. Ancak başta yaşam bilimleri olmak üzere bazı konularda
başka ülkelerin gerisinde.
Saint
Petersburg’daki toplantının
daha ilk gününde Putin ve onun bilim danışmanı Fursenko’ya karşı şikayetler
ortada dolaşır olmuş. ABD’nin seyahat yasağı uyguladığı kişiler arasında olan
Fursenko’ya karşı protestoların bir nedeni onun Putin’e yazdığı bir mektubun
dışarıya sızmış olması. Altında Putin’in “olur” notu bulunan mektupta Fursenko öncelikli
bilim alanlarını ve buralarda devlet destekleri öneriyordu. Toplantıdaki genel hava,
bilim politikası ve öncelikli alanların böyle kapalı kapılar arkasında bir iki
kişi tarafından belirlenmesini doğru bulmuyordu. Demokratik bir ülkede bu
konular geniş bilimci tartışması ve katkısı ile belirlenmeliydi.
Toplantıya
katılanlar aynı zamanda 2013 yılında Rus Bilimler Akademisinin bağımsız
olmaktan çıkarılıp doğrudan Putin’in kontrolunda bir kuruma bağlanmasını
protesto ediyorlardı. Fursenko bu protestolara yanıt olarak zaten birçok
bilimcinin doğası itibariyle hükumete karşı olduğunu söyledi. Fursenko’nun üst düzey
başarılı Rus laboratuarlarına devlet desteğinin artacağını bildirmesi ise
alkışlarla karşılandı.
Toplantının
bir başka amacı hala devam etmekte olan ve özellikle entelektüelleri ve
gençleri içeren Rusyadan beyin göçünün nasıl önünün alınacağını tartışmaktı. Kaçışın
nedenini dört yıl önce dışarı giden tanınmış ekonomist Guriev, yetkin sayılacak
bir ağızdan anlattı ve en önemli nedenin Hükumet baskısı korkusu olduğunu
söyledi.
Birçok
bilimcinin ortak fikrine göre, mevcut hükumet politikaları durumu daha da
kötüleştirme yönünde. Kaba rakamlarla 30 000 çıkışa karşılık, geri çağrı ve
teşviklere rağmen sadece birkaç yüz kişi geri dönmüş.
Geri
dönüşleri teşvik eden bir unsur, Rusya ile Batıdaki akademik kuruluşlar
arasında işbirliği olanaklarının artması. Rusya’ya döndüğünde Batı ile
ilişkilerini sürdürebilmek olumlu bir unsur. Ancak şimdi batıdan gelen
ambargolarla bu yol zayıflamış oluyor. Kendi doğup büyüdüğü ve eğitim aldığı
ülkesine dönmek isteyen ama Batı ile ilişkilerinin de koparmak istemeyen
bilimciler bir ikilem içinde.
2010
yılında Rus Hükumeti yabancı bilimcileri ülkeye çekmek için 12 milyar rublelik
bir mega-teşvik programı açıkladı. O günün değeri ile 428 milyon ABD doları
olan bu program tüm yabancı uyruklulara açıksa da asıl amaç Rus kökenlilerin
geri dönüşlerini sağlamaktı. Ama Boston Üniversitesinden gelen bir Rus
bilimcinin toplantıdaki sözleri bu çağrıyı şöyle yanıtlıyordu: “Güzel bir yaşam ve verimli bir bilimsel
çalışma sürdürdüğüm ortam varken, neden korku ve baskının hüküm sürdüğü bir yere
döneyim?”
Bazı
bilimcilere göre politik ortamı değiştirmek ve bilimin yeşereceği bir ortam
yaratmak için Rusya içinde bulunup çaba göstermek, içerden çalışmak gerekir. Mega-teşvik
programından yararlanma ödülü kazanan dört kadından biri olan ve Yale Üniversitesi
Çocuk Çalışmaları Merkezinden gelen Rus kadın bilimci “Ben bir Rusum. Politika ile ilgilenmem doğaldır ama görüşlerimi ne
zaman nasıl ifade edeceğime kendim karar veririm” demekte.
Rus bilimini geliştirmek içerden çalışmakla olur görüşü ile
ABD’den Rusya’ya geri dönen bir başka bilimci “Ben ana vatanımla barış içindeyim. Burada beni rahatsız eden yok. Ekonomik
ve politik sorunlar beni ilgilendirmiyor. Rusya’nın bana ihtiyacı varsa kaçmam.”demekte.
Ancak bu kişi gene de ABD ile ilişkilerini koparmak istememiş ve Moskova’da
ABD’den MIT (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) ile birlikte kurulan ve İngilizce
eğitim veren Skolkova Bilim ve Teknoloji Üniversitesinde çalışmaya başlamış.
2014 Aralık ayındaki toplantıdan Putin hükumetinin fazla
etkilenmediği görülmekte. Bu yılın Mayıs ayında Rusya’da bilim destekleriyle
tanınan bir STK olan Dynasty vakfının “yabancı ajan” suçlamasıyla kapatılması
yoluna gidildi. Dynasty vakfı eski bir oligark ve filantropist olan Dmitry
Zimin tarafından 13 yıl önce kurmuştu. Vakfın en belirgin faaliyeti gençler
için bilim kampları açmasıydı.
Vakfın sonunu getiren inceleme, Rusya Adalet Bakanlığının
vakıf belgelerini uzun süre incelemeleri sonucunda yayınladığı bir raporla
sonuçlandı. Raporda açık kanıt ve ayrıntılı gerekçe belirtilmemekle birlikte, “yabancı
ajan” suçlaması nedeninin herhalde vakfın Rusya dışından aldığı destek olduğu
sanılmakta.
Putin tarafından 2012 yılında geçirililen bir yasaya göre yurt
dışından finansal destek alan ve “politika ile ilgilenen” kuruluşlar “yabancı
ajan” olarak etiketlenebiliyorlar. Hükumetten daha önce ödüller alan vakfın
kurucusu Zimin, “yabancı ajan” olarak etiketlenmeyi içine yediremediği için
artık birikimlerini bilim için harcamaktan vazgeçtiğini söylüyor.
Dynasty’nin kapatılması Avrupa ve ABD’ye göçetmiş Rus kökenli
bilimcilerden protestolar gördü. Yayınlanan görüşlerde Putin dönemi
uygulamalarının Stalin devrini çağrıştırdığı, gelişmelerin Rus bilimi için geriye
gidiş olduğu ve üzüntü yarattığı belirtilmekte.
Rusya’nın bilim ve teknoloji geçmişi Türkiye için de ders
alınacak bir örnek oluşturuyor. Okuyucular özellikle Rusya’nın 300 yıl önceki
atılımlarını bizim ancak Cumhuriyet ile yapabildiğimizi not edecek ve son
yıllardaki paralellikleri de değerlendireceklerdir.
Fuat İnce (28 Kasım 2015)
Kaynakça: