Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -XII- (*)
Bir önceki denemede işlenen konu bireysel
bellek olunca, izleyen bu denemenin konusu da grup için olan, onun diyalektik
bütünleyici karşıtına dönüşmüş biçimi diye nitelenen kolektif (derlemsel) bellek
olmaktadır. Bu nedenle kolektif bellek
konusuna tarih ile olan ilişkisi
bağlamında değineceğim.
Kolektif belleğe toplumsal bir
özellik olarak ilk dikkat çeken kişi tanınmış Fransız sosyologu E. Durkheim olmakla birlikte konuyu sosyal bilimler alanına bir kavram
olarak kazandıran H. Bergson’un doktora öğrencisi Fransız sosyal felsefeci Maurice Halbwachs (1877-1945) olmuştur. Yahudi kökenden geldiği
için Naziler tarafından konulduğu Weimar’daki Buchenwald Toplama Kampında
1945 yılında difteriden ölen Halbvachs’ın bu çalışması tarih ile sosyoloji (daha uygun olarak sosyal
psikoloji demek gerekir) arasındaki en
önemli kavramsal köprünün oluşturulması anlamına da gelmektedir.
Çalışma kitap olarak “La Mémoire
collective” adı ile ölümünden sonra 1950
yılında yayımlanabilmiştir. Böylece derlemsel bellek konusu seminal (konuya can suyu veren) mahiyet
ile sosyoloji ve sosyal psikoloji literatürüne kazandırılarak
toplum ilişkileri kapsamında işlenmeye başlanmıştır. Ancak yazarın kolektif bellek konusunu, “sosyal
çerçevenin değişimi” durumunda ortamdaki grup bireylerinin anılarını mutabakat
ile yeniden inşa etme süreci şeklinde bir bağlam ile E. Durkheim’ın
mentorluğu eşliğinde daha 1920’lere
doğru ele almaya başlamış olduğu anımsanmalıdır.
Geçmişin sosyal olgularının bir amaç, bir erek kapsamında kullanılmak üzere araçsallaştırılması diye de soyutlayıcı
bir yaklaşım ile tanımlanabilecek
olan derlemsel belleğin ulusal sosyolojilere göre tasnifi ile
oluşmuş değişik tipleri
bulunmaktadır. Bu husus özellikle Kıta
felsefesinin bir konusu olduğundan
özellikle Alman ve Fransız tasniflerinde farklılıklar olarak
ortaya çıkmaktadır.
Fransızların siyasete
yakın bir tarzda resmi, canlı ve tarihçi diye üçe
ayırdığı derlemsel belleği Almanlar ise toplumsala yakın teknik bir yaklaşım ile kültürel ve iletişimsel diye ikiye ayırarak farklı
bir tipleştirmeye tabi tutmaktadır.
Böylece, kolektif belleğin sınıflandırılarak çeşitlendirilmesinde
tam bir mutabakatın henüz sağlanamadığı sonucuna varabilir.
Birinin ulusların resmi tarihine ideolojik
kaynaklık ettiği, diğerinin ise yerel
tarihi inşa eden grupsal mutabakat belleği olarak işlev
gördüğü resmi ve canlı bellekler, birbirinin tümleyicisi iki
karşıt kutup mahiyeti ile bunlardan diyalektik
sentez yapan tarihçi belleğinin kaynağı
olmaktadırlar. Diğer bir deyişle, toplumun
sistemik hiyerarşisinde tavan ve taban diye de nitelenebilecek
düzeylerdeki bu iki özgün belek, tarihçinin
elinde resmi ve yerel iki tip tarih biçiminden evrensel olmaya doğru yönelmiş genel bir tarih biçimi için tarihçi belleğine kaynaktırlar.
Ayrıca kolektif bellek grup kimliğini de temsil eden bir mahiyete de sahiptir. Bu kapsamda
kolektif belleğin grup kimliği ve temsilindeki özellikleri olarak grup aidiyeti, grubun aktif
geçmişinin temsili, grup sosyalinin
çerçeveleyicisi ve
araçsallaştırıcısı, anın anlamı
için sembol olma işlevleri vardır.
Böylece kısaca ifade etmek gerekirse kolektif
bellek süreci, kendimiz olmakla başlayan otobiyografik ve epizodik
canlı belleklerimizden hareketle bizi çevreleyen tehditkar yeni toplumsal
koşullara karşı biz olmayı sağlamak için
geçmişimizi aidiyet güdümüzün etmenliğinde kimlik olarak
yeniden oluşturma, haklılaştırma ve yüceltme işidir.
Bireysel bellek ile karşılaştırıldığında kolektif belleğin özünde otobiyografik belleğin olduğunu görmemek olanaklı
değildir. Öyküsel (epizodik) belleğin kişiseli olanı olan otobiyografik
bellek, bu kapsamda tarihçi
tarafından tarih inşası için olaylar ve insanlar temelinde öznelden
nesnele doğru diyalektik bir akışla tarihçi belleği olarak sentezlenmektedir.
Diğer bir deyişle, bu şekildeki tikelden
tümele geçişle, nesnelleşmeye doğru asimptotik
olarak ilerleyerek inşa edilmekte olan tarih,
bu nedenden dolayı bugünkü haliyle hiçbir zaman tam anlamıyla nesnel olması
olanaklı olmayan bir disiplindir. Yani, tarih
en azından öznellikler içereceğinden yanılabilir. Ve yenilenebilir geçmişi betimleyen kültürel olguların sosyal
kimliği temsi eden bir sistematiği olarak doğruya ve en geniş kapsamlı olana yaklaşmaya
çabalayan en önemli beşeri bilimdir.
Sonuç olarak da tarih, belirli sosyal
hareketleri kültürel etmenler doğrultusunda insanoğlunun kolektif belleğinin aracı ile kendi tarihselliğinin
kaydını tutması, diğer bir deyişle de kültürel
belleğinin ereğine uyumlu olarak
olaylar ve bireyler bağlamında geçmişin
kaydını yapmasıdır.
Tüm
anlatılanlar ışığında denebilir ki, tarihçinin anlatısında “biz” olmaması gerekir iken kolektif benliğin anlatısında ise “biz olmayan” yoktur.
Tarih anlatısı ile kolektif bellek anlatısı arasında kapsamları itibari ile de bazı karşıtlıkların var olduğunu yeri
gelmişken vurgulamadan geçmemek gerekir. Örneğin, kolektif bellek anlatısı yerel
tarih anlatısı olarak mikro olaylarla ilgiliyken genel tarih anlatısı makro olaylara yönelik
bir içerik inşası mahiyeti ile gelişir. Bu bakımdan ilerleyen dönemlerde tarihçiler (tarih topluluğunca) daima
daha evrensele doğru bir çaba benimsenmiş olarak tarihi yorum çerçevesini
genişleteceklerdir. Bu öze “tarihin meta düzeyli paradigmik ilkesi”
demek yerinde bir tanımlama olacaktır.
Gene kapsam olarak tarih mitolojiye dönüşmemek
için tematik olarak reel olanı ele
alıyor iken canlı bellekten çıkan kolektif belleğe dayalı yerel anlatının
efsaneleri de işin içine katması
olanaklıdır. Bu bakımdan tarihçi belleği
tarih disiplinine, kolektif bellek ise sosyal psikolojiye yatkın ve uygun bir yaklaşımı,
bir yöntemi temsil etmektedir.
__________________________
(*)Devamı gelecektir.
Mustafa Özcan (10 Ekim 2015)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder