Osmanlı
Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xıv- (*)
“Büyük Tarih” konusu kapsamına müfredat olarak nelerin girdiğine
bakıldığında, belirtildiği gibi ilk aşamada astrofizik temelindeki anlatı ile başlayan evren kozmogonisinin ele
alındığı görülür.
Bu kapsamdaki
öyküye, 13,8 milyar yıl önce yüksek
yoğunluk ve ısıdaki noktasal bir tekillikten
kuantum dalgalanmaları sonucu 10^-43 saniye olarak verilen Planck Zamanı içinde oluştuğu kabul
edilen “Büyük Patlama” ile başlanır.
Anlatı, havsala dışı bu olayın ardından saniyenin yüz milyarda biri
kadar zamanda meydana gelen şişme
şeklindeki kozmik genişleme ile
ortaya çıkan üçü uzay ve biri zaman olmak üzere dört
kozmik boyutlu evrenin oluşumun
betimlenmesi ile sürer.
Bundan sonraki
müfredat içeriğinde, yazarlara göre bazı
nüanslar olmasına karşın genelde kozmik
genişleme ile beliren enerji/madde dönüşümünün bir sonucu olan galaktik
bulutsu oluşumu hakkında bilgi verilir.
Bu
doğrultudaki müfredatın omurgasını ise, Büyük
Patlama ile şişmenin ardından yüzde bir saniye sonra primordiyal (ilksel) madde olarak ortaya çıkan hidrojen çekirdeği, yani proton ve ondan
nükleer füzyon ile sentezlenen helyum çekirdeğinin istikrarlı hale gelmesi süreci hakkındaki
bilgilendirme oluşturur. Böylece, maddenin istikrarlaşması için geçen 379 bin yılın sonunda evrenin ilk ışığını veren galaktik bulutsular ve ilksel
yıldızlar eskil (kadim) evreni oluşturarak bize
görebileceğimiz en erken evren resmini
sağlar. Yıldızsal füzyon ile hidrojenini helyuma
dönüştürerek nükleer yakıtını çok kısa zamanda tükenen bu ilksel yıldızların kütle-çekimden dolayı içe çöküp patlaması sonucunda daha ağır elementlerin oluşumu hakkındaki anlatı
ise kozmik evrim öyküsünün bundan sonraki bölümünde yer
alır. Birincil tip ilksel yıldızlardaki hafif elementler ile bu yıldızların süper nova ile ölümleri sırasında
ortaya çıkan binde bir oranındaki ağır elementleri içeren bulutsuların yoğunlaşma ürünü olarak da ikincil tip yıldızlar meydana gelir. Bir örneği de güneş olan bu yıldızların gezegen
sistemlerini oluşturması ise şimdilik sadece bizim sistemimiz örneğinde çağcıl (modern) evrenin gelişim öyküsü
mahiyeti ile sonraki bölümün anlatı odağında yer alır.
Canlılığın
henüz bilinen biricik yeri olması nedeni ile yerküre için jeolojik ve
ekolojik öykü biyosfer ve biyolojik evrim
odaklı anlatının esasını oluşturmakla birlikte buradaki müfredatın
ağırlıklandırılmasında yazarına göre oldukça farklı temaların seçilebildiği göze çarpmaktadır. Bir yazar temayı insan ekolojisi yönünde kurgularken bir diğeri dünya coğrafyası ekseninde ortaya koyabilmektedir. Gene, bazı
yazarlarca tarihöncesi bir yaklaşım
doğrultusunda paleo-antropolojik ağırlıklı
bir tema benimsenerek konunun ele
alınışında tarih yönüne ağırlık verilebilmektedir.
Öte yandan,
belli bir yöne odaklanarak müfredatı
o yönde ağırlıklandırma yerine anlatıya temel oluşturan alanları çeşitlendirerek dağıtık bir müfredatın
da benimsenmesi söz konusu olabilmektedir. Bu tür ele alışlarda astronomi, kozmoloji, fizik, kimya, evrimsel biyoloji, paleontoloji,
antropoloji ve arkeoloji disiplinlerin
tamamından etkin bir şekilde yararlanılmaktadır. Bu durumda anlatı temasının omurgası doğa tarihi ve çevreci (ekolojik)
coğrafya üzerine kurulur. Çünkü
önceki ele alışlarda konuya tarih
veya bilim olmak üzere iki kutuplu üst ulamsal bakıştan biri esas alındığından bu ikisinin dışında
diğer üçüncü üst ulamsal bakışınsa doğa tarihi ve çevreci (ekolojik) coğrafya üzerinden olabileceği açıktır.
Görülüyor ki,
en geniş tarihin bu yeni anlatı biçimi
için genelde daha çok ekolojik (çevreci)
olgu ana tema olarak benimsemiş
gözükmektedir. Ancak burada da iki tercihli bir durum öne çıkmaktadır. Biri Gaia Kuramı tarzı olarak gezegenimizi
canlı holistik bir bütün mahiyeti ile ele alan yaklaşım
olurken, diğeri ekosistemik temelli analitik-redüksiyonist yaklaşımı benimsemektedir.
Büyük Tarih konusunda değinilmeden geçilmemesi
gereken diğer bir husus da anlatı bütününü
yönlendiren stigmerjik özün ne
olduğu sorusudur. Bu tür bilgi oluşum ve akış süreçlerinde kaçınılmaz olarak zaman okunun, yani termodinamiğin ikinci yasası olarak entropinin düzen bozucu ajan
olarak devrede olduğu bilinmektedir.
Düzen bozuculuğu sistem
kurarak ve besleyerek aşmaya çalışan enerji
yitirgen yapıların olmazsa olmazı mahiyetindeki girdisi olan enformasyonunsa entropiye karşı gelmekte olduğu noktasından hareket ile uzay/zaman akışında giderek artan bir karmaşıklaşma olgusunun stigmerjik öz olduğu ve süreci
yönettiğini söylemek doğru olacaktır.
Nitekim “Big History” (Büyük Tarih) kavramının isim babası David Christian daha ilk kitabında (**) konuyu uzay/zaman akışı içinde gelişen sekiz aşamalı bir karmaşıklaşma
süreci olarak kurgulayıp ele
almaktadır. Yazarın diğer iki yazar, C.
S. Brown ve C. Benjamin ile
birlikte kaleme aldığı yeni kitabında da ayni müfredatta ayni aşamalandırmanın
benimsediği görülmektedir (***).
Genel olarak
ifade etmek gerekirse, benim düşünceme göre 21. Yüzyıl evreni bütünsel
görüngeden kavrama çağı olma eğilimi
yönünde yol almakta olduğundan holistik anlayışa
dayalı olarak en uygun tarih yaklaşımı mahiyeti ile Büyük Tarih tasarımının benimsenmesi doğru bir seçim olacaktır.
Mustafa Özcan (28 Aralık 2015)
______________________
(*) Devam edecektir.
(**)
Christian.
D. , Maps of Time: An Inroduction to Big History, University of California
Press, 2004.
(***)Christian,
D. , C.S. Brown and C. Benjamin, Big History: Between Nothing and Everything,
McGraw-Hill Education, 2014.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder