Termodinamik ve Diyalektik
Konu, ısıl nitelikli erkesel (enerjetik) görüngülerin bilimi olan termodinamiği şimdiye dek yapılmamış bir bakış açısından ele almak düşüncesi olunca bunun en iyi diyalektik (eytişimsel) düşünce uzayında sorgulama yoluyla yapılabileceğini düşündüm. Böylesi bir çözümleme çabası için en uygun yaklaşımın ise termodinamiği bir sistem olarak görüp bu bağlam ile diyalektik görüngede irdelemek olduğunu düşünerek bu denemeyi yazmaya karar verdim.
İlk bakışta termodinamik kavramının içlem yönünden diyalektik ile ilgisi yokmuş gibi görünmektedir.
Ama öte yandan diyalektik sürecin gelişkin bir noktaya erişmiş her kavramı dikotomik mahiyet ile birbirine bağlayan omurgasal bir örüntü ortaya koymakta olduğunu da biliyoruz. Bu bakımdan termodinamik kavramı diyalektik görüngede ele alındığında ilk semantik (anlambilimsel) algıda hissedilmeyen ancak derindeki özde bulunan bağlantısallığı (bilimsel deyişle bağıntısallığı) görmek olanaklı olacaktır diye düşünüyorum. Bu düşüncemi termodinamik sistemler kapsamında bir ısı aktarım olayı olan ışınım görüngüsü (radyasyon fenomeni) örneğinde irdeleyip gerekçelendirmeyi deneyeceğim.
Konuyu bir düşünce deneyi çerçevesinde ele alalım. Bu kapsamda ısının meta kategorisi mahiyeti ile bir erke (enerji) taşıyıcısını temsil eden ışıkcığı (fotonu) ilkin “duyulur bir dünya” olgusu olarak irdelemek istiyorum.
İçinde bulunulan kapkaranlık bir odada, hem dalga hem de parçacık ırasındaki nicem (kuantum) nesnesi olarak bir ışıncık salınıp da retinada veri (data) olarak algıladığında artık o zihinde anlambilimsel bir dönüşüm ile bilgi olmaktadır. Işıncıkların aynı noktadan belirli bir süre ile aralıklı olarak salınması oranın bir ışık kaynağı, salmada süreler arası periyodiklikte kesinlik varsa bu kez de kaynağın yapay olduğunu anlarız. Yani, odada bir ateş böceği değil de bir mikro sinyal oluşturucu aygıtın var olduğu yönünde karara varırız.
Ama dikkat edelim: Bu kesin periyodiklik- yapaylık, aperiyodiklik-doğallık ilişkisi yeryüzündeki ışık kaynaklarına özgüdür. Göğe radyoteleskopla bakıldığında eğer tesadüfen çok yüksek hızla dönmekte olan nötron yıldızlarının pulsar tarzı ışınımına rast gelinmiş ise ve de salınım frekansındaki o olağanüstü hassasiyet bilinmiyorsa kaynağın yapay olduğu sanılabileceğinden gözlem yanılgıyla sonuçlanabilir!
İşte yukarıda belirlenen olgusal periyodiklikten yapaylığı çıkarsamak bilişsel bir süreç, sonuç ise ileri aşama bir bilgidir.
Öte yandan odada üç ayrı renkte kaynak olduğunu varsayarak bunları uygun bir şekilde beyaz ışık verecek şekilde organize edebiliriz. Bildiğimiz gibi, ışığın mavi, yeşil ve kırmızı olan üç rengi Newton Çarkı deneyinde olduğu gibi birleştirildiğinde kendiliğinden beyaz renk oluşur; böylece gökkuşağında gördüğümüz ayrışmanın tersinimi olan bileşmeyi deneysel yolla elde etmiş oluruz. Buradan beyaz dediğimiz renksiz ışığın temelde üç rengin tümleşmesi sonucunda ortaya çıktığını anlarız. Ayni şekilde üçlü bölümüşlük yerine dikotomik çift, yani birbirini tamamlayıcı olarak görünür izgeyi (tayfı) ikiye bölen renklerle de beyaz (renksiz) rengin elde edilebildiğini biliyoruz. Bu tamamlayıcı (komplementer) ilkililer ile ilgili olarak çeşitli renk kuramlarına göre farklı temel renkler tanımlanmış olmasına karşın en çok bilinenleri kırmızı-yeşil, mavi-portakal ve sarı-mor çiftler olduğunu belirtelim.
Böylece yukarıda ışık ve renk örneklerinde olduğu gibi uzun zamana dayanan gözlemler sonucunda ulaşılan ve deneysel yollarla doğruluğu kanıtlanan olguların zihindeki bireşimleri (sentezleri) olan pozitif nesnel bilgiler kazanılmış olur.
Şimdi olgunun diyalektik ile ilişkisini sorabiliriz.
Bu son örnekte diyalektik süreç kendini renkli iki ışıncıktan beyaz (renksiz) ışıncığa olan nitel dönüşüm şeklinde gösterir. Birinci örnekte ise elekromanyetik ıradaki nicel ışıncığın beyinde kimyasal süreçle nitel olarak bir sinaps oluşturması diyalektik nicel-nitel dönüşümü temsil eder.
Öte yandan, zihinde içsel yargılar olan düşünümleri (refleksiyonları) mantıksal çerçevede uslamlama yoluyla daha da soyut düzeylere de vardırmak olanaklıdır. Örneğin ışığın yapısıyla ilgili biçimsel olan yeni bazı varsayımlar ileri sürer, tezler geliştirebiliriz.
İlk ortaya atılışında sadece tez olan, bu bakımdan varsayım (faraziye, konjektür) diye yaftaladığımız bu zihni kavramlar çerçevesinin olgusallığı doğruladığında onu artık kuram (nazariye, teori) diye adlandırırız.
Şimdi biraz daha farklı bir hususa değinmek istiyorum. Bir konu hakkındaki bu tür zihinsel etkinliklerin başlangıç aşamalarında birbiri ile özdeş, eş ve benzer olan bilgilerin toplanmakta olduğu bir evreden belli bir birikme değerine ulaşılması ile birlikte bilgilerin karşıtlarının da çağrışıldığı, algılandığı bir evreye geçilir. Böyle bir nitel dönüşüm, zihinde sadece benzer bilgilerin çağrıştırıldığı düz mantıksal evreden bilginin karşıtlarıyla birlikte çağrıştırıldığı diyalektik mantıksal evreye gelindiği anlamına gelmektedir. Bu durum yeni bir hiyerarşik düşünsel düzeyin ortaya çıkışını haber vermektedir.
İşte bu aşama, yani teorinin de ilerisine, diğer bir deyişle pek çok zıt gibi görünen kuramsal yapının bütünleşip onun ötesinde bir genelleşme ile hiyerarşide yeni bir düzeye geçme durumunun oluştuğunu göstermektedir. Hatta belki de bu soyutlama hiyerarşisinde son katmana ulaşılmış bir zihin hali olarak nitelendirilebilecek yalnızca ilke ve ölçütlerden oluşan bir düşün şekli olan bir sorgulama düzlemine erişilmiş olunduğunu göstermektedir.
Böyle bir duruma 21. Yüzyıl için “çağdaş bilgelik” diyebiliriz. Bu sorgulama düzleminde artık niceleyici olanlardan daha fazla niteleyici sorular iş görür; çünkü artık “duyulur dünya”nın algı temelli pozitif nesnel bilgisinden daha çok “düşünülür dünya”nın soyutlamaları zihni tasarım üretimine egemendir. Ayrıca bu aşamada karşıtlıkların egemen olduğu diyalektik bir süreç ile uslamlama yapılabilmektedir. Böylece de özünde yüksek düzeyde hiyerarşik dikotomik (bütünü tamamlayıcı karşıt çiftsel ıralı olma anlamında) örüntülü tümleşmelere sahip bu tür hiper soyut düşünsel yapıların incelenmesinin artık olanaklı olabileceğini düşünüyorum.
Şimdi düşünsel deneye geri dönelim.
Kapkaranlık odada eğer bir ışık taneciği olarak ışıncık salınmaz ve gözün retina tabakasında bir veri niteliğinde uyarım oluşmaz ise, sonuçta zihinde de bilgi oluşmayacaktır demektir.
Genel olarak dışsal sistematik verinin, yani enformasyonun birikiminin yeterli düzeylere dek artmadığı bu ortamlarda ötesi (meta) nesnel bilgi neliğindeki (mahiyetindeki) varsayım ve teori formülasyonu gibi daha ileri bilgi aşamalarının ortaya çıkamayacağı, nihayetinde de diyalektik düşünme evresine gelinemeyeceğini vurgulamak gerekir. Diyalektik düşünme evresine geçilemez ise bilgi uzayının öz yasa, ilke, meta kuram gibi ileri meta bilgi kategorisi ürünlerinin oluşturulması da olanaklı hale gelemeyecektir.
Ama bunu engellemenin her zaman bir yolu vardır; o da bu makalede örneğini vermeye çalıştığımız gibi diyalektiğin teori-pratik birlikteliği ilkesiyle uyumlu olarak uygulamayla tümleşmiş ileri kuram çerçeveleri üretmeye yönelik olan derin soyutluluğun ince uzun yolunda ilerlemek için sürekli uğraş vermek...
Mustafa Özcan (3 Nisan 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder