28 Şubat 2013 Perşembe

Mantıksal Koordinat Sistemi (Mustafa Özcan, 28 Şubat 2013)


Mantıksal Koordinat Sistemi

Bilindiği gibi cebir ve analitik geometri işlemlerinde irdelemelerin hızlandırılması için zihne dıştan yardımcı olan biçimsel-mantıksal bir gösterim aracı olarak Kartezyen koordinat* sistemi kullanılmaktadır.
Oysa ayni şekilde, matematiksel olmayan genel bilginin bellekten geri çağrılıp zihinde mantıksal olarak işlenmesi sırasında zihindeki her tür işlem durumuna uygun irdelemelerin hızlandırılabilmesi için bunun paralellinde Kartezyen koordinat sistem’inde olduğu gibi dıştan yardımcı bir “mantık çerçevesi” olarak kullanılabilecek gösterim platformunun olmasında gereksinim vardır. İşte bu tür bir dizgenin kurgusu için bir deneme yapmak istiyorum.
Kısaca, “düşünsel etkinliklerin dışsal gösterimi için dik çift eksenli biçimsel-mantıksal düzlem” diye daha derli toplu olarak da ifade edilmesi olanaklı olan bu tür kurgusal bir dizgenin tasarımı için ilkin nasıl yol olması gerektiği yönündeki irdelemeye geçelim:
Koordinatlar ilk aşamada genel bilginin istatistiksel karakterini simgeleyen entropi ile enformasyon boyutlarını temsilen kesişen iki dikey eksenden oluşan düzlemsel bir konumlandırma düzeni olarak tasarımlanmalıdır.
Böylece söz konusu yapı, Kartezyen koordinat sistemi üzerinde iki yönlü hareket serbestliğine olanak tanıyan bir gösterim ve çözümleme aracı olarak şekillenebilir. Ama eksenlerde hareket iki yönde olup ardsüremli** ise irdeleme düz mantıksal işlemli, eşsüremli*** ise irdeleme diyalektik mantıksal işlemlidir. Yani sistem mantıksal açıdan iki kipli biçimleştirme özelliğine iyedir diyebiliriz.
Konu için sahici bir taslam**** oluşturmak amacı ile doğadan çeşitli ön örnekleri ele almak olanaklıdır. Örneğin amipin besine yaklaşması ya da zararlıdan, tehlikeden uzaklaşması şeklindeki en ilkel hayvansal hareketlerden biri olarak bilinen zoo tropizm iki yönde yönlenme için ilginç bir durumdur. Öte yandan ayçiçeğinin sadece güneşe, ışığa yönelmesi ama karşıt bir hareket yapmaması, yani karanlığa yönelmemesi, başka bir deyişle tek yönlü yönlenmesi şeklindeki hareket olan fito tropizm ise formel mantıksallık için çok güzel eğretilemesel***** bir örnek olarak görülebilir.
Böylece bitki-hayvan kıyaslaması örneği ile gerçek dünyada diyalektik mantığın düz mantıktan daha üstte bir ulam olduğunu da görmekteyiz
Bu bağlamda cansız varlıklar dünyası için de örnekseme****** yoluyla konuyu irdelemek mümkündür. Makro fiziksel kosmozdan bakışla katı-sıvı-gaz gibi veya özdeksel öz durum******* değişmelerini sağlayan basınç, hacim ve sıcaklık şeklindeki entropik “bağımsız değişkenler********” ile ifade edilebilecek böyle bir yapı üç boyutlu, yani “olgun” diyalektik mantık temelinde görünür dünyanın biçimsel temsili olacaktır.   
Bu denemeyi, nesnel olayları biçimsel görüngeden bütüncül olarak irdelemek için yapılması gerekli bir soyutlama girişimi mahiyeti ile görmek gereklidir.
Bu durumda da bu ve benzer girişimleri ortak bir zeminde bir araya gelmeleri koşulu ile holistik (bütünsel) düşüncenin gelişmesinde yeni ve önemli bir adım olarak görmek olanaklıdır.
___________________
*Latinceden türetilmiş “çifte atanmalı düzende” anlamındaki koordinat sözcüğü için Türkçe karşılık olabilecek sözcükler: eşkonum, eşsayı ve eşgüdem. Ama bana göre bunlar arsında eşgüdem en uygun olandır.
**Asenkron, ***Senkron, ****Model, *****Mecazi, ******Analoji, *******Hal, ********Parametre,

Mustafa Özcan, 28 Şubat 2013


http://kadikoydusunceplatformu.blogspot.com/


25 Şubat 2013 Pazartesi

Nükleer Enerji ve Küresel Isınma* (Engin Arık, 2005)

Enerji tüketimindeki hızlı artışla birlikte dünyadaki kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtların en fazla 50 yıl içinde tükenmesi beklenmektedir. Bu fosil yakıtların çevreye yaydığı CO2 ve SO2 gibi gazlar tüm dünyanın iklimini canlıların yaşayamayacağı bir hale getirmekte, kömür santrallarından çıkan küllerdeki radyoaktivite de havada yayılarak solunum ve sindirim yolları ile vücutta depolanabilmektedir. Mevcut nükleer santrallar ise atom bombası için plütonyum üretmek üzere dizayn edilmiş, daha sonra nükleer enerji üretimine adapte edilmişlerdir. Bu eski tip santralların atık problemleri ve kaza olasılıkları nedeni ile, insanlık daha temiz, güvenli ve devamlılığı olan bir enerji kaynağına ihtiyaç duymaktadır.

Günümüzde, uranyuma ihtiyaç olmadan sadece toryum yakıt kullanan, hızlandırıcı ile tetiklenen yeni tip nükleer santrallara (Energy Amplifier), henüz deneme safhasında olmasına rağmen geleceğin ana enerji kaynağı olarak bakabiliriz. Energy Amplifier (EA) sadece enerji üretmek amacı ile dizayn edilmiştir ve çevre dostudur. Atıkları eski tip santralların atıkları kadar uzun ömürlü değildir ve atık miktarı yüzlerce defa daha azdır. Hızlandırıcı ile tetikleniyor olması nedeni ile patlama tehlikesi yoktur. Diğer enerji kaynaklarıyla karşılaştırıldığında 3 - 5 kat daha ucuz enerji sağlayabilecektir. Bir reaktör örneğin 5 ton toryum yakıtla 5 yıl boyunca 1 GW (Milyar Watt)’lık enerji üretebilecektir. Eski tip reaktörlerde aynı gücü sağlamak için 200 ton uranyum gerekir.
Ayrıca dünyada mevcut toryum rezervleri uranyum rezervlerinin 3-4 katıdır. Bu da insanlığın binlerce yıl enerji konusunda yakıt problemi yaşamaması demektir. Dünyadaki toryum rezervinin önemli bir kısmı Türkiye’dedir. Türkiye’nin halen belirlenmiş yaklaşık 400 bin ton toryum rezervinin enerji eşdeğeri 400 milyar ton petroldür. EA projesinin ilk olarak ortaya atıldığı yer CERN laboratuarıdır.

EA projesini CERN’de ortaya atan Nobel ödülü sahibi İtalyan fizikçi Prof. Carlo Rubbia, halen İtalyan Ulusal Yeni Teknolojiler, Enerji ve Çevre Araştırma Ajansı’nın (ENEA) direktörü olup, CERN’de devam etmekte olan çalışmalarının yanında, hızlandırıcı ile tetiklenen, toryum yakıtlı yeni tip nükleer santral üzerinde çalışmaktadır. 1993 yılında Rubbia’nın nükleer santrallarda uranyum yerine toryum kullanma önerisiyle başlayan çalışmaların fizibilite projesi 1998 yılında tamamlandı, santral prototipi muhtemelen 2007 yılında gerçekleşmiş olacak ve 2010’dan sonra da seri üretim başlayacaktır. Türkiye’nin zengin toryum yataklarına sahip olması, elde edilecek temiz enerji ile bu konudaki dışa bağımlılıktan kurtulması açısından büyük önem arz etmektedir.
____________________________
(*)Prof. Dr. Engin Arık tarafından hazırlanıp 20 Haziran 2005 tarihinde PetroGas dergisinde yayımlanmış olan “Bilim ve Teknolojileri geliştirmeyen ülkeler geri kalmaya mahkûmdur”  adlı yazıdan alıntıdır.  
Kaynak: http://www.petrogas.com.tr/modules.php?name=Dergi&file=article&sid=20

14 Şubat 2013 Perşembe

Toryum: Yeşil Çekirdek (Mustafa Özcan, 14 Şubat 2013)

Toryum: Yeşil Çekirdek

Başlıkta doğaldır ki bitki tohumu olan çekirdekten değil de toryum elementinin özeğindeki nesneden söz ediyorum.  Ama ayrıca görüleceği gibi “yeşil” ile de, çekirdeksel güç için doğal girdi olarak kullanılan iki elementten “kırmızı” olan uranyum’u değil de onun karşıtı olarak “yeşil” diye nitelendirdiğim toryum’u kastediyorum.
Başka bir deyişle bu nitelemeleri, çekirdeksel gücün iki doğal ana kaynağı olan uranyum ve toryum elementlerinin çekirdeklerinin genellikle pek farkında olunmayan ama olağan üstü önemde olan kırmızı ve yeşil yakıştırmasına uyan karşıt özelliklerini vurgulamak için kullandım.
Refahın temel belirleyicisi olan enerji kaynakları gündemimiz olduğundan, konunun kilit önemi nedeni ile ilgililerince enformasyon aktarımında kullanılmakta olan terminolojinin ilkin genel anlamı ile asgarisinden anlaşılması gereklidir diye düşünüyorum. Bu nedenle, enerji kaynaklarının ihtiyaçlara uygunluğu yönünden sunduğu nitelikler itibarı ile araştırıcılarca yapılan sınıflanmalarda başvurulan tanımlamalara göz atmak yararlı olacaktır.  
Bu kapsamda yapılmış sınıflamalarda adlarında temiz, yenilenebilir, sürdürülebilir ve yeşil gibi nitelemeler kullanılan enerji kaynaklarından söz edildiği çoğu kimsenin malûmudur. Bu nitelemeler anlamları bakımından bir miktar örtüştüklerinde bazen kullanıcılar arasında tartışma da yaratabilmektedir. Ancak bununla birlikte genelde temizden, çevreyi kirletmeyen; yenilenebilirden, güneş ve dünya ısısı kaynaklı olan; sürdürebilirden, kaynak olarak insanlık için çağlar boyu bir yeterliliği olan ve yeşildense iklimle ilişkilerde uyumlu ve çevreyi kirletmeden sürdürülebilir olan anlaşılmaktadır.
Böylece ekosistemlerde çevre için olumlu mahiyet ile kaçınılmaz olarak bulunması gereken etmenlerden oluşan ekolojik değer ölçütlerini yukarıdaki tanımlamalardan çıkışla bir saç ayak üçlüsü şeklinde aşağıdaki gibi ifade etmek mümkündür:
·         İklimsel ısınmayı önleme için sera etkisiz olma,
·         Çevreyi kirletmemek için temiz özellikte olma ve
·         İhtiyaçların sürekli giderimi için sürdürebilir kaynak olma.

Ayrıca genellikle hepsini kapsayan durumu niteleyici bir gönderme olarak “yeşil” teriminin de alışkanlık yaratmış kullanılırlıkta olduğunu söyleyebiliriz.

Şimdi enerji kaynaklarının çevreye olan durumu bakımından konuyu bazı örneklerle kısaca irdelemeye çalışalım.
Fosil yakıtlardan kömür gibi katı haldeki kaynaklar üç ölçütü de ihlal ederken doğal gaz, temiz özellikte olmayı sağlayıp diğer ikisini, yani, sera etkisiz ve sürdürülebilir kaynak olmayı ihlal etmektedir.
Ama resmin bütününü görmek için, doğaldır ki, sözü edilen ekolojik ölçütlerin yanı sıra yaygınlık ve erişilebilirlik gibi coğrafi ile ekonomiklik ve güvenlik gibi diğer kategorik ölçütleri de dikkate alan değerlendirmelerin yapılması gerekmektedir.

Örnek vermek gerekirse, jeotermal ve hidrolik kaynaklar ekolojik ölçütlerle ekonomiklik ve güvenlik ölçütlerini yerine getirmekle birlikte yaygınlık ve erişilebilirlik kıstaslarından sınıfta kalmaktadır. Ayni şekilde yaygınlık ve erişilebilirlik yönü ile bakıldığında kutup bölgesinin bir kısmında veya kutup bölgesine yakın yerlerde rüzgârdan yararlanmak yaklaşık da olsa mümkün iken güneşten ticari enerji elde etmek kesin olarak imkânsızdır.
Öte yandan, bilinen doğal kaynakların kullanırlığını etkilemekte olan ölçütsel kategorilerden enerjetik gücün teknolojik olarak elde edilmesi sırasındaki teknik denetim faaliyeti anlamında olan güvenlik etmenini temsil eden ölçüt şimdiye dek insanoğluna yönelik ayrı bir “meydan okuma” olmuştur.
Güvenlik ile ilgili kategorik kıstas, Three Mile Island(1979), Çernobil (1986) ve Fukuşima (2011) gibi ikinci kuşak nükleer teknolojili reaktörlerde meydana gelmiş olan kazalarda ihlal edilmiş olup şimdilerde dördüncü kuşak reaktör tasarımı teknolojisi ile önlenmiş olduğu belirtilen “ergime” sorunu ve benzeri tehlike oluşturan acil durumların kontrolü ile sağlanmış gözükmektedir.  
Ayrıca bu yolla yakıt girdisi tümüyle yakılabildiğinden çevreye atık bırakma durumu da ortadan kalkacaktır. Ayrıca bu reaktörler, söz konusu bu iki olumluluğun yanında yıllardır birikmiş olan eski teknolojili reaktörlerin nükleer atıkları ile soğuk savaş sonrası nükleer bomba artıklarını da yakıt girdisi olarak kullanabilme becerilerinden dolayı üçüncü olumlu bir özelliğe de sahiptirler. Görüldüğü gibi IV. Kuşak nükleer teknolojiye sahip reaktörleri, enerji üretiminde çevreye olan olumsuz etkilerin neredeyse tümünü gidermiş olmalarından dolayı “yeşil” olarak nitelenmek mümkündür.
Öte yandan, 50 yıllık araştırma-geliştirme çalışmaları sonucunda en son ortaya çıkan bir yenilik ise ilkin hadron kaynağı olarak kullanılan “Hızlandırılmış Sürümlü Sistem”lerdir. Kullanılması halinde reaktörleri kritik altı çalıştıran bu düzeneğin V. kuşak teknolojide ergime olasılığını tamamen ortadan kaldıracak olması olağan üstü önemde bir sıçramadır. 
Ancak bir eksik var!
Bu son kuşak reaktörlerde yakıt girdisi olarak uranyum kullanılırsa, istendiğinde nükleer silah için gerekli olan plütonyum da çıktı olarak elde edilebilmektedir. Durum bu olunca uluslararası sivil denetim kurumları “barışı tehdit” edici bir mahiyetin var olduğunu kabul etmektedir. Bu durumda da barışa yönelik güvenlik kıstasının ihlalinden söz edilmesi gayet normaldir.
Ama girdi olarak uranyum yerine toryumun kullanımı durumunda nükleer silah yapımı için gereken plütonyumun elde edilmesi bir bakıma olanaksızlaştığından barışa yönelik güvenlik ölçütünün de sağlanmış olduğu nedeniyledir ki uranyuma kırmızı, toryuma yeşil çekirdek denmesi yerinde bir adlandırma olarak karşımıza çıkmaktadır.
İşte geleceğin çekirdeksel yeşil yakıtı toryumun çevreyi ve insanı koruma bakımından yeri!...
 Mustafa Özcan, 14 Şubat 2013

13 Şubat 2013 Çarşamba

Kadıköy’ün Tarihsel-Kültürel Kalıtı (Mustafa Özcan, 13 Şubat 2013)

Kadıköy’ün Tarihsel-Kültürel Kalıtı 

Kadıköy Düşünce Platformu’nun bulunduğu yer olan Kadıköy’ün bir kent olarak anlam ve önemi hakkında kısa bir tarihsel değerlendirme yapmak istediğimden bu başlığı kullandım.
Tarihsel görüngeden bakıldığında Kadıköy’ün bir yerleşim yeri olarak kimliği nedir; bu bağlamda Kadıköy’de veya Kadıköy’lü olmanın anlamı, önemi nedir; KDP neden Kadıköy’dedir?
Makalede bu soruların cevabını bir şekilde bulmaya çalışacağım.
İlk başta Kadıköy’ün mekânsal kimliğini ele alalım. Özündeki tarihi ve kültürel etmenlerin sağladığı olanaklardan beslenerek Cumhuriyet Türkiye’sinin sayısız sanatçı, yazar, düşünür ve bilimcisinin iskân yeri olmasından dolayı bu entelektüel yönü nedeni ile Kadıköy kimliği yüksek değerde olan kentsel bir yerleşimdir.
Kadıköy’ün sahip olduğu bu yaratıcı tarihi-kültürel kimliği oluşturanın, siyasi, stratejik, felsefi, düşünsel, sanatsever geçmişinden birikerek süzülüp gelen kalıttan (mirastan) olduğunu söylemeye gerek bile yoktur. Bu kimliğin kültürel özüyse, kentin entelektüel tarihinin derinindeki köklerinde yatmaktadır.
Bu bakımdan konuya ilkin Kadıköy’ün bugünkü adının nereden geldiği sorusuna cevap vererek girelim. II. Mehmet (Fatih) İstanbul’u aldıktan sonra çoğunluğunu Rumların oluşturduğu diye bilinen bu yerleşim yerinin idaresini İstanbul Kadısı Hızır Bey’e bırakınca Müslüman Türkler tarafından O’na izafen Kadı(nın) Köyü diye anılır olmuştur. Kadıköy’ün o zamanki adıysa Kalkhedondur. Bu ayni zamanda Moda Burnu’nuna çok daha eskilerde verilen adıdır da.  
Kalkhedon ile eski adı Karhadon olan bugünkü Fikirtepe’nin ilk sakinleri buraya MÖ 6 ile 3 bin yılları arasında gelip yerleşmiş Fenikelilerdir. Kalkhedon onların dilinde “yeni kent” anlamına gelmektedir.
Fenikeliler ilk çağlarda Doğu Akdeniz’de tuz ticareti yapan ilk denizciler kimliği ile ortaya çıkan bugünkü Lübnan dağlarının en eski yerli halkı olarak bilinen kadim Kenanilerdir. Ancak deniz seyahatlerine yüzlerini kırmızıya boyayarak çıktıklarından eski Yunanlılar tarafından kırmızı anlamına gelen fön (fen)’den türetilmiş Fenikeli adı ile anıla gelmişlerdir.
Öte yandan, adını Kalkhedon’dan almış çok sert özellikte bir silis minerali olan kalseduan, iyi kırınımından gelen şekil verilme işlemlerine uygunluğundan dolayı kadim çağlarda insanoğlunun en değerli aracı olan ok yapımında çokça kullanılan bir ok ucu malzemesi idi.
Minerale bu en eski bulunma yerine atfen günümüzde de kadıköytaşı, yani, kalseduan  denmektedir. Malzeme bugünkü Fikirtepe mahallesindeki arazide o zamanki taş ocaklarından Fenikelilerce MÖ 5500’lerden itibaren çıkartılarak binlerce yıl süreyle dünyaya dağıtılmıştır. O dönemlerde avcılık kıyasla hala önde gelen geçim kaynağı olduğundan ok yapımı başat endüstri niteliğinde bir faaliyet idi.
Bu stratejik değerinden ötürü Kadıköy taşı dünya çapında bir tanınmışlık kazanmış olmalı ki Kuzey kürenin en kuzeydeki ilk koloni yeri olma özelliğini elde etmiştir. Kritik (az bulunur) ve stratejik (temel savaşıma uygun) malzeme niteliği ile çok uzak bölgelere, özellikle mavna tipindeki deniz tekneleriyle ticari ihracı yapılabilir olduğundan kadim denizciliğin gelişimine de oldukça büyük katkı yapmış olduğu söylenebilir.
Özetle, Kadıköy’ü kadim dönemde kuzey yarıkürenin en kuzeyindeki ilk kolonize edilmiş madenci yerleşim yeri olarak gösterebiliriz.
Kadıköy, ilk yerleşimcileri olan Fenikelilerin ardından MÖ 685 yılında Megaralılarca da bir kez daha kolonize edilmiştir. Bu tarihten az bir zaman sonra da İstanbul yakasına yerleşen Bizanslılar ise kendilerine göre yanlış yer seçimi yaptıklarını ima etmek için onlara “körler ülkesi” sakinleri adını takmıştır.
Öte yandan bugün dört imparatorluk merkezi olarak içinde hala yaşanan tek dünya megapolü İstanbul’un tarihi-coğrafi karşıt parçası olması yönüyle Kadıköy’ün pek çok şeyden önce gelen  önemli bir özelliğidir. Yunanlı Megaralılarca ikinci kuruluşunun bile İstanbul’dan 17 yıl daha eskiye dayanması ise Kadıköy’ün kent olarak tarih yönüyle kadim bir yerleşim merkezi olduğunu göstermesi bakımından da önemlidir. İstanbul’un Avrupa’da, Kadıköy’ün Asya’da bulunması; ikisinin birbirinden dünyanın en dar denizel boğazı ile ayrılmış olmaları;  fiziki-coğrafi nitelikteki bir köprü görevini görerek iki kıtayı birleştirmiş olmaları yönüyle Avrasya’nın belki de en stratejik olan bu noktası için eşsiz olan özellikler sunmaktadır.
Tüm bu sıralananlar Kadıköy’ün İstanbul bağlamı ile sayılabilecek başlıca kilit özellikleridir diyebiliriz.
Kadıköy’ün Helenistik döneme önemli katkı yapan düşünürlere eve sahipliği yapmış olması da diğer vurgulamayı istediğim bir hususudur.  Bizans döneminde Euphemie gibi kadın dini önderleri çıkarması ve muhalif ve aykırı İmparatoriçe Teodora’nın sarayını ve yandaşlarını barındırması Kadıköy’ün tarihsel olarak karşıt hareketlerle hegemonyadan “eşitlik isteyenler” için uygun bir ortam sunduğunu göstermektedir.
Ayrıca İstanbul’dan daha önce İslam kimliği ile tanışması; Osmanlı sarayında ayrık bakışlı erkân için bir inziva yeri olma gibi bir başka yönü de vardır. Bu da, pek çok aydının aykırı kategori sayılabilecek konularda entelektüel etkinlik göstermelerine ortam sağlamış olması bakımından Kadıköy’ü tarihten gelen kimlik niteliği ile bulunmaz bir konuma yerleştirmektedir.  
Şimdi de Kadıköy’ün, Cumhuriyet döneminde onlarca, hatta yüzlerce diyebileceğimiz sanatçı, düşünür, yazar ve bilimci çıkarması nedeni ile ulaştığı çağdaş entelektüel kent kimliğinin orada yaşayanlara sunduğu olanaklar açısından durumuna bakalım.
Bu bağlamda tüm bu belirlenenlerin en belirgin sonucu olarak Biz KDP’liler olarak Kadıköy’de huzurlu doğuşkancı (harmonik yaratıcı) bir ortamın varlığından kaynaklanarak giderek gelişen yenilikçi bir düşün ikliminin tarihsel bir süreç olarak sürdürmekte olduğunu düşünmekteyiz.
İşte bu nedenle KDP mekân olarak Kadıköy’de bulunmayı bir onur vesilesi kabul eder!

Mustafa Özcan, 13 Şubat 2013

http://kadikoydusunceplatformu.blogspot.com/

8 Şubat 2013 Cuma

Yerkürenin Yeni Yönetsel Boyutundaki Yerimiz (Mustafa Özcan, 8 Şubat 2013)


Yerkürenin Yeni Yönetsel Boyutundaki Yerimiz

Başlıkta “yerküre” derken dünyanın kastedildiği kolayca anlaşılıyor olsa da anlam yönünün açıklığı bakımından astrofiziksel, jeofiziksel olanın değil de toplumsal, insani olanın hedeflendiğini ayrıca vurgulamakta yarar vardır. Yönetsel derken de tarihin derinliklerinden gelen sınıfsal yöneten-yönetilen çelişkisine işaret ettiğimi anlamışsınızdır.  “Yeni” ve “yer”in sırayla eski olmayan ve mekânsal durum veya sıra şeklindeki anlaşılırlığı ise hakkında söz söylemeye gerek duyulmayacak kadar açıktır. Oysa denemede özellikle üzerinde duracağım, soyutluğu, dilsel kapsamının genişliği ve çoklu anlam yönlülüğü nedeni ile de zaten az-çok çetrefil olan “boyut” kavramının buradaki kullanım şeklinin ayrıca ayrıntısıyla açıklanmaya ihtiyaç duyulduğunun herhalde farkındasınızdır.

Bu bakımdan, boyut sözcüğünün hangi anlam yönüyle kullanıldığının izahından önce semantik irdelenmesinin yapılmasında da yarar vardır. Öyleyse şimdi ilkin, TDK’nun Türkçe Sözlük’te boyut için somuttan soyuta ve genelden özele doğru sıralayarak verdiği beş anlamın tanımlarına kısaca göz atalım:

1. Bir cismin herhangi bir yöndeki uzantısı. 2. Mecaz. Genişlik, kapsam. 3. Mecaz. Durum, nitelik. 4. Matematik. Doğruların, yüzeylerin veya cisimlerin ölçülmesinde ele alınan üç doğrultudan uzunluk, genişlik ve derinlikten her biri. 5. Sinema. Boyut, format.

Girişteki paragraftan anlaşılacağı üzere işlenen konuya toplumların insani özelliğine mecazen atıf yapıldığından ele alınmak istenen kavram, üçüncü şıktaki tanıma, yani değişmeceli (mecazi) “durum, nitelik” olarak verilen anlam yönünün genel ve soyut içlemine uygun düşmektedir.  

Söz konusu edilen boyut kavramının buradaki anlam yönünün daha özgül bir anlatım ile açıklanması ise şöyledir; dünyada tarih çağları boyunca hegemonik (egemen) yönetme tarzları şeklinde tüm toplumlara hakim olmuş anlıksal karakteristikte aşağıda verilen araçsallıklara (entelektüel enstrümantasyonlara) gönderme yapılmaktadır:  

Bu araçsallıklar, tarih içinde ortaya çıkışlarına göre

(1) din (örgütlü) ve etnisite,
-  (2) siyaset (yönetim) ve ideoloji,
-  (3) ekonomi (ulusal) ve sanayi ve  
-  (4) para (saymaca) ve enformasyon

diye ifade edilebilecek dört karşıt-dikotomik çift şeklinde zaman akışı içinde sıralanır.

Bu suretle tarihi yapan temel etmenin söz konusu karşıtlıkların çatışması ve böylece bireşimle (sentezle) “yeni”nin ortaya çıkması şeklindeki diyalektik akış olduğu da görüldüğünden bunun doğru bir saptama olması gerektiği kolayca anlaşılır.

Nitekim burada, önceki çatışan dikotomik çiftin sonrakini doğurarak tarihin ilerlemesi şeklinde verilen bu saptama yapılırken evrende “özdeksel-karşıtlıklı-zaman-akışlı-diyalektik-süreç”in varlığının kabulünden hareket edildiğini de belirtmemde yarar vardır.

Öte yandan, insanoğlunun beş bin yıllık uygarlık tarihinin büyük bölümünü kapsayan ilk üç aşamanın temel karakteristiğinin ne olduğuna bakıldığında fiili ve zorlantılı (koerzif) güçlerin sürece egemen olma durumunun bunu pek de güzel bir şekilde temsil ettiği anlaşılır.

Yani söz konusu çağlarda, mahşerin dört atlısından savaşı simgeleyen al atın temsil ettiği “kaba” güç tarihin etmeni olmuş, onun yönünü belirlemiştir. Ancak aynı zamanda tarihte aklı ve bilgiyi simgeleyen enformatik güç olarak beyaz atın etkinliğinin egemenliğe doğru ilerlemekte olduğunu da görmek gerekir. Bu durum özdeğin doğasına uygun olarak gelişmektedir.

Yani, işte şimdi 21. Yüzyılda, enformasyon etkinliği kaynaklı bilgi ve de akıl ikilisinin türevi olan bilimsel ve bilgisel eylem alanının yönetimlerde genel tarz olarak egemen sosyal bir davranış mahiyetine büründüğü en az birkaç asır sürecek bir döneme girilmektedir.

Bu durum günümüzde, bilişim toplumu (enformasyon), daha genel bir tanımlama ile insanın tarihi belirleyici etkinlikler dünyasının yeni küresel boyutu olan sanal bir dünya olarak kendini ortaya çıkarmaktadır.  Açıktır ki artık yerkürede, toplumsal ana etmen olarak sanal dünyanın yaratığı koşulların etkisini dışarıda tutarak tarihin akışını belirlemek olanaksızlaşmıştır.

Bu nedenle şimdilerde yerküredeki ileri toplumlar, önceleri “evrensel” adla sürmekte olan  hegemonik düzenlerinin küresel adla daha da sürdürülmesi için enformasyon temelli bu yeni düzenin tüm toplumlara yerküresel yeni yönetsel bir boyut olarak yerleştirilmesine yönelmişlerdir.  

Yani artık dünyada, sırasını savarak beş bin yıllık uygarlık tarihinin derinliklerine peyderpey gömülme sürecindeki ekümenik, emperyal ve evrensel diye belirttiğim önceki ilk üç aşama düzenleri yerine geçmekte olan küresel diye nitelenen bu yeni toplumsal düzenin taşları hızla örülmektedir.

Bu durumda yönetilen mi, yoksa yöneten mi olunacağı yaşamsal önemdedir! Ülkeler içinde nasıl yönetenler sınıfında kalınabileceği ile ilgili olarak irdeleme sürdürüldüğünde bizim ülke olarak, millet olarak bu yeni yapılanışın dışında kalmışlığımızın nedeni ile ilgili görüşüm şudur:

Dünyada toplumların genel gelişmişlik durumunun nominal değerlemesine giren sekiz temel etmenden (ölçütten) olan ekonomi, devlet yönetimi, güvenlik, sağlık konularında dünya ülkelerinin pek çoğundan daha ileri durumda olmak.

Ancak buna karşılık:

Yerkürenin bu yeni düzen boyutunun damardan beslenmesi için gereken insani yaratıcılığın en kaçınılmaz etmenleri olan bireysel özgürlükler ile toplumsal sermaye bakımından yapılmış ciddi kıyaslı değerlendirmelerde hala en geri Afrika ülkeleri düzeyini aşamamış olmak.

Bana göre acı ama kahredici bir gerçekle karşı karşıyayız. Bu üzerinde derin, ama çok derin düşünülmesi gereken, gerçekten de rahatsız edici bir durumdur. Hemen yapılacak şey ise okuyan, kendi kendinin eğitmeni, öğretmeni olmuş, özgür karakterli, entelektüel bilinç düzeyli ve de erginleşmiş bireyselleşmeye ulaşmış olan, kitlesel olmasa bile büyük bir kesim yurttaşlardan oluşan yeni aydın tipinin önünün açılmasını sağlamak! Yoksa tarih bizim için her zaman olduğu gibi tekerrür eden bir şey olarak kalmaya devam edecektir.

Mustafa Özcan, 8 Şubat 2013