Entelektüel Bir Ulam Olarak Dünya Görüşü
İlkin dünya görüşü kavramı için geçen yıl bu konuda yazdığım denemedeki ‘doğa, toplum ve insanın değer ilkelerinin bütüncül biçimde sistematikleştirilmiş temsilidir’ diye yaptığım tek tümcelik bir tanımı buraya aktararak giriş yapayım. Bu tanımda doğa, toplum ve insan mahiyeti ile üç alanda birikmiş betimsel bilgi kümelerinin sistematik bir şekilde tümleştirilmesi sonucu elde edilen bütünsel zihni bir yapıya gönderme yapılmaktadır.
Buradan da, herhangi bir konuda dünyevi bir görüngü ile ilişkili olarak geçmişe, şimdiye ve geleceğe yönelmiş düşüncelerin tutarlı bir bütün halinde ortaya konulabilmesi için insanının her halükarda dünya görüşü denen bir şablona gereksinimi olduğu anlaşılmaktadır. Böyle bir şablonun bulunmaması durumunda konuya yönelik düşünceler topluca eklektik özellikte olacağından, insanoğlu yaşam, evren ve kendisi ile ilgili bir değerler bütünü, ebedi yaşamsal bir erek yaratamadan, parçalı, anlam yükü iyiden iyiye zayıf veya hiç olmayan bir yaşantı sürdürerek bu dünyadan göçüp gider.
İşte üzerine değerlendirilmek için derin düşünceler, düşünümler, düşünüşler ve davranışlar yerleştirilen dünya görüşü kalıbı ne denli tutarlı ve gerçekçi olursa düşüncelerimiz de “duyulur dünya” ile o denli örtüşür ve sonuçta da insan mutlu olur, yaşamdan haz duyar. Bu bakıştan, dünya görüşünün “duyulur” olan ile dolaysız bağlantılı “düşünülür dünya” kavramı olduğu açıktır.
Belirtilen nedenlerle yaşam pratiğinin irdelenmesi olgusuna yaklaşırken gerçekçi olmak açısından dünya görüşümüzü doğru ölçütler çerçevesinde gözden geçirmemiz son derece yararlı zihni bir etkinlik olacaktır.
Bunun için önce, sahibi olduğunu sandığımız dünya görüşümüzün en genel yaklaşımla hangi metafizik, etik, estetik ve tarihsel-insanbilimsel felsefi dayanaklar üstüne oturduğunu kendimize ve başkalarına açıklayabilmemiz gerekir.
Bu kapsamda Bedia Akarsu’nun yaptığı, dünya görüşünün çok genel bir tanımı olan
“evrenin ve yaşamın anlamını, ereğini, değerini, insanın varlığını ve davranışlarını tümden kavramaya çalışan kanılar bütünü “
şeklindeki belirlemesini kılavuz olarak göz ününde tutabiliriz.
Ayrıca yuvarlak bir yaklaşımla dünya görüşünün genel olarak inanç veya akıl, yani dinsel ve ideolojik ağırlıklı olan iki kutupsal anlayıştan birine yakın olması gerektiğini söyleyebiliriz. Başka bir deyişle tam ortada bir görüşe sahip olmak istikrarsızlık anlamına geleceğinden pek olanaklı bir hali yansıtmıyor olsa gerekir.
Öte yandan dünya görüşünün bilimsel bakışla değil de felsefi bakışla irdelenmesi gerektiğini de anımsayalım. Bu yönde hem geniş, hem de sağlam bir irdeleme zemini için uygun bir çıkış noktası aranırsa bu J-P Sartre’ın içtenlikle benimsediği bir üst kavram olan eytişimsel tekçilik (diyalektik monizm) olmalıdır. Bu kapsamda evreni, yaşamı ve insanı bütünsel, dikotomik ve göreceli bir yaklaşımla değerlendirmek olanaklı olmaktadır.
Dünya görüşü teriminin tarihsel evrimine bakıldığında, başlangıçta Newtonyen dünya resmi kavramı şeklinde benimsenmiş olaraktan doğa-insan ilişkilerini odağa koyan bir kavrayış biçimi olarak Kant’la başlayan 18. yy sonu alman idealist düşüncesinde ortaya çıktığı görülür. Marx ile tarihi-materyalist çizgiye çekilen kavramın karşı kutbuna daha sonraları Dilthey tarafından “yaşam felsefesi” kavrayışı yerleştirilerek pozitivist yaklaşıma karşı çıkılmak istenmiştir.
Yukarıda belirtilen çerçevede evrensel düzeni doğru kavrayan bir dünya görüşünün toplumsal görüngüleri aydınlattığında belirgin bir şekilde ortaya çıkan entelektüel anlayış biçimi her zaman sekülarist hümanizm olmaktadır.
Bunun, insanoğlunun on binlerce yıllık birikimli gelişme sürecinin bir sonucu olarak günümüz modern toplumuna yansımış en sağlam dünya görüşü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Mustafa Özcan (11 Haziran 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder