DETERMİNİZM Pierre Simon Laplace (1749-1827)
A philosophical essay on probabilities de diyor ki:
“Evrenin şimdiki durumunu geçmişinin etkisi ve geleceğinin nedeni olarak görmemiz gerekir. Belli bir anda doğayı devime geçiren tüm kuvvetleri ve doğayı oluşturan tüm varlıkların konumlarını bilecek bir anlık –bu verileri çözümlemeye alabilecek denli engin bir anlık- evrenin en büyük cisimlerinin ve en küçük atomunun devimlerini tek bir formülle kucaklardı. Böyle bir anlık için hiçbir şey belirsiz olmaz ve gelecek tıpkı geçmiş gibi gözlerinin önünde olurdu.”
Belirlenimcilik bazı şeylerin belirli, bazılarının belirlenimsiz olduklarını değil, evrendeki her şeyin bir belirlenim taşıdığını anlatır. Belirlenimsiz olan ilişkisiz, saltık, yalın ve soyut olandır, o hiçbir sınır, hiçbir bağıntı içermez. Analitik ya da soyutlamacı felsefenin aradığı bu “bir” yani başka birine göre olmayan bu “tek” varlık, düşünceye hiçbir zaman bu tam yalın hali ile gelmez. Tanrı tasarımı bile dünyaya ve evrene göredir, evrene sahip tanrı soyutlaması kendisinde ironikdir. Soyutlamacı ve giderek analitik düşünce sistemi onun yanındakileri atar, onunla ilişkide olanı ayırır, ilinekleri asıl’dan koparır ve düşünsel dolaysız varlığı böyle belirler. Bu düşünce sistemi etkinliği, bunu bir belirleme eylemi olarak gerçekleştirdiğinde ise dolaysızı en azından kendisine göre dolaylı yaptığının da farkındadır.
Varlığı tek yani ilişkisiz bırakmanın böyle analitik veya soyutlamacı bir yolunun olmadığının bilinmesi bu konuyu çözümsüz yapmaz ama kendi yoğunluğunun tarifsiz katılığında, hareketsiz, enerjisiz öylece durup duran bir tekillik, bilimsel deneyci modern kuantum fiziği için bile düşünceye çok uzak ve aykırı durur. Buradaki kilit unsur, enerji ve onun etkisi olan devinimdir, ruh bile bir enerji-varlıktır, tin devinir çünkü hedefine ilerleme ve gelişme ereği taşır, o zaman düşünsel veya fiziksel bu varoluşların kendilerinin belirlenimsiz veya dolaysız olması değil ama bu var oluşların kaynağının hareketsizlikten ve tek’likten gelmesinin araştırılması gerekir. Bu konuda İlk önce mantıksal çıkarsamanın “bir” olana neden ihtiyaç duyduğu sorunsallaştırılırsa, ortaya bu mantığı atan başka bir mantık çıkar ki bu çözüm mantıksal pozitivizm diye bilinen en basit çözümün de adıdır. Ama bu çok pratik uygulama gerçek bir yöntem değildir ve bunu söyleme hakkı şimdi bu ihtiyacın kendisine düşer.
Parçalardan oluşmayan bir “bütün” dolaysız ve ilişkisizdir, hiçbir şeye “göre” değildir ve bu dilbilimsel anlatım buraya kadar bir sorun taşımaz ama önce onun parçalardan oluşmamasının kabulü gerekir ki sorun, kendisine ait çözümü bu hali ile mümkün kılmaz. Konuya parça bütün kabulünde bakıldığında parçayı, parça olarak alırsak onun bir kendiliği olması gerektiğini de kabul etmemiz gerekir ki bu da o parçayı da bir bütün yapar yoksa kendisi bütünü oluşturacak olan bir parça olmazdı. Yani bütünü parçalar var ediyorsa o zaman bu parçanın kendisi ele alınmalı ve onun bütünü oluşturma olgusunda aslında kendisinin bir bütün olarak bulunması gerektiğinin kabul edilmesi gerekir. Buna göre böyle bir parçanın bütüne ait olması zorunluluğu ortadan kalktığında ise şimdi kendisinin parçaları olması zorunluluğu ortaya çıkar ki bu durum şimdi kötü sonsuz (bitimsiz döngü) anlamına gelir ve determinizm de işte tam bu noktada çöker.
A philosophical essay on probabilities de diyor ki:
“Evrenin şimdiki durumunu geçmişinin etkisi ve geleceğinin nedeni olarak görmemiz gerekir. Belli bir anda doğayı devime geçiren tüm kuvvetleri ve doğayı oluşturan tüm varlıkların konumlarını bilecek bir anlık –bu verileri çözümlemeye alabilecek denli engin bir anlık- evrenin en büyük cisimlerinin ve en küçük atomunun devimlerini tek bir formülle kucaklardı. Böyle bir anlık için hiçbir şey belirsiz olmaz ve gelecek tıpkı geçmiş gibi gözlerinin önünde olurdu.”
Belirlenimcilik bazı şeylerin belirli, bazılarının belirlenimsiz olduklarını değil, evrendeki her şeyin bir belirlenim taşıdığını anlatır. Belirlenimsiz olan ilişkisiz, saltık, yalın ve soyut olandır, o hiçbir sınır, hiçbir bağıntı içermez. Analitik ya da soyutlamacı felsefenin aradığı bu “bir” yani başka birine göre olmayan bu “tek” varlık, düşünceye hiçbir zaman bu tam yalın hali ile gelmez. Tanrı tasarımı bile dünyaya ve evrene göredir, evrene sahip tanrı soyutlaması kendisinde ironikdir. Soyutlamacı ve giderek analitik düşünce sistemi onun yanındakileri atar, onunla ilişkide olanı ayırır, ilinekleri asıl’dan koparır ve düşünsel dolaysız varlığı böyle belirler. Bu düşünce sistemi etkinliği, bunu bir belirleme eylemi olarak gerçekleştirdiğinde ise dolaysızı en azından kendisine göre dolaylı yaptığının da farkındadır.
Varlığı tek yani ilişkisiz bırakmanın böyle analitik veya soyutlamacı bir yolunun olmadığının bilinmesi bu konuyu çözümsüz yapmaz ama kendi yoğunluğunun tarifsiz katılığında, hareketsiz, enerjisiz öylece durup duran bir tekillik, bilimsel deneyci modern kuantum fiziği için bile düşünceye çok uzak ve aykırı durur. Buradaki kilit unsur, enerji ve onun etkisi olan devinimdir, ruh bile bir enerji-varlıktır, tin devinir çünkü hedefine ilerleme ve gelişme ereği taşır, o zaman düşünsel veya fiziksel bu varoluşların kendilerinin belirlenimsiz veya dolaysız olması değil ama bu var oluşların kaynağının hareketsizlikten ve tek’likten gelmesinin araştırılması gerekir. Bu konuda İlk önce mantıksal çıkarsamanın “bir” olana neden ihtiyaç duyduğu sorunsallaştırılırsa, ortaya bu mantığı atan başka bir mantık çıkar ki bu çözüm mantıksal pozitivizm diye bilinen en basit çözümün de adıdır. Ama bu çok pratik uygulama gerçek bir yöntem değildir ve bunu söyleme hakkı şimdi bu ihtiyacın kendisine düşer.
Parçalardan oluşmayan bir “bütün” dolaysız ve ilişkisizdir, hiçbir şeye “göre” değildir ve bu dilbilimsel anlatım buraya kadar bir sorun taşımaz ama önce onun parçalardan oluşmamasının kabulü gerekir ki sorun, kendisine ait çözümü bu hali ile mümkün kılmaz. Konuya parça bütün kabulünde bakıldığında parçayı, parça olarak alırsak onun bir kendiliği olması gerektiğini de kabul etmemiz gerekir ki bu da o parçayı da bir bütün yapar yoksa kendisi bütünü oluşturacak olan bir parça olmazdı. Yani bütünü parçalar var ediyorsa o zaman bu parçanın kendisi ele alınmalı ve onun bütünü oluşturma olgusunda aslında kendisinin bir bütün olarak bulunması gerektiğinin kabul edilmesi gerekir. Buna göre böyle bir parçanın bütüne ait olması zorunluluğu ortadan kalktığında ise şimdi kendisinin parçaları olması zorunluluğu ortaya çıkar ki bu durum şimdi kötü sonsuz (bitimsiz döngü) anlamına gelir ve determinizm de işte tam bu noktada çöker.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder