Duygular - Öznellik/Benlik
Düşünme ve konuşma yetenekleri olmayan cıvık mantar benzeri canlılar dahi kendine ait olanı tanır. İnsan da kendi hakkındaki düşüncesini, böyle ayna görüntüsündeki gibi doğrudan veya diğer insanların görüşleri üzerinden dolaylı olarak oluşturur. Bilinçli, bilinçsiz ve önbilinçli olabilen benliğin, id, ego ve süperego halleri de vardır. Bilincin kendine baktığında gördüğü şey her durumda farklı olduğundan, çevrenin algısına göre, kişi kendisini mağrur da, mağdur da görebilir.
Anlama ve çözümleme çabası, hem duyguları, hem de bilinci farklı bir noktaya taşıyarak, bazılarının şiddetini arttırırken, bazı duyguları da sakinleştirir. Örneğin, kızılan şeyin önemine ilişkin değerlendirme, duygunun şiddetini artırır/eksiltir. Çelişik duygu ve değerlerin bir arada yönetimi olan duygusal bütünlük hali, basit bir tutarlılıktan öte, böyle bir değerlendirmenin ürünüdür.
Duygusal Deneyim
Fizyolojik temeli olan baş/diş ağrısı benzeri hislere karşılık, sezgi gibi nereden ve nasıl geldiği bilinmeyen hislerin varlığı, onların control dışı kabul edilmesine neden olur. Ayrıca, otomatik fizyolojik tepki olarak gelen hislerin yüzdeki ifadelerinin ardından farklılaşan hislerin ne anlama geldiğinin bilinmesi gerekir. Sonuçta, hislerden doğan duygular, hem tanımlanabilir, hem de açıklanabilir. Hislerden farklı olarak, duyguların, çevreyi yargılayarak değerlendirdikleri ve vücudu eyleme hazır yaptıkları bir duruşu vardır.
Duygular - Evrensellik
Dünyanın çeşitli yerlerindeki çocukların neşesi, büyüklerin ölüm karşısındaki kızgınlık ve üzüntüsü, farklı diller, dinler ve kültürlerdeki insanların aynı duygularla benzer yüz ifadelerine bürünmeleri, en azından bazı duyguların, evrensel olduğunu düşündürür. Kaldı ki, beyin, hipotalamus, amigdala ve nörolojik bağlara ilaveten insana özgü ussallık ve konuşma gibi temel yetiler de herkeste vardır.
Diğer yandan, biyolojik olarak aynı kabul edilen farklı ırklarda farklı duyarlılıkların olması evrensellik savını zayıflatır. Örneğin, Japonlar’ın süt ürünlerine, Aborjinler’in alkole duyarlılığı yüksektir. Ölüm herkes için biyolojik bir gerçektir ama, onun duygusu her yerde aynı değildir.
Korku, öfke, üzüntü ve şaşkınlık gibi iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki temel duygu, hormonlar, nöronlar ve kaslardan oluşan duygusal programın tetiklemesiyle, istem ve kontrolun dışına çıkabilse de, kültür tarafından biçimlenir ve toplumsal sergilenme kurallarına uyarlar. Dolayısıyla, biyolojinin ve kültürün etkisi iç içe geçer.
Duyguların içeriği değişse bile, formel nesnelerinin evrensel olduğu düşünülebilir. Saldırı öfkenin, tehlike korkunun, kayıp üzüntünün, özel ilgi aşkın formel nesnesidir. Diğer yandan, duyguların ifadesini şekillendiren kurallar formel nesneyi de değiştirir.
Bütün büyük şehirler, sabırsız ve öfkeli, sahil kasabaları ise, huzurlu ve yavaş bir duygusallığa sahiptir. Ayrıca, her kültürün farklı bir duygusal dağarcığı olur. Kuzey Avrupa ülkelerinde soğuk, Akdeniz’de sıcakkanlı duygusallığı, yeşil ve bereketli Y. Zellanda’daki İrlanda ve İskoç göçmenlerinin İngiliz kasabasını andıran duygusallığı ve hükümlü göçmenlerden oluşan Avustralya’lıların ise, Teksas’lıları andıran haşin ve sert duygusallığı vardır.
Aynı duygu söz konusu olduğunda bile, sebepler açısından farklılık söz konusu olabilir. Örneğin, kıskançlık duygusu farklı nedenler ile ortaya çıkar ve farklı şekillerde teşhir edilir. Ayrıca, her duygunun ince ayrımlar içeren öfke, hiddet, zulüm, hısım, dehşet, gücenme, rahatsızlık ve irkilme gibi değişik vurguları vardır. Bunların dil ile ifadesi de duyguları biçimlendirir.
Timur Otaran (26 Şubat 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder