31 Aralık 2015 Perşembe

Tanıtım: Doç. Dr. Sultan Tarlacı (Ümit Ersöz, 31 Aralık 2015)


Tanıtım: Doç. Dr. Sultan Tarlacı (Ümit Ersöz, 31 Aralık 2015)

Değerli Kadıköy Düşünce Platformu üyeleri, sizlere 2015 yılının bu son gününde saygıdeğer bir bilim adamı Doç. Dr. Sultan Tarlacı’yı tanıtmak istiyorum. 

İlgi alanları arasında klinik nörofizyoloji, bilinç ve bilinç bozuklukları olan ve aynı zamanda sinir sisteminde kuantum fiziği işleyişi ve felsefesi konusunda çalışmaları bulunan nöroloji uzmanı Doç. Dr. Sultan Tarlacı’nın uluslararası saygın, çoğunluğu A grubunda yer alan hakemli dergilerde yayınlanmış ve SCI (Scientific Citation Index)’e giren sinirbiliminin değişik konularında 30’dan fazla yayını vardır. Bunun dışında, Popüler Bilim ile Bilim ve Teknik dergilerinde pek çok popüler yazılar yazmıştır. 

Sultan Tarlacı’nın temel araştırma alanı yoğunlaşması, sinir sisteminde kuantum fiziği kurallarının işleyip işlemeyeceği üzerinedir. Özellikle sinir sisteminde kuantum fiziği işleyişi ve duyular dışı algının pragmatik kullanımı, fizik ve sinirbilimsel temellerini anlama konusuyla ilgilenmektedir.

2003’de yayınlanmaya başlanan NeuroQuantology Dergisinin (www.neuroquantology.com ) (An Interdisciplinary Journal of Neuroscience and Quantum Physics) yayımcısı, isim babası ve baş editörü olan sayın Tarlacı halen özel bir hastanede, nöroloji uzmanı olarak çalışmaktadır.

Sultan Tarlacı’nın “Wanted! Creative Quantum Physicists Around the Age of Thirty” başlıklı makalesine aşağıdaki linkten ulaşılabilir.


Bu vesile ile tüm Kadıköy Düşünce Platformu üyelerinin yeni yılını kutlar, yeni yılda sağlık ve mutluluklar dilerim.


Ümit Ersöz (31.12.2015)


28 Aralık 2015 Pazartesi

Bilim İçin Yeni Yöntem Tartışması - Sicim teorisi bilim midir? - DUYURU


Quanta Magazine'in aşağıdaki linkinde (*), olguların bilimsel olması için gereken deney ve yanlışlama ile yöntemsel olarak doğrulanması zorunluluğunun sicim kuramında olduğu gibi her zaman olanaklı olmaması halinde modelin bilimsel olarak kabulünün olanaklı olup olmadığının MPI'de tartışılması haber olarak verilmektedir.
Ayni haber, 26 Aralık 2015 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde İsmet Berkan (**) tarafından da köşesinde “Felsefi bir tartışma: Sicim teorisi bilim midir?” başlığı ile bir makalede işlenmiştir.
Holistik bilimsel yönteme katkı yapması beklenen bu tartışma konusu 26 Aralık 2015 tarihinde yapılan 1067. KDP - Cumartesi Sohbet Toplantısı’nda da ele alınmış olup, 2 Ocak 2016 tarihinde yapılacak bir sonraki toplantıda da açılış konusu olarak gündeme alınacaktır.


Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xv- (*) (Mustafa Özcan, 28 Aralık 2015)


Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri  -xv-

Tarihin paradigmik ilkeleri araştırılırken tarihin anlatısı, felsefesi ve bilimi olmak üzere, özellikle popüler olmaya yatkın bu üç ana entelektüel alanın göz önünde tutulması gerektiği konusundaki görüşümü bu makale vasıtası ile ele almak istiyorum. Nitekim böyle yazı dizisi şeklindeki ele alışlarda konu akışının bütünselliğini tamamlamak açısından bu tür bir yaklaşımın gerekli olduğu hususu herhalde diziyi başından beri izlemekte olan değerli okurların dikkatindedir sanırım.

Anlatı veya diğer bir deyişle betimleyerek öykülendirme şeklinde belirtilebilecek bir biçim, bir edebi tarz olarak genelde zemininde olaylar örgüsü doğrultusunda ilerleyerek gelişen bilgilendirmeci bir söz akışını temsil etmektedir.

Öte yandan felsefi ele alışta ise tarihsel olayların nedenlerinin neler olabileceğinin sorgulanması bu ulamdaki fikir çerçevesinin temelini oluşturur. Burada başvurulan çerçeve yöntemsel yaklaşımı oluşturan yapıyı ortaya koyar. Pratik açıdan bakıldığında, yöntem her zaman olduğu gibi burada da konunun “nasıl”ını keşfetmedeki yolu-yordamı ortaya koyan esas olarak daima ve hep en önde gelen işlevselliği temsil etmektedir.

Ancak, paradigmik ilkeler pratik açıdan değil de teorik veya diğer bir deyişle soyut bilimsel temel ile araştırılmak üzere ele alındığındaysa gelinen zemin oldukça karmaşıklaşmış olan bir düzeyi yansıtmaktadır.

Örneğin bu durumda söz konusu olan bilimsel ele alışta başvurulacak bir görünge olarak konuya bir yandan yoruma dayalı mikro-sosyolojik düzlemden bakılması gerekirken öte yandan da makro-sosyolojik görünge ile anlatının akışında olgusal (olgusallığı istatistiksel veriler ile doğrulanabilen) bir illiyet (nedensellik, kauzalite) çerçevesinin oluşturulması gerekmektedir.

Büyük Tarih anlatısında zamanın en geniş ve mekânınsa en büyük oluşu nedeni ile kaçınılmaz olarak azami genişlikteki bir olgusallığın var oluşundan ötürü belirtilen tarzda sosyal olarak mikro/makro şeklinde olan dikotomik yapılı bir yaklaşım zorunlu olmaktadır.

Diğer bir deyiş ile eşzamanlı ve koşut olarak başvurulacak olan mikro-sosyolojik yorumsal ve makro-sosyolojik istatistiksel yaklaşımlar doğrultusunda konunun ele alınışındaki tarz ile bu iki sosyolojik öğenin birbirlerinin ayrılmaz kutupsal tamamlayıcılar olması hem gerekli ve hem de zorunlu bir durumu yansıtmaktadır diyebiliriz.   

Makro sosyolojik ele alış bizi tarihe matematik temelinden yaklaşmakta olan Kliodinamik (Cliodynamics) modele götürürken mikro bakış biyografilere, sözlü tarihe, yerel tarihe başvurmaya sevk eder (*).

Mustafa Özcan (28 Aralık 2015)
 _______________
(*) Devam edecektir.



Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xıv- (*) (Mustafa Özcan, 28 Aralık 2015)


Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xıv- (*)

Büyük Tarih” konusu kapsamına müfredat olarak nelerin girdiğine bakıldığında, belirtildiği gibi ilk aşamada astrofizik temelindeki anlatı ile başlayan evren kozmogonisinin ele alındığı görülür.

Bu kapsamdaki öyküye, 13,8 milyar yıl önce yüksek yoğunluk ve ısıdaki noktasal bir tekillikten kuantum dalgalanmaları sonucu 10^-43 saniye olarak verilen Planck Zamanı içinde oluştuğu kabul edilen “Büyük Patlama” ile başlanır. Anlatı, havsala dışı bu olayın ardından saniyenin yüz milyarda biri kadar zamanda meydana gelen şişme şeklindeki kozmik genişleme ile ortaya çıkan üçü uzay ve biri zaman olmak üzere dört kozmik boyutlu evrenin oluşumun betimlenmesi ile sürer. 

Bundan sonraki müfredat içeriğinde, yazarlara göre bazı nüanslar olmasına karşın genelde kozmik genişleme ile beliren enerji/madde dönüşümünün bir sonucu olan galaktik bulutsu oluşumu hakkında bilgi verilir.

Bu doğrultudaki müfredatın omurgasını ise, Büyük Patlama ile şişmenin ardından yüzde bir saniye sonra primordiyal (ilksel) madde olarak ortaya çıkan hidrojen çekirdeği, yani proton ve ondan nükleer füzyon ile sentezlenen helyum çekirdeğinin istikrarlı hale gelmesi süreci hakkındaki bilgilendirme oluşturur. Böylece, maddenin istikrarlaşması için geçen 379 bin yılın sonunda evrenin ilk ışığını veren galaktik bulutsular ve ilksel yıldızlar eskil (kadim) evreni oluşturarak bize görebileceğimiz en erken evren resmini sağlar. Yıldızsal füzyon ile hidrojenini helyuma dönüştürerek nükleer yakıtını çok kısa zamanda tükenen bu ilksel yıldızların kütle-çekimden dolayı içe çöküp patlaması sonucunda daha ağır elementlerin oluşumu hakkındaki anlatı ise kozmik evrim öyküsünün bundan sonraki bölümünde yer alır. Birincil tip ilksel yıldızlardaki hafif elementler ile bu yıldızların süper nova ile ölümleri sırasında ortaya çıkan binde bir oranındaki ağır elementleri içeren bulutsuların yoğunlaşma ürünü olarak da ikincil tip yıldızlar meydana gelir. Bir örneği de güneş olan bu yıldızların gezegen sistemlerini oluşturması ise şimdilik sadece bizim sistemimiz örneğinde çağcıl (modern) evrenin gelişim öyküsü mahiyeti ile sonraki bölümün anlatı odağında yer alır.  

Canlılığın henüz bilinen biricik yeri olması nedeni ile yerküre için jeolojik ve ekolojik öykü biyosfer ve biyolojik evrim odaklı anlatının esasını oluşturmakla birlikte buradaki müfredatın ağırlıklandırılmasında yazarına göre oldukça farklı temaların seçilebildiği göze çarpmaktadır. Bir yazar temainsan ekolojisi yönünde kurgularken bir diğeri dünya coğrafyası ekseninde ortaya koyabilmektedir. Gene, bazı yazarlarca tarihöncesi bir yaklaşım doğrultusunda paleo-antropolojik ağırlıklı bir tema benimsenerek konunun ele alınışında tarih yönüne ağırlık verilebilmektedir.
Öte yandan, belli bir yöne odaklanarak müfredatı o yönde ağırlıklandırma yerine anlatıya temel oluşturan alanları çeşitlendirerek dağıtık bir müfredatın da benimsenmesi söz konusu olabilmektedir. Bu tür ele alışlarda astronomi, kozmoloji, fizik, kimya, evrimsel biyoloji, paleontoloji, antropoloji ve arkeoloji disiplinlerin tamamından etkin bir şekilde yararlanılmaktadır. Bu durumda anlatı temasının omurgası doğa tarihi ve çevreci (ekolojik) coğrafya üzerine kurulur. Çünkü önceki ele alışlarda konuya tarih veya bilim olmak üzere iki kutuplu üst ulamsal bakıştan biri esas alındığından bu ikisinin dışında diğer üçüncü üst ulamsal bakışınsa doğa tarihi ve çevreci (ekolojik) coğrafya üzerinden olabileceği açıktır.

Görülüyor ki, en geniş tarihin bu yeni anlatı biçimi için genelde daha çok ekolojik (çevreci) olgu ana tema olarak benimsemiş gözükmektedir. Ancak burada da iki tercihli bir durum öne çıkmaktadır. Biri Gaia Kuramı tarzı olarak gezegenimizi canlı holistik bir bütün mahiyeti ile ele alan yaklaşım olurken, diğeri ekosistemik temelli analitik-redüksiyonist yaklaşımı benimsemektedir.

Büyük Tarih konusunda değinilmeden geçilmemesi gereken diğer bir husus da anlatı bütününü yönlendiren stigmerjik özün ne olduğu sorusudur. Bu tür bilgi oluşum ve akış süreçlerinde kaçınılmaz olarak zaman okunun, yani termodinamiğin ikinci yasası olarak entropinin düzen bozucu ajan olarak devrede olduğu bilinmektedir.  Düzen bozuculuğu sistem kurarak ve besleyerek aşmaya çalışan enerji yitirgen yapıların olmazsa olmazı mahiyetindeki girdisi olan enformasyonunsa entropiye karşı gelmekte olduğu noktasından hareket ile uzay/zaman akışında giderek artan bir karmaşıklaşma olgusunun stigmerjik öz olduğu ve süreci yönettiğini söylemek doğru olacaktır.

Nitekim “Big History” (Büyük Tarih) kavramının isim babası David Christian daha ilk kitabında (**) konuyu uzay/zaman akışı içinde gelişen sekiz aşamalı bir karmaşıklaşma süreci olarak kurgulayıp ele almaktadır. Yazarın diğer iki yazar, C. S. Brown ve C. Benjamin ile birlikte kaleme aldığı yeni kitabında da ayni müfredatta ayni aşamalandırmanın benimsediği görülmektedir (***).

Genel olarak ifade etmek gerekirse, benim düşünceme göre 21. Yüzyıl evreni bütünsel görüngeden kavrama çağı olma eğilimi yönünde yol almakta olduğundan holistik anlayışa dayalı olarak en uygun tarih yaklaşımı mahiyeti ile Büyük Tarih tasarımının benimsenmesi doğru bir seçim olacaktır.

Mustafa Özcan (28 Aralık 2015)
______________________
(*) Devam edecektir.
(**) Christian. D. , Maps of Time: An Inroduction to Big History, University of California Press, 2004.
(***)Christian, D. , C.S. Brown and C. Benjamin, Big History: Between Nothing and Everything, McGraw-Hill Education, 2014.