Modern Felsefenin Yedi Temsilci Düşünüründen Holistik
Yöntemle Çıkarımlar
Bu denemede, sırası ile, Modern Felsefede rasyonel
düşünceyi temsilen Descartes ve Leibnitz’in, ampirik ve eleştirel
düşünceyi temsilen Locke ve Kant’ın, mutlakçı ideal diyalektiği ve diyalektik
materyalizmi temsilen Hegel ve Marx’ın ve son olarak da fenomenolojiyi
temsilen Husserl’in düşüncelerinin diyalektik akış içinde karşıtlaşan
yanlarının değerlendirilmesiyle ortaya çıkan fenomenolojik öz kapsamında
belirlenebilen felsefi holistik çıkarımlar
ele alınmaktadır.
Okuma esnasında dikkat edilmesi gereken şey, holistik bakış çerçevesindeki
irdelemelerde, fenomenolojik
görüngeden çıkışla bulunmuş öz ile,
felsefi geleneklerin gelişiminde sistematik eş-güdüm sağlayarak akışa yön veren
stigmerjik izin aynı şey olduğunun
kabulü ile hareket edildiği hususudur.
***
Fransız
düşünür Descartes,
modern felsefeyi başlatan vuruşunu, reel dünyadaki işlevsellikleri açıklama amacı ile Rasyonel düşünce bağlamında konulara görsellik sağlayıcı matematiksel gösterim zemini olan (geometrik-nümerik nitelikli örtülü diyalektik bir anlayış ile) düal değerlikli Katezyen Koordinat dizgesini tasarlayarak yapmıştır. Bu gösterim biçimi
modern felsefi-bilimsel yöntemin
temelindeki fenomenolojik özdür.
Öte yandan çağdaşı Alman düşünürü Leibnitz
ise, Monadlar (teksellikler)
şeklinde formüle ettiği evrensel bir düzen ile modern felsefenin ilk metafizik
modelini ortaya koymuştur. Böylece Kartezyen
ikiselliğe karşıt teksellik örüntüsünde bir anti tez olan
Monadları tasarlamak ile felsefi
geleneklerde örtülü diyalektik çift kutuplu bir çatışma işini başlatmış
olmaktadır.
İngiliz
düşünürü Locke’a
gelince; O felsefeyi ilk kez görgül (ampirik),
yani elle tutulur, gözle görülür bir varlıklar zeminine oturtup somutlaştırarak
sadece düşüncede var olan görüşler şeklindeki felsefi tutuma tam karşıt bir tez olan Tabula Rasa (Boş
Tahta) mecazını ileri sürmüştür. Yani zihinde
doğuştan gelen bir şeyin olmadığını,
her şeyin dışarıdaki somut dünyadan zihne girdiğini kabul etmiştir. Böylece
önceki iki düşünüre söz konusu görgül
nitelik ile bir anti tez yaratarak felsefi
önermelerin düşünsel akışında diyalektik bir karşı hamle yapmıştır.
Alman düşünür Kant, bu karşıt ikili geleneği, yani Kartezyen rasyonalizm ile ampirizmi idealist bir sentezle
birleştirmeyi başararak modern felsefede en büyük devrimi yapmıştır. Locke’nin devamı İngiliz düşünürü Hume’u
okuyup metafizik uykusundan uyanarak
felsefeye sinerjik bir nitelik olarak
beliren eleştirel geleneği sokan Kant’ı gelişimin devamında Hegel’de diyalektik düşünce şeklinde ortaya çıkacak olan geleneğin de tetikleyicisi
olarak görmek olanaklıdır.
Hegel ise Descartes’tan beri sürüp
gelen ikili (diyadik) dizgedeki genel
düşünsel akış sistematiğine yöntemsel bir üretkenlik sağlamak için sonuç
doğurucu ek bir öğe tasarlayarak tez-antitez’den sentez çıkaran yaratıcılığa sahip üçlemeli (triyadik) diyalektik dizgeyi kurmuştur.
Böylece diyalektik yaklaşımı akış sistematiği içine sokarak o zamana dek bilinen
felsefi önermelerin bu yöntem ile çıkarsana bileceğini göstererek felsefeyi tek
çatı altında toplamayı amaçlamış bir düşünürdür. Bu haliyle O’na ilk “felsefi genel bilge”dir diyebiliriz.
Marx ise, praxis (operasyon, uygulama)
kavramıyla öz’ü diyalektik materyalizm olan
yepyeni bir perspektif ile idealist
düşünce geleneğine karşıt kutuptan saldırarak vurduğu darbe ile modern felsefedeki
ilk devrimsel fenomeninin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu nedenle Marx’a, O kendisini felsefeci kabul
etmese bile ilk büyük modern felsefi
devrimci demek doğru bir tanımlama olacaktır.
Husserl ise varoluşla ilgili dış dünyadan gelen teferruatı paranteze
alarak fiili varlığın sadece dışsal gerçeklik bağlamındaki zihni özlerini bulmaya
yönelmiş izme, fenomen-oloji diye tanım bulan modern sistematik felsefenin en son temsilcisidir. Nitekim Husserl, Tabula Rasa ile başlayan ampirik
düşünce geleneğinde eksik olan zihinsel
özü araması sonucu oluşturduğu düşüncelerinin felsefi niteliğin de ötesinde
bilimsel bir ıraya sahip olduğu
görüşünden hareketle yaptığı işi “’izm”
yerine “’oloji” diye adlandırılan bilgi
kümesi ulamına sokmayı yeğlemiştir. Böylece epistemoloji ile soyadlı bir kardeş
oluşturmuştur.
Nihayet konunun tüm yüzyıllık bütününü, genel bakış
çerçevesinde ve döngüsel sistematik akış ile ana felsefi eğilimler doğrultusunda
ele alırsak, Husserl’in ardından gelen
20. Yüzyıl düşünürlerinden çoğunun felsefenin
artık dilbilimsel bir konu olduğu
yönündeki görüşlere sahip olduğunu görürüz. Bu nedenledir ki, İkinci Dünya Savaşı sonrası
felsefecilerin sistematikçi olmak yerine ağırlıklı olarak post-modern akıma dâhil edilmeleri çok daha uygundur diye
düşünüyorum.
Felsefeyi burada yapılan gibi, yani holistik yaklaşım temelinde diyalektik çift
kutuptan bakışla, ana döngüsel sistematik bir akış içinde değerlendirmek,
birleştirici olmak ve büyük resmi görmek bakımından çok yararlıdır. Derrida’nın yapı-sökümüne benzer olan bu yöntemsel yaklaşımın, ilave olarak didaktik bir tarzı da kendi içinde barındırdığını
söylemek isterim.
Ayrıca yöntem, ayrıntılar
yerine holistik bir bakışla özsel bir bütün şeklindeki bir arayışı
esas aldığından okuyan için anlamsal yönden sinerjik bir fazlanın ortaya çıkmasını, belirmesini sağlar. Böylece
sinerjik fazla, kişide, konu ayrıntılar
üzerinden analiz edildiğinde ortaya çıkması olanaksız olan yeni anlamların, yeni değerlerin,
yeni yönelimlerin sezgisel olarak varlığının
anlaşılmasını sağlar.
Nitekim bu bağlamda, modern felsefi düşünüşün akışına asırlardır yön veren stigmerjik özün ne olduğunu bulmak için yaptığımız bu irdelemeler bizi düşünme
süreci akışında kendiliğinden belirerek
ortaya çıkan fenomenik “fazla” diye tanımlanan öz’e götürür.
Bu yolda yapılacak dikkatli tamlaştırıcı
(tümdengelimsel-tümevarımsal olarak dengedeki) bir uslamlama bizi aranan özün Antik Yunan sonrası Rönesans
ile yeniden benimsenen “laisist monden
düşünme örüntüsü” olduğu sonucuna vardırır.
***
Anlamlar
(algısal yaratımlar), mecazlar (metaforlar, eğretilemeler), değerler ve bunların stigmerjik
sistematikle toplulaşmış temsili olarak
beliren fenomenik özler (stigmerjik
iz) şeklindeki yönelimler, insanoğlunun
yaşamına egemen olan kavramların mecazi
tarzda otantik oluşumu ve
devamındaki düşünsel gelişimi için kaçınılmaz öncüller mahiyeti ile görev yapan
soyut büyüklüklerdir.
Günlük
yaşantılar sırasında sezgisel olarak ortaya çıkan bu mecazi yaşamsal temsiller beynin
sol yarıküresinin denetiminde olan reflektif
düşünmeye zemin hazırlayan etmenlerdir. Ancak yukarıda ele alınan
irdelemelerden de görülüyor ki sadece “pür” reflektif düşünme yolu ile felsefe ve bilimde büyük sistematik bilgi toplulaşması sağlamak,
yani omni disiplinli (hepdallı) bir bilimsel-felsefi bilgi kümesi yaratmak
mümkün olmaz.
Diğer bir deyişle sadece omni disipliner yaratıcılık kapsamında kalmak holistik nitelikli bilim için
hiç de yeterli didaktik ve yöntemsel bir durumun ortaya konulmasını
sağlamaz. Yani özetle, tam olarak nasıl yapmalıyız ki, büyük ve karmaşık
sorunsallıkların çözümü konusunda tatminkâr bir netlik kazanılsın. Bunun için yukarıda
yapıldığı gibi bütünsel sistematiklik içinde bilgi-bilimsel gerekçelendirme şeklindeki
sorgulayıcı akışla konuyu holistik yöntemle
ele almak gerekir.
Sonuç olarak anlatmak gerekirse; akışın yönelimini
belirleyen özü (izi) ortaya çıkararak sağlanacak çözüme ulaşmak için 1) diyalektik,
2) dikotomiklik, 3) sinerjizm, 4) entegrizm, 5)
belirimcilik,6) stigmerjizm ve 7) HAK
(Herşeyi Anlaya Kuram) (*) kavramlarının praxisi hep birlikte devreye sokulmuş olmalıdır. Böylece holistik yaklaşımın bu yedi ana ilkesini izleyen bir uygulamalı yaklaşım ile karmaşık (kompleks) sorunların sorgulanarak
çözümleri elle tutulur düzeyde olanaklı hale gelir. Daha değişik bir ifade ile
de, belirtilen holistik yedi ilkenin dikkate alındığı dengeleyici
bilgisel bir sorgulama (“epistemical
justification”) türü bir uslamlama ile açıklayıcılığı olan yoruma dayalı bir
çözüm bulmayı sağlamak her zaman mümkün gözükmektedir.
***
Öte yandan modern felsefi gelenekleri bütün olarak
anlamak için spiral (döngülü) sistematik bir akış olarak aktarılan bu modeli görselleştirmek de olanaklıdır. Bu kapsamda konuyu daha da açıklayıcı yapmak için üç eksen ve altı kutuplu bir gösterim ile ele almak mümkün
gözükmektedir. Bu durumda söz konusu eksenler
ve kutuplar olarak, 1)monizm-düalizm, 2) ampiria-teoria ve 3) ideal-material
şeklindeki diyalektik çift kutuplu kavramlar, spiral akışın üç katmanındaki diyalektik karşıtlık mahiyeti
ile sıralanarak gösterilir. Fenomenolojiyi ise sorgulama mimarisinde özselliği bulmak için kullanılan bir uslamlama
yöntemi boyutu olarak tanımlayabiliriz.
Mustafa Özcan (22 Ağustos 2015)
______________________________
(*) Bknz: http://kadikoydusunceplatformu.blogspot.com.tr/2011/11/hak-nedir-ne-degildir-mustafa-ozcan.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder