22 Ağustos 2015 Cumartesi

Modern Felsefenin Yedi Temsilci Düşünüründen Holistik Yöntemle Çıkarımlar (Mustafa Özcan, 22 Ağustos 2015)


Modern Felsefenin Yedi Temsilci Düşünüründen Holistik Yöntemle Çıkarımlar

Bu denemede, sırası ile, Modern Felsefede rasyonel düşünceyi temsilen Descartes ve Leibnitz’in, ampirik ve eleştirel düşünceyi temsilen Locke ve Kant’ın, mutlakçı ideal diyalektiği ve diyalektik materyalizmi temsilen Hegel ve Marx’ın ve son olarak da fenomenolojiyi temsilen Husserl’in düşüncelerinin diyalektik akış içinde karşıtlaşan yanlarının değerlendirilmesiyle ortaya çıkan fenomenolojik öz kapsamında belirlenebilen felsefi holistik çıkarımlar ele alınmaktadır.

Okuma esnasında dikkat edilmesi gereken şey, holistik bakış çerçevesindeki irdelemelerde, fenomenolojik görüngeden çıkışla bulunmuş öz ile, felsefi geleneklerin gelişiminde sistematik eş-güdüm sağlayarak akışa yön veren stigmerjik izin aynı şey olduğunun kabulü ile hareket edildiği hususudur.

***
Fransız düşünür Descartes, modern felsefeyi başlatan vuruşunu, reel dünyadaki işlevsellikleri açıklama amacı ile Rasyonel düşünce bağlamında konulara görsellik sağlayıcı matematiksel gösterim zemini olan (geometrik-nümerik nitelikli örtülü diyalektik bir anlayış ile) düal değerlikli Katezyen Koordinat dizgesini tasarlayarak yapmıştır. Bu gösterim biçimi modern felsefi-bilimsel yöntemin temelindeki fenomenolojik özdür.

Öte yandan çağdaşı Alman düşünürü Leibnitz ise, Monadlar (teksellikler) şeklinde formüle ettiği evrensel bir düzen ile modern felsefenin ilk metafizik modelini ortaya koymuştur. Böylece Kartezyen ikiselliğe karşıt teksellik örüntüsünde bir anti tez olan Monadları tasarlamak ile felsefi geleneklerde örtülü diyalektik çift kutuplu bir çatışma işini başlatmış olmaktadır.

İngiliz düşünürü Locke’a gelince; O felsefeyi ilk kez görgül (ampirik), yani elle tutulur, gözle görülür bir varlıklar zeminine oturtup somutlaştırarak sadece düşüncede var olan görüşler şeklindeki felsefi tutuma tam karşıt bir tez olan Tabula Rasa (Boş Tahta) mecazını ileri sürmüştür. Yani zihinde doğuştan gelen bir şeyin olmadığını, her şeyin dışarıdaki somut dünyadan zihne girdiğini kabul etmiştir. Böylece önceki iki düşünüre söz konusu görgül nitelik ile bir anti tez yaratarak felsefi önermelerin düşünsel akışında diyalektik bir karşı hamle yapmıştır.

Alman düşünür Kant, bu karşıt ikili geleneği, yani Kartezyen rasyonalizm ile ampirizmi idealist bir sentezle birleştirmeyi başararak modern felsefede en büyük devrimi yapmıştır. Locke’nin devamı İngiliz düşünürü Hume’u okuyup metafizik uykusundan uyanarak felsefeye sinerjik bir nitelik olarak beliren eleştirel geleneği sokan Kant’ı gelişimin devamında Hegel’de diyalektik düşünce şeklinde ortaya çıkacak olan geleneğin de tetikleyicisi olarak görmek olanaklıdır.

Hegel ise Descartes’tan beri sürüp gelen ikili (diyadik) dizgedeki genel düşünsel akış sistematiğine yöntemsel bir üretkenlik sağlamak için sonuç doğurucu ek bir öğe tasarlayarak tez-antitez’den sentez çıkaran yaratıcılığa sahip üçlemeli (triyadik) diyalektik dizgeyi kurmuştur. Böylece diyalektik yaklaşımı akış sistematiği içine sokarak o zamana dek bilinen felsefi önermelerin bu yöntem ile çıkarsana bileceğini göstererek felsefeyi tek çatı altında toplamayı amaçlamış bir düşünürdür. Bu haliyle O’na ilk “felsefi genel bilge”dir diyebiliriz.  

Marx ise, praxis (operasyon, uygulama) kavramıyla öz’ü diyalektik materyalizm olan yepyeni bir perspektif ile idealist düşünce geleneğine karşıt kutuptan saldırarak vurduğu darbe ile modern felsefedeki ilk devrimsel fenomeninin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu nedenle Marx’a, O kendisini felsefeci kabul etmese bile ilk büyük modern felsefi devrimci demek doğru bir tanımlama olacaktır.

Husserl ise varoluşla ilgili dış dünyadan gelen teferruatı paranteze alarak fiili varlığın sadece dışsal gerçeklik bağlamındaki zihni özlerini bulmaya yönelmiş izme, fenomen-oloji diye tanım bulan modern sistematik felsefenin en son temsilcisidir. Nitekim Husserl, Tabula Rasa ile başlayan ampirik düşünce geleneğinde eksik olan zihinsel özü araması sonucu oluşturduğu düşüncelerinin felsefi niteliğin de ötesinde bilimsel bir ıraya sahip olduğu görüşünden hareketle yaptığı işi “’izm” yerine “’oloji” diye adlandırılan bilgi kümesi ulamına sokmayı yeğlemiştir. Böylece epistemoloji ile soyadlı bir kardeş oluşturmuştur.

Nihayet konunun tüm yüzyıllık bütününü, genel bakış çerçevesinde ve döngüsel sistematik akış ile ana felsefi eğilimler doğrultusunda ele alırsak, Husserl’in ardından gelen 20. Yüzyıl düşünürlerinden çoğunun felsefenin artık dilbilimsel bir konu olduğu yönündeki görüşlere sahip olduğunu görürüz. Bu nedenledir ki, İkinci Dünya Savaşı sonrası felsefecilerin sistematikçi olmak yerine ağırlıklı olarak post-modern akıma dâhil edilmeleri çok daha uygundur diye düşünüyorum.

Felsefeyi burada yapılan gibi, yani holistik yaklaşım temelinde diyalektik çift kutuptan bakışla, ana döngüsel sistematik bir akış içinde değerlendirmek, birleştirici olmak ve büyük resmi görmek bakımından çok yararlıdır. Derrida’nın yapı-sökümüne benzer olan bu yöntemsel yaklaşımın, ilave olarak didaktik bir tarzı da kendi içinde barındırdığını söylemek isterim.

Ayrıca yöntem, ayrıntılar yerine holistik bir bakışla özsel bir bütün şeklindeki bir arayışı esas aldığından okuyan için anlamsal yönden sinerjik bir fazlanın ortaya çıkmasını, belirmesini sağlar. Böylece sinerjik fazla, kişide, konu ayrıntılar üzerinden analiz edildiğinde ortaya çıkması olanaksız olan yeni anlamların, yeni değerlerin, yeni yönelimlerin sezgisel olarak varlığının anlaşılmasını sağlar.

Nitekim bu bağlamda, modern felsefi düşünüşün akışına asırlardır yön veren stigmerjik özün ne olduğunu bulmak için yaptığımız bu irdelemeler bizi düşünme süreci akışında kendiliğinden belirerek ortaya çıkan fenomenik “fazla” diye tanımlanan öz’e götürür.

Bu yolda yapılacak dikkatli tamlaştırıcı (tümdengelimsel-tümevarımsal olarak dengedeki) bir uslamlama bizi aranan özün Antik Yunan sonrası Rönesans ile yeniden benimsenen “laisist monden düşünme örüntüsü olduğu sonucuna vardırır.  

***
Anlamlar (algısal yaratımlar), mecazlar (metaforlar, eğretilemeler), değerler ve bunların stigmerjik sistematikle toplulaşmış temsili olarak beliren fenomenik özler (stigmerjik iz) şeklindeki yönelimler, insanoğlunun yaşamına egemen olan kavramların mecazi tarzda otantik oluşumu ve devamındaki düşünsel gelişimi için kaçınılmaz öncüller mahiyeti ile görev yapan soyut büyüklüklerdir.

Günlük yaşantılar sırasında sezgisel olarak ortaya çıkan bu mecazi yaşamsal temsiller beynin sol yarıküresinin denetiminde olan reflektif düşünmeye zemin hazırlayan etmenlerdir. Ancak yukarıda ele alınan irdelemelerden de görülüyor ki sadece “pür” reflektif düşünme yolu ile felsefe ve bilimde büyük sistematik bilgi toplulaşması sağlamak, yani omni disiplinli (hepdallı) bir bilimsel-felsefi bilgi kümesi yaratmak mümkün olmaz.

Diğer bir deyişle sadece omni disipliner yaratıcılık kapsamında kalmak holistik nitelikli bilim için hiç de yeterli didaktik ve yöntemsel bir durumun ortaya konulmasını sağlamaz. Yani özetle, tam olarak nasıl yapmalıyız ki, büyük ve karmaşık sorunsallıkların çözümü konusunda tatminkâr bir netlik kazanılsın. Bunun için yukarıda yapıldığı gibi bütünsel sistematiklik içinde bilgi-bilimsel gerekçelendirme şeklindeki sorgulayıcı akışla konuyu holistik yöntemle ele almak gerekir.

Sonuç olarak anlatmak gerekirse; akışın yönelimini belirleyen özü (izi) ortaya çıkararak sağlanacak çözüme ulaşmak için 1) diyalektik, 2) dikotomiklik, 3) sinerjizm, 4) entegrizm, 5) belirimcilik,6) stigmerjizm ve 7) HAK (Herşeyi Anlaya Kuram) (*) kavramlarının praxisi hep birlikte devreye sokulmuş olmalıdır. Böylece holistik yaklaşımın bu yedi ana ilkesini izleyen bir uygulamalı yaklaşım ile karmaşık (kompleks) sorunların sorgulanarak çözümleri elle tutulur düzeyde olanaklı hale gelir. Daha değişik bir ifade ile de, belirtilen holistik yedi ilkenin dikkate alındığı dengeleyici bilgisel bir sorgulama (“epistemical justification”) türü bir uslamlama ile açıklayıcılığı olan yoruma dayalı bir çözüm bulmayı sağlamak her zaman mümkün gözükmektedir.

***
Öte yandan modern felsefi gelenekleri bütün olarak anlamak için spiral (döngülü) sistematik bir akış olarak aktarılan bu modeli görselleştirmek de olanaklıdır.  Bu kapsamda konuyu daha da açıklayıcı yapmak için üç eksen ve altı kutuplu bir gösterim ile ele almak mümkün gözükmektedir. Bu durumda söz konusu eksenler ve kutuplar olarak, 1)monizm-düalizm, 2) ampiria-teoria ve 3) ideal-material şeklindeki diyalektik çift kutuplu kavramlar, spiral akışın üç katmanındaki diyalektik karşıtlık mahiyeti ile sıralanarak gösterilir. Fenomenolojiyi ise sorgulama mimarisinde özselliği bulmak için kullanılan bir uslamlama yöntemi boyutu olarak tanımlayabiliriz.

Mustafa Özcan (22 Ağustos 2015)
______________________________



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder