5 Ağustos 2014 Salı

21. Yüzyıl’ın Olası Tarih Anlayışı Üzerine Bir Deneme (Mustafa Özcan, 5 Ağustos 2014)


21. Yüzyıl’ın Olası Tarih Anlayışı Üzerine Bir Deneme
  
Tarih konusu Anglosakson doğa anlayışı zemininde felsefi bakıştan ele alındığında, entelektüel domen (domain)’in hümaniteler alanının diğeri genel felsefe olan iki kategorik bilgi kümesinden biri ile meşgul olunduğu bilinciyle hareket edilmesi gerekir. Çünkü bu tarz bir ele alış, tarih felsefesini aydınlanma felsefesine giden yolun başlatıcısı yapar. Bu durumda da, tarih felsefesi hümaniter bilgi alanları içinde ilksel bilişsel küme yaftasını hak ederek kilit ve kritik bir önem kazanır.

Yukarıda belirtilen kapsamla tarihin felsefi olarak ele alınış çalışmasını ilk yapanınsa İtalyan düşünür Giambattista Vico olduğu bilinmektedir. Vico’nun 1725 yılında yayımladığı tarih felsefesinin başlangıcını temsil eden yapıtı Scienza Nuova, yani ‘Yeni Bilim‘ bu yonüyle entelektüel tarih için kritik önemde bir çalışmadır. Bu nedenle de kitabın gerçekten seminal (bir şeyi ilk başlatmış olan) yapıt olma niteliği vardır.

Öte yandan, Yeni Bilim’in, Fransız Aydınlanması’na da kaynaklık edecek olan tarih anlayışının yön ve kapsamını belirlemiş olduğunu gelinen bu noktada vurgulamadan geçmek olmaz. Tarihsel nitelikte olan bu gelişmenin ardından da Fransa’da 18. Yüzyıl’ın izleyen yarım asırı boyunca Ansiklopedistler tarafından aydınlanmanın içeriğinin felsefi olarak doldurulması faaliyeti sürdürülmüştür ki bu süreç Fransa’da Dünya Burjuva Devrimi’ni hazırlayan toplumsal bilinçlenmenin yolunu açmıştır.

Şimdiyse, ” 21. Yüzyıl için de benzer bir gelişmenin oluşması beklenmelidir” söylemi yerinde bir saptama olacaktır. Ancak, 21. Yüzyıl için bu kapsamda söz konusu olacak olan kavramlaştırmanın bu kez daha rasyonel-bilimsel yapıdaki zeminde yürümesi kaçınılmazdır. İşte söz konusu bu Yeni Aydınlanma‘ya yol açacak olansa tarihi nitelikteki kültür, sanat ve hümaniteler alanlarının ötesinde, bunlara ilaveten holistik-bilimsel bilgi esasına dayanan bir yaklaşımdır. Ayrıca bu yaklaşım çerçevesinde ‘Yeni Aydınlanma’ya geçişin başlatılmasını sağlamak için özel entelektüel bir program doğrultusunda hareket edilesi gerekmektedir.

Daha açık bir ifade ile de anlatılırsa; her biri dar anlamda entelektüel domenin tarihi nitelik sunan birer alt alanı olan kültür, sanat ve hümaniteler’e ilaveten holistik bilim alanının da aydınlanmaya bu yeni yaklaşım çerçevesi kapsamında sürecin etmenleri içine sokularak diğer etmenlerle birlikte sinerji yaratılması için ortaklaşa olarak uyumlandırılması gerektiğini belirtmeliyim.

Böylece bu denemenin ana fikri ve girişi olan bu bölümü tamamlamak istiyorum.

Bu bakıştan hareket edilerek konu irdelendiğinde, toplumlarda aydınlanma sağlayıcı bilgi kümelerinin oluşmasında ilksel karakterde olması yönüyle tarih felsefesinin ele alınışındaki yaklaşım tarzlarının hem irdeleyenlerde hem de okuyanlarda önemli bilinç yapısı düzeyleri kazandırma niteliğinin var olduğu görülür.

Bunu da, kişisel olan aydınlanmayı belirtebilmek için, Immanuel Kant’ın ‘bireyin ergin olmama durumundan kendi kendine kurtulması’ şeklinde aydınlanma durumunun ‘zorunlu koşul’unun genel ifadesi olarak kullandığı veciz bir anlatımla özetleyerek yapmak olanaklıdır.

Diğer taraftan, genel bir değerlendirme için tarih felsefesine yönelik perspektif bilgi arandığında bu konuda geniş denebilecek bir literatür kaynağı arzının bulunmaması hemen göze çarpar. Buna karşılık özet değinme şeklinde kaynak arandığında Noel Cowen’in Küresel Tarih adlı yapıtının başlangıç ve giriş bölümünde yaptığı kısa değerlendirmeleri konuyla ilgili çarpıcı bir referans olarak vermek yerinde olacaktır(*).

Yazar değerlendirmesinde, İlkçağ’dan beri ‘tarihi yapan’ budun hareketlerindeki etkin toplulukları başıboşlar, yerleşimciler, fetihçiler ve cihatçılar diye dört ana kategori altında toplayarak insan coğrafyasının tarihsel dinamiklerini hareketin amaçsal yönü kapsamında sistematikleştirme yolunu seçmiştir.

Cohen ayrıca kitabında, tarihin büyük resmini ararken konunun ele alınışının uygarlık sistemleri, dünya sistemi ve küresel tarih biçimindeki üçlü yaklaşım tarzından birine dayandırılması gerektiğinden de söz eder. Tarih araştırmalarına yaklaşımdaki zeminler olarak da adlandırılabilecek bu ele alış tarzlarının kronolojik olarak yukarıda verilen sıra ile ortaya çıkmış olduğunu da belirtmekte yarar vardır. Öte yandan bunların tarih felsefesine yaklaşım için entelektüel gündeme gelişlerinin de oldukça yeni olduğu, özellikle de İkinci Dünya Savaşı sonrasında ön plana çıktığı bilinmektedir.

En son yaklaşım olan küresel tarih tarzının 1980’lerin sonlarından itibaren gelişmesinde önemli rol oynayan iki olayın belirtilmesi gerekmektedir: 1) İnsan evrimine yaklaşımda popülasyon genetiğinin devreye girmesi ve 2) Dünyayı şekillendiren küresel güçlerle ilgili olarak akademik nitelikli araştırmaların başlaması.

Tarih felsefesine yaklaşım tarzlarının daha da geçmişine bakıldığında O. Spengler’in 1918’de yayımladığı Batının Çöküşü adlı yapıtının konu için seminal olduğu görülür. Ama buna karşın tarih felsefesine yaklaşım tarzlarındaki bakışı gerçek anlamda değiştireninse 1929’da kurulan Fransız Annales Okulu olduğunu özellikle vurgulamakta yarar vardır. Okul’un tarzını oluşturan F. Braudel’in total tarih diye adlandırdığı yaklaşımdır. Diğer başlıca temsilcileri L. Febvre ve M. Bloch olan Annales Okulu, tarih araştırmalarının odağını siyasi ve diplomatik merkezlilikten ekonomik ve toplumsal merkezliliğe çekerek tabandan gelen, bu nedenle de daha toplumsal olan bakışa yönelmiş bir yaklaşım sunmaktadır.

Annales Okulu‘nun küresel tarih anlayışı kapsamında en son olarak da E. Wallerstein’in 1970’lerde Dünya Sistemi Kuramı adıyla ortaya koyduğu yeni bir tarih yorumu doğmuştur. Wallerstein kuramında, kapitalizmi, Yeniçağ’ın başlangıcı olarak kabul edilen 1450 yılından itibaren gelişmekte olan sosyo-ekonomik bir olgu olarak kabul etmiştir. Hatta sonraları konu başka pek çok yazarca da işlenerek “Dünya Sistemi”nin başlangıcı daha da öteye, İlkçağ’ın başlangıcına kadar götürülerek beş bin yıllık küresel tarih sisteminden söz edilir duruma gelinmiştir.

Küresel tarih yaklaşımının en göze çarpan özelliği klasizmin yarattığı ırksallık ile modernitenin oluşturduğu ulusallık kavramlarından bağımsız oluşudur. Bu nedenle de küresel tarih anlayışı konusu, günümüz açısından irdelendiğinde, 21. Yüzyıl’ın monden (dünyevi) ve hümaniter (insancıl) olması beklenen ‘Yeni Dünya Görüşü’ne en yakın karakterde toplumsallık özelliği sunma yönü ile holistik entelektüelizm kapsamında kullanılabilecek etkili bir araç olarak ortaya çıkmaktadır.

Maslow’un Gereksinmeler Hiyerarşisi esasında konuya bakıldığında, konunun özüne yönelik bir yorumla da tarihi değiştiren ihtiyaçların temel iki ana etmenli kategorisi olan nefsi ve nesli idameyi sağlayan güdülerimizi buradan hareketle iki ana grupta toplamamız mümkündür: 1) Temel ve fizyolojik gereksinmelerden kaynak alan siyasal istikrar odaklı geçim etmenleri ve 2) toplum kuruluşunu derinden etkileyen benlik ve kişilik etmenleri.

Maddi (biyolojik ve fizyolojik kaynaklı) ve entelektüel (benlik ve kişilik kaynaklı) diye de gruplanabilecek bu ikiliden ikincisinin 21. Yüzyıl‘da egemen olacak demokrat toplum anlayışının belirleyicisi olma özelliğine daha fazla yakın olduğunu söyleyerek denemeyi tamamlamak yerinde olacaktır.             

Mustafa Özcan (5 Ağustos 2014)                                                                                                             
_________________
(*) N. Cowen, Küresel Tarih, Birinci Baskı, Tümzamanlar Yayıncılık, İstanbul, Eylül 2004.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder