İstek ve İstenç
Hegel’in
dizgesindeki kavramlar, evrensel ve tikel olarak, diyalektik yöntemle bağlanır.
İstek, evrensel ve sonsuz iken, istenç onu sınırlayan tikel karşıtıdır. İsteği
olumsuzlayan istencin ortaya çıkması ancak, insanın kendi kaderine sahip olduğunu
düşünmesi ile mümkündür.
Bireyin
tarih sahnesine çıkışını, pirinç ile buğdayın üretim farklılıklarına bağlayan
görüşler, pirincin kooperatif örgütlenmeye, buğdayın ise daha bireysel çalışmaya
dayandığına işaret etmişlerdir. Bu bakış açısı, ihtiyaçlar piramidinin ilk basamağı
olan güvenlik sorununun büyük ölçüde çözüldüğü ön kabulü ile mümkündür. Bu
durumdaki insanların, aşiret/cemaat düzeninin üyesi mi, yoksa toplumun bireyi
mi olacağını belirleyen en önemli etmenin üretim araçları ve üretim ilişkileri
olduğu düşüncesi akla yatkın bulunabilir. Diğer yandan, bu aşamaya gelememiş
pek çok topluluk olduğunu biliyoruz. Buralardaki üyenin, ne cemaatin çizdiği
çerçevenin dışında çıkmasına izin vardır, ne de bireyin buna gücü vardır. Dolayısıyla,
bu topluluklarda buğday tarımı yapılıyor olması bireyin istencinin doğmasını
tetiklemez.
İnsan davranışlarına
yön veren beynin iki farklı bölgesini, isteyen beyin ve düşünen beyin olarak sınıflamak
mümkündür. Konuya insan beyninin işleyişi açısından bakacak olursak, cemaat
üyelerinin limbik korteksi, toplum bireylerinin ise frontal lobu daha çok
kullanma alışkanlığında olduğunu söyleyebiliriz. Bunlara istek ve istenç
toplumları demek de mümkündür. Cemiyet-birey diyalektiğinin ortaya çıkışı,
cemaat-üye paradigmasını değiştirir.
Holistik bir
bakış açısına ulaşmak için, konuyu duygusal alanda da irdelemek gerekir.
Suçluluk ve utanma duygularının öne çıktığı yerler, istek ve istenç toplumlarına
göre ayrışır. Örneğin, cemaat kültürünün etkin olduğu Japonya’da utanma
duygusunun insanları intihara götürdüğü bilinir. Utanma duygusunun sebebi, hem
ait olunan topluluğun hem de onun üyesinin küçük düşürülmüş olmasıdır.
Bireyselleşmenin yüksek olduğu toplumlarda ise, duygular farklıdır. Örneğin,
bir Avustralya’lının dinsel veya seküler ahlaka aykırı davrandığında hissettiği
duygu, utanma duygusu değil, suçluluk duygusudur.
Türkiye
suçluluk ve utanma duygusunda nerede duruyor? Aşiret/Cemaat düzeni bakımından
Japonya’ya benzediğimizi düşünebiliriz. Dolayısıyla, Avustralya'ya özgü
suçluluk duygusundaki eksikliğimizi anlayabiliriz. Fakat, utanma duygusunun zayıflığını
ne ile açıklayacağız? Temel eksiğimiz, her iki duygu ile ilişki halinde olan
sorumluluk duygusu olabilir mi? Çocuklarımızın isteklerinin mi, yoksa
istençlerinin mi gerçekleşmesini istiyoruz?
Aynı yer
kürede yaşayan insanların düşünsel ve duygusal farklıklarının tinsel paralel
evrenlere işaret edip etmediğini anlamanın ufkumuzu açacağını düşünüyorum.
Timur Otaran
(7 Haziran 2014)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder