10 Haziran 2014 Salı

Beyin Kimyasında Devrim (Mustafa Özcan, 10 Haziran 2014)



Beyin Kimyasında Devrim

Başlık özünde, tarihi bir gelişme olarak zihni etkileyen insan beynindeki biyokimyasal süreçlerin devrim niteliğindeki bir açıklama ile çözümlenmesine göndermede bulunmaktadır.
Bu doğrultuda hazırlanmış olan makale Fransız hekimi ve düşünürü Henri Laborit’in(1914-1995) (*) çalışmaları ile başlayıp hala sürmekte olan psiko-nevroz patolojik zihin durumlarının tedavisinde çığır açan biyo-farmakolojik yaklaşımın kapsamında 1950’lerden bu yana yapılanları ele alarak genel bir aydınlatma sağlamayı amaçlamaktadır. Ayrıca makalede konuyla ilgisi kapsamı nedeni ile sözü edilen bazı özel psiko-nevrotik patolojik durumların yanı sıra sağlıklı insanın “normal” psikolojik durumlarını ilgilendiren konulara da atıfta bulunulmaktadır.  

Öte yandan makale konusunun beyin biyokimyasından seçilmesinin nedeni  klorpromazin (CPZ) denen ilk psikotropik ilacın Henri Laborit tarafından 1950’lerin hemen başındaki keşfinden bu yana geçen süre ile ilgilidir. Bana göre, o günden bu yana geçen zaman biyokimyanın zihin ile ilgili bu alt dalının olgun bir disipline dönüşmesi için son derece yeterli bir süreyi ifade etmektedir. Arapça kökenden gelen bir terimle ‘sittin sene’ denen 60 yıllık bu süre genel anlamda bilimsel bir disiplinin olgunlaşması ve sağınlaşması için hem gerekli hem de yeterli bir zaman uzunluğuna karşılık gelmektedir.

Bu nedenle konunun artık dar akademik çevrenin ötesinde popülerizasyon amacıyla da toplumsal boyutta bilinmesi gerektiği kanısındayım.

Hele, hele 21. Yy.’ın ilk on yılı ile ikincisinin ilk yarısında beyni ve zihni ilgilendiren konuları neredeyse her yönden ve bilinen tüm bilgisel görüngelerden ele alarak irdeleyen popüler bilim kitap sayısının dünyada patladığı bu dönemde bizde de konunun bilinirliğine biraz olsun katkıda bulunmanın ayrıca bir kaçınılmazlık olduğunu düşünüyorum.

Yani özetle makalede, beyin kimyasının ortaya çıkışı olan 1950’lerin başındaki bu olağanüstü gelişmeye ve sonrasındaki olaylara değinilerek esasen 21. Yüzyıl düşününde zihin-beden ilişkisinin açıklanmasında son derece kritik ve kilit önemde katkılar sağlamaya aday bu fenomene genel karakterli bir aydınlanma sunulması amacı güdülmektedir.

Nitekim gene bu kapsamda 21. Yüzyılın insan zihninin bütünsel çalışmasının açıklanmasına olanak verecek pek çok gelişmeye sahne olacak olan biyolojik bir çağın başlamakta olduğunu Zihin (**) adlı yazımda da belirtmiştim.

Öte yandan bazı düşünürlere göre, 20. Yüzyıl ortasında klorpromazinin keşfiyle başlayan modern bilim tarihinin olaylar zincirindeki bu mihenk taşı, yeni bir bilimsel aşama olarak gökler mekaniğinde Galileo tarafından dünya dönüyor diye anlatılan Güneş merkezli Kopernikyen Dizge’nin kanıtı olan söz konusu görüş kadar önemlidir.

Psikofarmakotik devrim de denen bu olağan üstü gelişme, Henri Laborit’in askeri kökenli anesteziyolog hekim olmasından dolayı ampütasyon ameliyatları için daha etkin yeni bir narkoz maddesi bulmak üzere o sıralar henüz sentezlenmiş olan klorpromazini denerken bunun şizofrenik hastalarda halüsinasyonları (sanrıları) ortadan kaldırmakta da çok etkin olduğunu tesadüfen fark etmesi ile başlamıştır. O tarihe kadar şizofren hastalar ve benzeri psiko-nevrozlar elektroşok, lobotomi, psikoanaliz, telkin ve konuşma gibi tedavi ve terapi yöntemleriyle sağaltılmaya çalışılıyor, ama çok az başarılı, hatta tamamen başarısız olunuyordu. Oysa CPZ kullanımı iki-üç ay gibi kısa bir sürede hastaların halüsinasyon ve deliryum şikayetlerini azaltan, hatta tümüyle yok eden bir iyileşme etkisi göstermişti. Ancak bu tür belirtilerin ortadan kalkması iyileşme anlamına gelmiyor, çünkü ilaç kesildikten bir süre sonra bunlar yeniden ortaya çıkıyordu.

Konuyla ilgili araştırmalar derinleştirilerek sürdürülmüş ise de, dopamin diye bilinen ilk nörotransmitterin (Bunlar akson ucundaki snaptik keseciklerde bulunan sinirsel iletici diye adlandırılan biyokimyasal maddelerdir) beynin bu alanındaki snapslar arası sinir iletimini sağlayan etkili maddeler olarak varlığının keşfi, çok sonraları,1972 yılında gerçekleşebilmiştir. Çalışmaların devamında nörotransmitter kategorisine giren 60 çevresindeki sinirsel ileticilerin varlığı saptanarak bunların azlığının veya fazlalığının neden olduğu zihni bozukluklar ortaya çıkarılmış, bazılarının tedavisi sağlanmıştır.

Bu kapsamda CPZ, ilk antipsikotik kategorideki nöroleptik ilaç olarak yaygın bir şekilde tüm dünyada kullanılmaya başlanarak diğer psikotrop ilaçların da hızla üretilmesine ve yaygınlaşmasına yol açmıştır. Böylece nörotransmitterlerin bulunuşu zihin biyokimyası çağını başlatmış ve olay büyük ve kritik tıbbi keşifler arasında başköşedeki yerini almıştır.

CPZ’nin keşfinin hemen sonrasında 1953’te DNA molekülünün çift sarmal yapısının açıklığa kavuşturulmasıyla gelen genetik devrim ve onun ardından da ortaya çıkan moleküler biyolojideki büyük keşif ve buluşlar biyolojik şafağın habercisi olmuştur. Şafağın aydınlatıcı etkisi ve bunu tamamlayan bilişim devriminin kapsayıcı ve itici gücü ile de 21. Yüzyıl’ın olağan üstü yeniliklere ve yepyeni anlayışlara yelken açmakta olan harikalar çağı başlamıştır demek herhalde yanlış olmaz.

Bu noktadan yapılan bakışla görünen odur ki, insanoğlu için harikalar çağı,  gelecek 50 yıl içinde çeşitli ve farklı ölümsüzlük şekillerinin anahtarlarını elinde tutan yeniliklere tanıklık edeceği bir çağ olacaktır.

Böyle tarihsel bir aşamanın bu bağlamda insan denen varlığın kozmik varoluşu ile ilgili psişik, etik ve metafizik kaynaklı sorunları da birlikte getireceğini var sayıyorum. Bunları daha şimdiden öncelikli olarak tahmin etmenin insanın kendisine meydan okuyan bu son derece önemli sorunlar karşısında takınacağı pro-aktif tutum için bir kaçınılmazlık gereklilik olduğunu da öngörerek bu denemeyi tamamlamak istiyorum.

Mustafa Özcan (10 Haziran 2014)
______________________
(*) Henri Laborit hakkında ayrıntılı bilgi için: http://en.wikipedia.org/wiki/Henri_Laborit sayfasına bakılabilir.



7 Haziran 2014 Cumartesi

Duyuru: Toplantı Saatleri - Güncelleme

DUYURU (Toplantı Saatleri - Güncelleme)

KDP Cumartesi Sohbet Toplantıları 14 Haziran 2014 tarihinden itibaren yaz dönemi boyunca 15.00 - 17.30 saatleri arasında yapılacaktır. 

Ayrıca, yaz dönemi boyunca "Yaz Okulu" programında işlenecek konu başlığı "Toplum Psikolojisi" olarak belirlenmiştir.

Toplantı yeri her zaman olduğu gibi Caddebostan Kültür Merkezi'ndeki toplantı salonudur. 


KDP dostlarına duyurulur.



İstek ve İstenç (Timur Otaran, 7 Haziran 2014)


İstek ve İstenç 

Hegel’in dizgesindeki kavramlar, evrensel ve tikel olarak, diyalektik yöntemle bağlanır. İstek, evrensel ve sonsuz iken, istenç onu sınırlayan tikel karşıtıdır. İsteği olumsuzlayan istencin ortaya çıkması ancak, insanın kendi kaderine sahip olduğunu düşünmesi ile mümkündür.

Bireyin tarih sahnesine çıkışını, pirinç ile buğdayın üretim farklılıklarına bağlayan görüşler, pirincin kooperatif örgütlenmeye, buğdayın ise daha bireysel çalışmaya dayandığına işaret etmişlerdir. Bu bakış açısı, ihtiyaçlar piramidinin ilk basamağı olan güvenlik sorununun büyük ölçüde çözüldüğü ön kabulü ile mümkündür. Bu durumdaki insanların, aşiret/cemaat düzeninin üyesi mi, yoksa toplumun bireyi mi olacağını belirleyen en önemli etmenin üretim araçları ve üretim ilişkileri olduğu düşüncesi akla yatkın bulunabilir. Diğer yandan, bu aşamaya gelememiş pek çok topluluk olduğunu biliyoruz. Buralardaki üyenin, ne cemaatin çizdiği çerçevenin dışında çıkmasına izin vardır, ne de bireyin buna gücü vardır. Dolayısıyla, bu topluluklarda buğday tarımı yapılıyor olması bireyin istencinin doğmasını tetiklemez.

İnsan davranışlarına yön veren beynin iki farklı bölgesini, isteyen beyin ve düşünen beyin olarak sınıflamak mümkündür. Konuya insan beyninin işleyişi açısından bakacak olursak, cemaat üyelerinin limbik korteksi, toplum bireylerinin ise frontal lobu daha çok kullanma alışkanlığında olduğunu söyleyebiliriz. Bunlara istek ve istenç toplumları demek de mümkündür. Cemiyet-birey diyalektiğinin ortaya çıkışı, cemaat-üye paradigmasını değiştirir.

Holistik bir bakış açısına ulaşmak için, konuyu duygusal alanda da irdelemek gerekir. Suçluluk ve utanma duygularının öne çıktığı yerler, istek ve istenç toplumlarına göre ayrışır. Örneğin, cemaat kültürünün etkin olduğu Japonya’da utanma duygusunun insanları intihara götürdüğü bilinir. Utanma duygusunun sebebi, hem ait olunan topluluğun hem de onun üyesinin küçük düşürülmüş olmasıdır. Bireyselleşmenin yüksek olduğu toplumlarda ise, duygular farklıdır. Örneğin, bir Avustralya’lının dinsel veya seküler ahlaka aykırı davrandığında hissettiği duygu, utanma duygusu değil, suçluluk duygusudur.

Türkiye suçluluk ve utanma duygusunda nerede duruyor? Aşiret/Cemaat düzeni bakımından Japonya’ya benzediğimizi düşünebiliriz. Dolayısıyla, Avustralya'ya özgü suçluluk duygusundaki eksikliğimizi anlayabiliriz. Fakat, utanma duygusunun zayıflığını ne ile açıklayacağız? Temel eksiğimiz, her iki duygu ile ilişki halinde olan sorumluluk duygusu olabilir mi? Çocuklarımızın isteklerinin mi, yoksa istençlerinin mi gerçekleşmesini istiyoruz?

Aynı yer kürede yaşayan insanların düşünsel ve duygusal farklıklarının tinsel paralel evrenlere işaret edip etmediğini anlamanın ufkumuzu açacağını düşünüyorum.


Timur Otaran (7 Haziran 2014)


2 Haziran 2014 Pazartesi

DUYURU (Toplantı Saatleri)


DUYURU (Toplantı Saatleri)

KDP Cumartesi Sohbet Toplantıları 7 Haziran 2014 tarihinden itibaren yaz dönemi boyunca 14.30 - 17.00 saatleri arasında yapılacaktır. 

Toplantı yeri her zaman olduğu gibi Caddebostan Kültür Merkezi'ndeki toplantı salonudur. 

KDP dostlarına duyurulur.




Kısaca İnsanın Özü Nedir? (Erol Erbirer, 2 Haziran 2014)

Kısaca İnsanın Özü Nedir?

İnsan bilerek yaşamak zorunda olan bir varlıktır. Aklımız sayesinde belli bilgileri ediniriz, bu bilgileri geliştiririz ve bu bilgilerden kuram denilen kuşatıcı bilgilere ulaşırız. Bilgi olmasaydı ne olurdu ? Biz ancak bilgilerimize dayanarak yaşamak zorundayız, bilgilerimiz olmasaydı yaşamamız da olanaksız olurdu.

Bilgi bir yargıdır, insanın toplumsal çabası ile meydana getirdiği nesnel dünyanın yasalı ilişkilerinin düşüncesinde yeniden üretimidir. İnsanla çevresi arasında kurulan ilişki eş anlamda bilgi üretmektedir.

Bilimsel bilgi nesnelerin kendinden başlar, duyular ile algılanır, usunda çeşitli soyutlamalara uğrar., kavramlaşır, ulamlaşır, yasalaşır.  Sonra yeniden doğaya döner ve kendisini pratikte doğrular. Başka bir deyişle yöntemle elde edilen ve pratikte doğrulanan bilgidir. Güvenli tek yol bilimsel bilgidir. Gerçeğe varmanın yolu bilimsel bilgiden geçer.

Hakikat, nesnel gerçeğin düşüncedeki yansımasıdır. Hakikat gerçeğin kendisi değil yansısıdır. En iyi açıklamayı “Eytişimsel Özdekçilik” yapar.

Hakikat daima nesneldir. Çünkü, nesnel olan bir şeyden yansır. Hakikat ölçütü pratiktir. Hakikat ve doğruluk özdeş kavramlar değil birbiriyle bağlantılı kavramlardır.

Doğruluk, mantıksal işlemin hakikat ise bilgisel işlemin bir niteliğidir. Mantık kuralları da son çözümlemede nesnel gerçeklikten yansır. Pratikte doğrulanan her düşünce, nesnel gerçeklikten hakikat olarak yansımış demektir. Hakikatın içeriği nesneldir ve insanlarca yaratılamaz. Mantık düşüncenin düşünceyle doğrulanması bilimi, doğru düşünce yöntemidir.

Doğru, tüzeye uygun işlemlerdir. “Eytişimsel Özdekçi” felsefeye göre doğru mantık işlemlerinin mantık kurallarına uygunluğudur.

Erol Erbirer (2 Haziran 2014)