EVRENSEL VE YEREL HER TÜR FİKİR VE DÜŞÜNCENİN OLUŞTURUMUNUN VE DEĞİŞİMİNİN ÖZGÜRCE YAPILDIĞI AVRASYASAL-ENTELEKTÜEL MERKEZ. Kadıköy Düşünce Platformu, günlük yaşamın bilim, kültür, politika, sanat, ekonomi, devlet ve yönetişim konularının sorunlarına disiplinler arası ve ötesi anlayışla holistik ve evrimselci bir yaklaşım ile çözüm arayışı çabası içindedir. ~~~~~~~~~~~~~~~~~~"KDP BÜTÜNSEL BİLİMİN ARAŞTIRMA MERKEZİ"~~~~~~~~~~~~~~~~~~
28 Haziran 2014 Cumartesi
10 Haziran 2014 Salı
Beyin Kimyasında Devrim (Mustafa Özcan, 10 Haziran 2014)
Beyin Kimyasında Devrim
Başlık özünde, tarihi bir gelişme olarak zihni etkileyen insan
beynindeki biyokimyasal süreçlerin devrim niteliğindeki bir açıklama ile çözümlenmesine
göndermede bulunmaktadır.
Bu doğrultuda hazırlanmış olan makale Fransız hekimi ve düşünürü Henri
Laborit’in(1914-1995) (*) çalışmaları
ile başlayıp hala sürmekte olan psiko-nevroz patolojik zihin durumlarının
tedavisinde çığır açan biyo-farmakolojik yaklaşımın kapsamında 1950’lerden bu
yana yapılanları ele alarak genel bir aydınlatma sağlamayı amaçlamaktadır. Ayrıca
makalede konuyla ilgisi kapsamı nedeni ile sözü edilen bazı özel psiko-nevrotik
patolojik durumların yanı sıra sağlıklı insanın “normal” psikolojik durumlarını
ilgilendiren konulara da atıfta bulunulmaktadır.
Öte yandan makale konusunun beyin biyokimyasından seçilmesinin nedeni klorpromazin
(CPZ) denen ilk psikotropik ilacın Henri Laborit tarafından 1950’lerin
hemen başındaki keşfinden bu yana geçen süre ile ilgilidir. Bana göre, o günden
bu yana geçen zaman biyokimyanın zihin ile ilgili bu alt dalının olgun bir disipline
dönüşmesi için son derece yeterli bir süreyi ifade etmektedir. Arapça kökenden
gelen bir terimle ‘sittin sene’ denen 60 yıllık bu süre genel anlamda bilimsel bir
disiplinin olgunlaşması ve sağınlaşması için hem gerekli hem de yeterli bir zaman
uzunluğuna karşılık gelmektedir.
Bu nedenle konunun artık dar akademik çevrenin ötesinde popülerizasyon amacıyla
da toplumsal boyutta bilinmesi gerektiği kanısındayım.
Hele, hele 21. Yy.’ın ilk on yılı ile ikincisinin ilk yarısında beyni ve
zihni ilgilendiren konuları neredeyse her yönden ve bilinen tüm bilgisel
görüngelerden ele alarak irdeleyen popüler bilim kitap sayısının dünyada
patladığı bu dönemde bizde de konunun bilinirliğine biraz olsun katkıda
bulunmanın ayrıca bir kaçınılmazlık olduğunu düşünüyorum.
Yani özetle makalede, beyin kimyasının ortaya çıkışı olan 1950’lerin
başındaki bu olağanüstü gelişmeye ve sonrasındaki olaylara değinilerek esasen 21.
Yüzyıl düşününde zihin-beden ilişkisinin açıklanmasında son derece kritik ve
kilit önemde katkılar sağlamaya aday bu fenomene genel karakterli bir aydınlanma
sunulması amacı güdülmektedir.
Nitekim gene bu kapsamda 21. Yüzyılın insan zihninin bütünsel çalışmasının
açıklanmasına olanak verecek pek çok gelişmeye sahne olacak olan biyolojik bir
çağın başlamakta olduğunu Zihin (**)
adlı yazımda da belirtmiştim.
Öte yandan bazı düşünürlere göre, 20. Yüzyıl ortasında klorpromazinin
keşfiyle başlayan modern bilim tarihinin olaylar zincirindeki bu mihenk taşı, yeni
bir bilimsel aşama olarak gökler mekaniğinde Galileo tarafından dünya dönüyor diye anlatılan Güneş merkezli Kopernikyen
Dizge’nin kanıtı olan söz konusu görüş kadar önemlidir.
Psikofarmakotik devrim de denen bu
olağan üstü gelişme, Henri Laborit’in
askeri kökenli anesteziyolog hekim olmasından dolayı ampütasyon ameliyatları
için daha etkin yeni bir narkoz maddesi bulmak üzere o sıralar henüz
sentezlenmiş olan klorpromazini denerken bunun şizofrenik hastalarda
halüsinasyonları (sanrıları) ortadan kaldırmakta da çok etkin olduğunu tesadüfen
fark etmesi ile başlamıştır. O tarihe kadar şizofren hastalar ve benzeri psiko-nevrozlar
elektroşok, lobotomi, psikoanaliz, telkin ve konuşma gibi tedavi ve terapi
yöntemleriyle sağaltılmaya çalışılıyor, ama çok az başarılı, hatta tamamen
başarısız olunuyordu. Oysa CPZ
kullanımı iki-üç ay gibi kısa bir sürede hastaların halüsinasyon ve deliryum şikayetlerini
azaltan, hatta tümüyle yok eden bir iyileşme etkisi göstermişti. Ancak bu tür belirtilerin
ortadan kalkması iyileşme anlamına gelmiyor, çünkü ilaç kesildikten bir süre
sonra bunlar yeniden ortaya çıkıyordu.
Konuyla ilgili araştırmalar derinleştirilerek sürdürülmüş ise de, dopamin diye bilinen ilk nörotransmitterin (Bunlar akson ucundaki
snaptik keseciklerde bulunan sinirsel iletici diye adlandırılan biyokimyasal
maddelerdir) beynin bu alanındaki snapslar arası sinir iletimini sağlayan etkili
maddeler olarak varlığının keşfi, çok sonraları,1972 yılında gerçekleşebilmiştir.
Çalışmaların devamında nörotransmitter kategorisine giren 60 çevresindeki
sinirsel ileticilerin varlığı saptanarak bunların azlığının veya fazlalığının
neden olduğu zihni bozukluklar ortaya çıkarılmış, bazılarının tedavisi
sağlanmıştır.
Bu kapsamda CPZ, ilk antipsikotik kategorideki nöroleptik ilaç olarak
yaygın bir şekilde tüm dünyada kullanılmaya başlanarak diğer psikotrop
ilaçların da hızla üretilmesine ve yaygınlaşmasına yol açmıştır. Böylece nörotransmitterlerin
bulunuşu zihin biyokimyası çağını
başlatmış ve olay büyük ve kritik tıbbi keşifler arasında başköşedeki yerini
almıştır.
CPZ’nin keşfinin hemen sonrasında 1953’te DNA molekülünün çift sarmal
yapısının açıklığa kavuşturulmasıyla
gelen genetik devrim ve onun ardından
da ortaya çıkan moleküler biyolojideki büyük keşif ve buluşlar biyolojik şafağın
habercisi olmuştur. Şafağın aydınlatıcı etkisi ve bunu tamamlayan bilişim
devriminin kapsayıcı ve itici gücü ile de 21. Yüzyıl’ın olağan üstü yeniliklere
ve yepyeni anlayışlara yelken açmakta olan harikalar
çağı başlamıştır demek herhalde
yanlış olmaz.
Bu noktadan yapılan bakışla görünen odur ki, insanoğlu için harikalar
çağı, gelecek 50 yıl içinde çeşitli
ve farklı ölümsüzlük şekillerinin anahtarlarını elinde tutan yeniliklere
tanıklık edeceği bir çağ olacaktır.
Böyle tarihsel bir aşamanın bu bağlamda insan denen varlığın kozmik
varoluşu ile ilgili psişik, etik ve metafizik kaynaklı sorunları da birlikte
getireceğini var sayıyorum. Bunları daha şimdiden öncelikli olarak tahmin etmenin
insanın kendisine meydan okuyan bu son derece önemli sorunlar karşısında takınacağı
pro-aktif tutum için bir kaçınılmazlık gereklilik olduğunu da öngörerek bu denemeyi
tamamlamak istiyorum.
Mustafa Özcan (10 Haziran 2014)
______________________
(*) Henri Laborit hakkında ayrıntılı bilgi için: http://en.wikipedia.org/wiki/Henri_Laborit sayfasına
bakılabilir.
(**) Bu makalem http://kadikoydusunceplatformu.blogspot.com.tr/2014/02/zihin-mustafa-ozcan-1-subat-2014.html adresindedir.
7 Haziran 2014 Cumartesi
Duyuru: Toplantı Saatleri - Güncelleme
DUYURU (Toplantı Saatleri - Güncelleme)
KDP Cumartesi Sohbet Toplantıları 14 Haziran 2014 tarihinden itibaren yaz dönemi boyunca 15.00 - 17.30 saatleri arasında yapılacaktır.
Ayrıca, yaz dönemi boyunca "Yaz Okulu" programında işlenecek konu başlığı "Toplum Psikolojisi" olarak belirlenmiştir.
Toplantı yeri her zaman olduğu gibi Caddebostan Kültür Merkezi'ndeki toplantı salonudur.
KDP dostlarına duyurulur.
Toplantı yeri her zaman olduğu gibi Caddebostan Kültür Merkezi'ndeki toplantı salonudur.
KDP dostlarına duyurulur.
İstek ve İstenç (Timur Otaran, 7 Haziran 2014)
İstek ve İstenç
Hegel’in
dizgesindeki kavramlar, evrensel ve tikel olarak, diyalektik yöntemle bağlanır.
İstek, evrensel ve sonsuz iken, istenç onu sınırlayan tikel karşıtıdır. İsteği
olumsuzlayan istencin ortaya çıkması ancak, insanın kendi kaderine sahip olduğunu
düşünmesi ile mümkündür.
Bireyin
tarih sahnesine çıkışını, pirinç ile buğdayın üretim farklılıklarına bağlayan
görüşler, pirincin kooperatif örgütlenmeye, buğdayın ise daha bireysel çalışmaya
dayandığına işaret etmişlerdir. Bu bakış açısı, ihtiyaçlar piramidinin ilk basamağı
olan güvenlik sorununun büyük ölçüde çözüldüğü ön kabulü ile mümkündür. Bu
durumdaki insanların, aşiret/cemaat düzeninin üyesi mi, yoksa toplumun bireyi
mi olacağını belirleyen en önemli etmenin üretim araçları ve üretim ilişkileri
olduğu düşüncesi akla yatkın bulunabilir. Diğer yandan, bu aşamaya gelememiş
pek çok topluluk olduğunu biliyoruz. Buralardaki üyenin, ne cemaatin çizdiği
çerçevenin dışında çıkmasına izin vardır, ne de bireyin buna gücü vardır. Dolayısıyla,
bu topluluklarda buğday tarımı yapılıyor olması bireyin istencinin doğmasını
tetiklemez.
İnsan davranışlarına
yön veren beynin iki farklı bölgesini, isteyen beyin ve düşünen beyin olarak sınıflamak
mümkündür. Konuya insan beyninin işleyişi açısından bakacak olursak, cemaat
üyelerinin limbik korteksi, toplum bireylerinin ise frontal lobu daha çok
kullanma alışkanlığında olduğunu söyleyebiliriz. Bunlara istek ve istenç
toplumları demek de mümkündür. Cemiyet-birey diyalektiğinin ortaya çıkışı,
cemaat-üye paradigmasını değiştirir.
Holistik bir
bakış açısına ulaşmak için, konuyu duygusal alanda da irdelemek gerekir.
Suçluluk ve utanma duygularının öne çıktığı yerler, istek ve istenç toplumlarına
göre ayrışır. Örneğin, cemaat kültürünün etkin olduğu Japonya’da utanma
duygusunun insanları intihara götürdüğü bilinir. Utanma duygusunun sebebi, hem
ait olunan topluluğun hem de onun üyesinin küçük düşürülmüş olmasıdır.
Bireyselleşmenin yüksek olduğu toplumlarda ise, duygular farklıdır. Örneğin,
bir Avustralya’lının dinsel veya seküler ahlaka aykırı davrandığında hissettiği
duygu, utanma duygusu değil, suçluluk duygusudur.
Türkiye
suçluluk ve utanma duygusunda nerede duruyor? Aşiret/Cemaat düzeni bakımından
Japonya’ya benzediğimizi düşünebiliriz. Dolayısıyla, Avustralya'ya özgü
suçluluk duygusundaki eksikliğimizi anlayabiliriz. Fakat, utanma duygusunun zayıflığını
ne ile açıklayacağız? Temel eksiğimiz, her iki duygu ile ilişki halinde olan
sorumluluk duygusu olabilir mi? Çocuklarımızın isteklerinin mi, yoksa
istençlerinin mi gerçekleşmesini istiyoruz?
Aynı yer
kürede yaşayan insanların düşünsel ve duygusal farklıklarının tinsel paralel
evrenlere işaret edip etmediğini anlamanın ufkumuzu açacağını düşünüyorum.
Timur Otaran
(7 Haziran 2014)
2 Haziran 2014 Pazartesi
DUYURU (Toplantı Saatleri)
DUYURU (Toplantı Saatleri)
KDP Cumartesi Sohbet Toplantıları 7 Haziran 2014 tarihinden itibaren yaz dönemi boyunca 14.30 - 17.00 saatleri arasında yapılacaktır.
Toplantı yeri her zaman olduğu gibi Caddebostan Kültür Merkezi'ndeki toplantı salonudur.
KDP dostlarına duyurulur.
Toplantı yeri her zaman olduğu gibi Caddebostan Kültür Merkezi'ndeki toplantı salonudur.
KDP dostlarına duyurulur.
Kısaca İnsanın Özü Nedir? (Erol Erbirer, 2 Haziran 2014)
Kısaca
İnsanın Özü Nedir?
İnsan bilerek yaşamak zorunda olan bir
varlıktır. Aklımız sayesinde belli bilgileri ediniriz, bu bilgileri
geliştiririz ve bu bilgilerden kuram denilen kuşatıcı bilgilere ulaşırız. Bilgi
olmasaydı ne olurdu ? Biz ancak bilgilerimize dayanarak yaşamak zorundayız,
bilgilerimiz olmasaydı yaşamamız da olanaksız olurdu.
Bilgi bir yargıdır, insanın toplumsal çabası
ile meydana getirdiği nesnel dünyanın yasalı ilişkilerinin düşüncesinde yeniden
üretimidir. İnsanla çevresi arasında kurulan ilişki eş
anlamda bilgi üretmektedir.
Bilimsel bilgi nesnelerin kendinden başlar,
duyular ile algılanır, usunda çeşitli soyutlamalara uğrar., kavramlaşır,
ulamlaşır, yasalaşır. Sonra yeniden
doğaya döner ve kendisini pratikte doğrular. Başka bir deyişle yöntemle elde
edilen ve pratikte doğrulanan bilgidir. Güvenli tek yol bilimsel bilgidir.
Gerçeğe varmanın yolu bilimsel bilgiden geçer.
Hakikat, nesnel gerçeğin düşüncedeki
yansımasıdır. Hakikat gerçeğin kendisi değil yansısıdır. En iyi açıklamayı “Eytişimsel
Özdekçilik” yapar.
Hakikat daima nesneldir. Çünkü, nesnel olan
bir şeyden yansır. Hakikat ölçütü pratiktir. Hakikat ve doğruluk özdeş
kavramlar değil birbiriyle bağlantılı kavramlardır.
Doğruluk, mantıksal işlemin hakikat ise
bilgisel işlemin bir niteliğidir. Mantık kuralları da son çözümlemede nesnel
gerçeklikten yansır. Pratikte doğrulanan her düşünce, nesnel gerçeklikten
hakikat olarak yansımış demektir. Hakikatın içeriği nesneldir ve insanlarca
yaratılamaz. Mantık düşüncenin düşünceyle doğrulanması bilimi, doğru düşünce
yöntemidir.
Doğru, tüzeye uygun işlemlerdir. “Eytişimsel Özdekçi”
felsefeye göre doğru mantık işlemlerinin mantık kurallarına uygunluğudur.
Erol Erbirer (2 Haziran 2014)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)