Matematiği Yeniden Düşünmek
Bir önceki yazımda üzerinde durduğum “bir” olgusunun fiilen doğal gerçeklikte
bulunmayışı hakkındaki düşüncemden hareket ile bunun matematiğe yansıyabilecek
mütekabil durumuna geçiş yaparak konuyu bir de nicel soyutlama yönü ile matematiksel görüngeden irdelemek
istiyorum.
Biraz daha açmak gerekirse, niyetim, yazıda örneğini
verdiğim düşünce deneyinden “bir” diye adlandırdığımız sayısal nesnenin, sayısal
kendiliğin sadece sanal (zahiren)
olarak var olduğunu, oysa doğal gerçeklikte ‘bir’in var olmadığını
etno-matematiksel bakıştan saptayarak doğrulamak istiyorum.
Nitekim böyle bir durumun ilkel toplumlarda var olduğunu
teyit eden bazı antropolojik çalışmaların
yapılmış olduğu ayrıca da bilinmektedir. Söz konusu ilkel toplumlarda, modern
toplumlardan farklı olarak şeylerin topluca bulunması durumu olan somut (olgusal) varlık kümeleri için
iki, üç gibi adetsellik anlatan nicelik belirtmeleri yerine her bir
durum için ayrı nitelik belirteçlerinin
kullanıldığı görülmektedir. Bu da, üçe
kadar olan olgusal varlık kümelerinin sayılmasında “bir” sayısının sayma için katlanan
soyut birim haline gelmediğini, yani
çokluk halinin maddi içeriğinden soyutlanmadığını göstermektedir.
Diğer bir deyişle, saymayı Peano’nun sayı sistemi aksiyomundaki bir sayısının eklemeli
ardıllaştırılması şeklindeki tekrarların toplamı olarak görürsek, bazı ilkel
Afrika kabilelerinde keşfedildiği gibi, tekrar işlemi (rekürsiyonun) olgusunun zihinde “bir” diye bilinen sayısal temsil
edeni bulunmadığı anlamına gelmektedir. Etno-matematikçiler
tarafından keşfedildiği gibi bu kabileler dört âdete kadar olan çokluk ile
ilgili olguları nicel bir sayma
işlemi ile değil de her bir durum için nitel
bir belirteç kullanarak ifade etmektedir.
Özetle, her bir nesnel çokluğun her bir adetsel düzeyi
için ayrı bir nitel betimleyici ifade bulunmakta ve eğer sayma işlemi kısıtlı
da olsa yapılıyorsa bu sadece üç veya daha sonrasındaki çoklukların nicel
belirlenmesi işinde kullanılmakta olduğu görülmektedir.
Öte yandan bu tespit bizi doğada tam olmayıp küsuratı
sonsuza giden irrasyonel sayıların esas
olarak derin doğal gerçeği temsil edenler olduğu sonucuna da götürür.
Bu durumu matematiksel
dünyada anlamak içinse matematiğin temellendirilmesine biçimsel sayma
sırasındaki sayıların ilki olanı “bir” yerine çokluk hallerine sezgisel yoldan yaklaşan bir sayısal konstrüktivizmi nicelliği
belirtmedeki dizge olarak kullanabiliriz. Bu durumda temel sayma birimi olarak “bir”
yerine hiçbir zaman birbirine bölünmeyen asal sayıları ardışık öğeler, yani birim
olarak kullanmak mümkündür.
Böylece kesin olan “bir” yerine kesin olmayan,
sezgisel olarak elde edilen “bir”den çok az farklı sayıları onun yerine koyarak
fraktal yapılara, çözülemeyen olarak
kalan asal sayılar dağılımı
örüntülerine varabiliriz. Nasıl ki karmaşık
sayılarla, bulanık mantıkla
işlem yapılabiliyorsa sezgisel kavrayışa dayanan “bir”den çok az farklı
öğelerle de hesap yapmak, işlemlerde bulunmak, algoritmalar geliştirmek mümkün
olabilir diye düşünüyorum.
Yeni bir matematik arayışı olarak adlandırabilecek bu tür
çalışmaların ne kadar elverişli sonuçlar ortaya çıkaracağını kestirmek güç
olmakla birlikte matematikte bu yöndeki taleplerin geçen yüzyıldan beri var olduğunu,
ancak tatminkâr sonuç alıcı girişimlerin bulunmadığını belirtmek gerekir.
Gene de bu alanda nadiren de olsa ortaya çıkmış bazı
girişimleri sadece isimlendirerek anımsamakta yarar olduğu kanısındayım: Standard dışı analiz ile “üçüncü halin olabildiği”, “dördüncü
boyutun var olduğu” yeni yaklaşımlar, sezgiselliğin
ve diyalektiğin geçerli olduğu yeni matematikler.
Ayrıca, bu doğrultudaki arayışların önünü açmak
gayretinde olan Henri Poincare, İmre Lakatos ve Karl Popper gibi tanınmış düşünürlerin yanı sıra yeni matematik yönünde az da olsa kafa
yormuş pek çok matematikçiyi anımsamadan geçmemek gerekir.
Bu matematikçilerin bazılarından sonraki yazılarımda
söz etmek elbette onlar tarafından çoktan hak edilmiş tanınma için mütevazı bir
fiil olacaktır.
Mustafa Özcan (17 Mart 2014)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder