EVRENSEL VE YEREL HER TÜR FİKİR VE DÜŞÜNCENİN OLUŞTURUMUNUN VE DEĞİŞİMİNİN ÖZGÜRCE YAPILDIĞI AVRASYASAL-ENTELEKTÜEL MERKEZ. Kadıköy Düşünce Platformu, günlük yaşamın bilim, kültür, politika, sanat, ekonomi, devlet ve yönetişim konularının sorunlarına disiplinler arası ve ötesi anlayışla holistik ve evrimselci bir yaklaşım ile çözüm arayışı çabası içindedir. ~~~~~~~~~~~~~~~~~~"KDP BÜTÜNSEL BİLİMİN ARAŞTIRMA MERKEZİ"~~~~~~~~~~~~~~~~~~
29 Mart 2014 Cumartesi
17 Mart 2014 Pazartesi
Matematiği Yeniden Düşünmek (Mustafa Özcan, 17 Mart 2014)
Matematiği Yeniden Düşünmek
Bir önceki yazımda üzerinde durduğum “bir” olgusunun fiilen doğal gerçeklikte
bulunmayışı hakkındaki düşüncemden hareket ile bunun matematiğe yansıyabilecek
mütekabil durumuna geçiş yaparak konuyu bir de nicel soyutlama yönü ile matematiksel görüngeden irdelemek
istiyorum.
Biraz daha açmak gerekirse, niyetim, yazıda örneğini
verdiğim düşünce deneyinden “bir” diye adlandırdığımız sayısal nesnenin, sayısal
kendiliğin sadece sanal (zahiren)
olarak var olduğunu, oysa doğal gerçeklikte ‘bir’in var olmadığını
etno-matematiksel bakıştan saptayarak doğrulamak istiyorum.
Nitekim böyle bir durumun ilkel toplumlarda var olduğunu
teyit eden bazı antropolojik çalışmaların
yapılmış olduğu ayrıca da bilinmektedir. Söz konusu ilkel toplumlarda, modern
toplumlardan farklı olarak şeylerin topluca bulunması durumu olan somut (olgusal) varlık kümeleri için
iki, üç gibi adetsellik anlatan nicelik belirtmeleri yerine her bir
durum için ayrı nitelik belirteçlerinin
kullanıldığı görülmektedir. Bu da, üçe
kadar olan olgusal varlık kümelerinin sayılmasında “bir” sayısının sayma için katlanan
soyut birim haline gelmediğini, yani
çokluk halinin maddi içeriğinden soyutlanmadığını göstermektedir.
Diğer bir deyişle, saymayı Peano’nun sayı sistemi aksiyomundaki bir sayısının eklemeli
ardıllaştırılması şeklindeki tekrarların toplamı olarak görürsek, bazı ilkel
Afrika kabilelerinde keşfedildiği gibi, tekrar işlemi (rekürsiyonun) olgusunun zihinde “bir” diye bilinen sayısal temsil
edeni bulunmadığı anlamına gelmektedir. Etno-matematikçiler
tarafından keşfedildiği gibi bu kabileler dört âdete kadar olan çokluk ile
ilgili olguları nicel bir sayma
işlemi ile değil de her bir durum için nitel
bir belirteç kullanarak ifade etmektedir.
Özetle, her bir nesnel çokluğun her bir adetsel düzeyi
için ayrı bir nitel betimleyici ifade bulunmakta ve eğer sayma işlemi kısıtlı
da olsa yapılıyorsa bu sadece üç veya daha sonrasındaki çoklukların nicel
belirlenmesi işinde kullanılmakta olduğu görülmektedir.
Öte yandan bu tespit bizi doğada tam olmayıp küsuratı
sonsuza giden irrasyonel sayıların esas
olarak derin doğal gerçeği temsil edenler olduğu sonucuna da götürür.
Bu durumu matematiksel
dünyada anlamak içinse matematiğin temellendirilmesine biçimsel sayma
sırasındaki sayıların ilki olanı “bir” yerine çokluk hallerine sezgisel yoldan yaklaşan bir sayısal konstrüktivizmi nicelliği
belirtmedeki dizge olarak kullanabiliriz. Bu durumda temel sayma birimi olarak “bir”
yerine hiçbir zaman birbirine bölünmeyen asal sayıları ardışık öğeler, yani birim
olarak kullanmak mümkündür.
Böylece kesin olan “bir” yerine kesin olmayan,
sezgisel olarak elde edilen “bir”den çok az farklı sayıları onun yerine koyarak
fraktal yapılara, çözülemeyen olarak
kalan asal sayılar dağılımı
örüntülerine varabiliriz. Nasıl ki karmaşık
sayılarla, bulanık mantıkla
işlem yapılabiliyorsa sezgisel kavrayışa dayanan “bir”den çok az farklı
öğelerle de hesap yapmak, işlemlerde bulunmak, algoritmalar geliştirmek mümkün
olabilir diye düşünüyorum.
Yeni bir matematik arayışı olarak adlandırabilecek bu tür
çalışmaların ne kadar elverişli sonuçlar ortaya çıkaracağını kestirmek güç
olmakla birlikte matematikte bu yöndeki taleplerin geçen yüzyıldan beri var olduğunu,
ancak tatminkâr sonuç alıcı girişimlerin bulunmadığını belirtmek gerekir.
Gene de bu alanda nadiren de olsa ortaya çıkmış bazı
girişimleri sadece isimlendirerek anımsamakta yarar olduğu kanısındayım: Standard dışı analiz ile “üçüncü halin olabildiği”, “dördüncü
boyutun var olduğu” yeni yaklaşımlar, sezgiselliğin
ve diyalektiğin geçerli olduğu yeni matematikler.
Ayrıca, bu doğrultudaki arayışların önünü açmak
gayretinde olan Henri Poincare, İmre Lakatos ve Karl Popper gibi tanınmış düşünürlerin yanı sıra yeni matematik yönünde az da olsa kafa
yormuş pek çok matematikçiyi anımsamadan geçmemek gerekir.
Bu matematikçilerin bazılarından sonraki yazılarımda
söz etmek elbette onlar tarafından çoktan hak edilmiş tanınma için mütevazı bir
fiil olacaktır.
Mustafa Özcan (17 Mart 2014)
15 Mart 2014 Cumartesi
Twitter hesabımız
Kadıköy Düşünce Platformu olarak Twitter hesabımızı açmış bulunuyoruz; @KadikoyDusunce
7 Mart 2014 Cuma
Milenyum Problemleri ve Yeni Bir Matematiğin Gerekliliği (Mustafa Özcan, 7 Mart 2014)
Milenyum Problemleri ve Yeni Bir Matematiğin Gerekliliği
Clay Matematik Enstitüsü (*), 2000’nin başında Milenyum (Binyıl) Problemleri diye adlandırdığı matematiğin farklı dallarında hala çözülmemiş, zor yedi sorunu belirleyerek her birini çözene birer milyon dolar ödül vereceğini ilan etti. Böylece, bir bakıma, 21. Yüzyılda yapılacak çözülememiş problemler konusundaki matematiksel çalışmalar için bir asır boyunca sürecek olan yedi doruk hedefin ne olduğunu belirlemiş oldu.
Clay Enstitüsü'nün tespit ettiği problemler listesinin içeriği şöyledir:
1.
Birch-Swinnerton-Dyer Konjektürü
2.
Hodge Konjektürü
3.
Navier-Stokes Denklemi Problemi
4.
P=NP Denklemi Problemi
5.
Riemann Hipotezi
6.
Yang-Mills Kuramı Denklemi Problemi
7.
Poincaré Konjektürü
Ayrıca eğer Riemann
Hipotezi, P=NP Denklemi, Hodge Konjektürü
(kestirimi, tahmini varsayımı), Yang-Mills Kuramı, Poincare Konjektürü, Navier
Stokes Denklemi, Birch ve Swinnerton-Dyer Konjektürü problemlerden birinin çözümü
bulunduğunda Clay Matematik Enstitüsü'ne göndermeden önce ilkin muhakkak uluslar
arası kabul gören hakemli bir dergide yayımlatılması gerekmektedir (**).
Ödüllü Yedi Milenyum Problemi listesinde yüzyıl sonra dahi yer işgal ediyor olması bu sorunun ne denli çetrefil olduğu ve çözüm için derinlikli ve farklı bir algoritma gerektirdiğini göstermesi bakımından çok önemlidir diye düşünüyorum.
Bu matematiksel sorunun diğerleri gibi binyılı başlatan bu yüzyıl içinde çözümü bulunacak bir sorun değil de çözümü belki de tam binyıl tutacak bir sorun olarak kayda geçmesi gerektiği yönünde tarihe not düşülmesinin yerinde olacağına inanıyorum.
Çünkü yedi problemden biri olan Henri Pointcaré Konjektürü daha 2006
yılında resmi olarak teorem statüsüne yükseldi. Yani problem çözüldü. Çözüme
ulaşan kişi ise Rusya’daki Sen Petersburg Steklov Enstitüsü matematikçilerinden Grigori Perelman oldu. 2002 yılında yayımladığı kanıtın doğruluğu Dünya Matematikçiler Birliği'nce 2006
yılında yapılan kongrede resmen kabul edildi.
Diğer bir problem olan Navier-Stokes Denklemleri'nin de
çözüldüğü gene 2006 yılında duyurulsa da çözüm yeterince tatminkar görülmüş olmasa
gerekir ki konu ile ilgili değerlendirmelerin tamamlandığına dair henüz bir
bilgiye ben şahsen ulaşmış değilim.
Öte yandan deneyler ve bilgisayar destekli simülasyonları Yang-Mills Denklemleri’nin kuantum sürümlerinin çözümleri "kütlesel bir
boşluk"un var olduğunu düşündürmektedir. Ama bu özelliğin hiçbir kanıtı
bilinmektedir.
Doğaldır ki gerçek matematik
sevdalıları parasal ödül için değil matematik yapmayı sevdikleri için bu tür
uğraşlara girmekten kaçınmamaktadır. Bu da matematik sevdalıları sırf başarılı
olmak için zor ve karmaşık bu sorunları çözmeye yönelik böyle olağan üstü çabalar
göstermesi gerçekten de takdire şayan bir husustur.
Bu sorunların, uzun yıllar boyu çözülmeye
ısrarla direnen cinsten olmaları bunların aynı zamanda matematiğin standartlarını
değiştirecek nitelikte çözüm gerektirir olmalarından ileri gelmektedir. Diğer
bir deyişle de burada şimdikinden ayrı bir mantıksallığa oturtulmuş algoritmalar,
yani yeni bir tür mantıksallığı ortaya koyacak yeni kavrayış biçimlerinin
benimsenmesi gerektiği sonucu dahi çıkarılabilir.
Nitekim iteratif çözümlerde ve
benzetimlerde kullanılan bilgisayarlı tekniklerin olağan üstü gücünün desteğinde
dahi tatmin edici sonuçlara ulaşılamaması burada matematiğin standart yapısı
dışında bir yaklaşım gerektirdiği anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle, mevcut
matematik kavrayışı, anlayışı ve yaklaşımı bu sorunların çözümü için yeterli kapasite
ve olanak sunamamaktadır.
Bu görüngeden bakıldığında Binyıl
Problemleri’ni anlamak için muhakkak üniversite matematiği tahsiline dayalı
matematik sahibi olmanın gerekli olmadığı da anlaşılmaktadır. Başka bir deyişle, burada ‘doğal mantıksallık’
yolu ile çözüme elveren yeni bir matematiksel düşünüş, kavrayış biçimi oluşturulduğunda
sonuca ulaşma koşullarının yaratılabileceği anlamına çıkmaktadır.
Örneğin Riemann Hipotezi sorununu
çözemeye çalışanın çoğunlukla şimdiye dek alışıla geldiği gibi sadece Fermat'ın son teoremini, Goldbach ya da İkiz Asallar Kestirimi’ni mevcut matematik standartları
çerçevesinde anlamaktan daha fazlasını ortaya koymanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Belki de bu konuda ABD’li
matematikçi Hugh Montgomery (****)
‘nin yaptığı gibi asal sayı dağılımındaki aralıkların örüntüsü ile atom
çekirdeği enerji düzeylerinin örüntüsü arasında benzeşim (analoji) kurmak
gerekmektedir.
________________
(*) ABD’nde Cambridge Massachusetts'de bulunmaktadır.
(**)
Daha ayrıntılı bilgi için www.claymath.org(***) Hilbert’in bir asal sayı olan 23’ü seçmiş olması oldukça manidardır. Bu daha pek çok önemli olguda olduğu gibi insandaki kromozon çiftinin de sayısıdır.
(****) http://en.wikipedia.org/wiki/Hugh_Montgomery_(mathematician)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)