11 Ocak 2013 Cuma

ZEKÂ (A.Erol Erbirer, 11 Ocak 2013)


Zeka


Zekâ beynimizin bir işlevidir. Zekâ da bir yargı verir, belli bir bilgiyi ortaya koyar, burada akıl ve zekâ arasındaki ayrımı bilmemiz gerekiyor.

Akılla zekâ aynı şey değildir. Akıl da bilgi verir, zekâ da bilgi verir. Aralarındaki en önemli ayrım, akıl geniş kuşatımlı düşünürken zekâ dar kuşatımlı düşünür. Ayrı bir deyişle akıl geniş kuşatımlı bilgiler üretirken zekâ problem karşısında hemen cevap üretir. Zeki dediğimiz insan zaten budur. Zekâ olgusal bilgiler üretir. Zekâ sorunlar karşısında hemen yanıt bulmaktadır. Fakat bu yanıtın geniş kuşatımlı olması gerekmez. Bu nedenle zeki insanlar pratikte fevkalade başarılıdırlar, fakat yaptıklarının uzun süre için geçerli olduklarını söylemek her zaman için kuşkuludur. Bir insan bireyinde akıl da vardır zekâ da vardır. İnsandaki akıl düzeyi daha fazla ise o kimse akıllıdır zekâ düzeyi fazla ise o kimse zekidir, ancak insan düşünme tembelliği yapıyorsa zekâdan ve dolayısıyla akıldan yoksun olur. Önemli olan ise bu iki gücün dengeli olmasıdır. Zeki olan bir kimse her şeye son derece kesin cevaplar buluyor fakat daha ilerisini düşünmediği için tökezleyebiliyor. İşte bu nedenledir ki bütün ahlak öğretileri bütün bilimsel kuramlar, bütün felsefeler her zaman akla dayanır. Bunun sonucu olarak akıl daima büyütülür.

Değerli dostlarım burada biraz dikkatli olmamız gerekiyor. Çünkü insan aynı ad altında iki olanaktan meydana gelmiştir. İki büyük potansiyelin bileşimidir. Bunlardan biri ilkel diğeri insan gücüdür. Akıl dediğimiz güç ilkelin eline geçerse çok büyük kötülükler yapabilir. Akıl içimizdeki insanın eline geçerse büyük iyilikler ve güzellikler yapabilir. Hâlbuki insanda haz öğesi, zevk öğesi çok fazladır ve bizi daima baskısı altında tutar. İnsanlığımızı öne çıkarmamızı engellemeye çalışır. İkincisi zordur ancak belli bir süre sonra insanlığımızın tadını aldıktan sonra o yolda yürüyebiliriz.

Değerli dostlarım peki aklı nasıl kullanalım ki ortaya düzenli ve iyi sonuçlar çıksın. Bildiğiniz gibi akılla büyük kötülükler yapabiliyoruz. Öyleyse akla değil, aklı kullanan anlayışa, aklı yönlendiren görüşe, aklı biçimlendiren iradeye bakmak lazımdır. Anlayış, görüş, irade gibi iyi şeylerin tek başına ortaya çıkması mümkün değildir. Bunların hepsi bilgidir ve bunlar akılla ortaya çıkmaktadır. İnsanlığın ilk başlangıcına bakacak olursak insanoğlu bilmek zorunda olan bir varlıktır. Dünyaya yaklaşımı, olaylara ilk yaklaşımı, hayal gücü, duyguları, korkuları, kendisiyle olan gözlemlerini aklı ile birleştirmesi daha ötede yüce birtakım güçleri hissetmesi ve bütün bunlarla bir doğa açıklaması yapması gerekiyordu. İnsanoğlu doğa açıkla­malarında ilkin mitosları kullandı. Doğa açıklamalarını mitoslarla yaptı. Bilindiği gibi hemen her toplumda mitolojiler vardır. İnsan doğadaki her şeyi soruyordu ve bunları bir şekilde açıklamak zorunda idi. Dolayısıyla her zaman bir mitos yaratıyordu.  Antik yunan düşüncesi içerisinde daima diyalektik söz konusu idi.

Problem: Horoz sabahları niçin erken öter? Bir hipotez ortaya koyuyor. Açıkla­ma yapacağı aklını ona göre kullanacağı bir ortam var. Bu ortam nedir? Tanrılar ortamı. Peki, bu tanrılar ortamı nedir? Tıpkı insanlar ortamı gibi. Bir olguyu, bir olayı tanrılardan yola çıkarak canlandırıyor. Değerli dostlarım, siz bu olayın anlatımına inanmaz iseniz bu açıklama basit bir hikâyedir. Eğer inanır iseniz bu olay gerçektir. Mitoslar ise daima inanca dayanıyordu. Bir dönemlerde Mısır, Mezopotamya ve Babil'den gelen birçok bilgi doğu Akdeniz potasında yoğrulmakta idi. Bu bilgiler tıp astronomi, matematik, mimari ve değişik bilgiler idi. Bu devirde gezici ozanlar şunu soruyorlardı acaba bu evrenin dokusunu oluşturan her şeyin kendinden var olduğu ARKE diye bir şey var mı? Gezici ozanlar bunları sorarken bir düşünür, bir matematikçi, bir doğa gözlemcisi ve bir astronom olan THALES Arke dediğimiz şeyi ilk olarak Mitoslardan ayrı araştırmaya başladı. Thales özdeyi (Maddeyi) nesnelerin başlangıcı sayan düşünceyi ilk kez ortaya koyanlardandı. Thales ilk olarak maddeyi yine kendinde olan bir madde ile (Akıl) açıklıyordu. Mitoslarla değil. İşte bu bilgilen­mede objektifliğin ilk adamıydı. Thales nesnelerin kökü Arke'yi, su olarak görüy­ordu. Thales'in suyu başlangıç yapması çok önemlidir. Evrenin oluşumunu dinsel öykülerle anlatmaması bir ilerleme evresidir. Deviminin (hareketin) nedenini doğaüstü bir etkide bulmuyor özdeğin içerisinde arıyordu. Bu görüşün tarihsel önemi büyüktür. Thales'in inanmadan bilmeye yönelmesi metafizik aydınlanmanın en güçlü yanıdır. Felsefe dediğimiz düşünme biçiminin ortaya çıkışı aynı zamanda bi­limsel bir tavırdan başkası değildir. Bu durum batıda Rönesans’la birlikte gerçeğin kendisine dayanarak ve kendi içerisindeki kurallığı, yasallığı bulunarak açıklanması çalışmaları hız kazandı. Akıl dediğimiz beynimizin işlevi Rönesans’la yeni bir atmos­fer altında yeni bir bakış açısında işlenmeye başladı. Bilimsel çalışmalar geliştikçe buna paralel olarak teknolojik çalışmalarda gelişti. Özellikle sanayi devriminden sonra teknolojik çalışmalar bugünkü düzeyine ulaştı.

Değerli dostlarım,  biz bütün çabalarımıza karşın her şeyin bilgisini kolaylıkla ve net olarak elde edemeyiz. Şayet elde edebilseydik insandan söz edemezdik. Çünkü bütün davranışlarımız belirlenmiş olurdu. Buna karşın sınırlı olan bilgiler­imize rağmen insanoğlu çok yüksek çok değerli yaşamlar gerçekleştirebilir. Akıl burada bize katkıda bulunur, güç verir. Bu nedenle aklın önemli bir işlevine daha değinmek isteriz bu da aydınlanmadır. Yeniçağ aydınlanmasının başlangıcı olan Rönesans ulus toplumlarının doğduğu ulus bilincine, öz değerlere dönme çağıdır. Macit Gökberk orta çağın evrenselliğinden (ümmet toplumu) Rönesans’la başlayan ulus devletlerine doğru gidişi bir aydınlanma sonucu olarak görür ve aydınlanmanın batıda olduğu gibi bizde de kültür değerlerini herkese, halkın anlayacağı ulusal bir dille yaymak demektir der. İslam dünyasına Alevlisiyle, Sünnisiyle, İslam insanın usçu düşünceyi yeniden yaşama döndürmesi ancak 20'nci yüzyılda Anadolu'da gerçekleşecek ve ilk adım 1924'te halk adına T.B.M.M. de atılacaktır. Bu atılım demokrasi koşullarını içeren, akıllı düşünceyi temel yapan, dinin bireysel vicdanda­ki yerini titizlikle koruyan,  laik yaşama geçiştir. Bu aydınlanma Halkevleri, Köy Enstitüleri, Halk odaları ile kurumsallaşacaktır. Aklın en önemli işlevlerinden birisinin eleştiri olduğunu daha önce söylemiştik. Eleştiri yalnızca yergi değildir. Hakkını verme olayıdır. Ne kadar doğru ne kadar yanlış, ne kadar iyi ne kadar kötü gibi eleştiriyi aklımızı kullanarak ve öneride bulunarak yapmalıyız. Sırf eleştirmek için eleştiri yapılmamalıdır. Aydınlanmadaki akıl eleştiren akıldır. Kant, ünlü aydınlanma nedir? yazısının başında şöyle formülleştirmektedir; Aydınlanma, insanın kendisinin sebep olduğu ergin olmama durumundan çıkmasıdır. Ergin olma­mak insanın kendi usunu, başkasının yönetimi olmadan kullanamaması demektir. Ergin olmayış insanın kendi suçudur. Çünkü bunun nedeni usun yetersizliğinden değil, usunu başkasının yardımını almadan kullanılmasındaki kararsızlık ve yürek­sizliğinde yatmaktadır. Kendi usunu kullanma yürekliliğini göster, işte aydınlan­manın sloganı budur der.

Tarihte yapılan her iyi şey (Hümanite) insanlık için yapılmıştır. Tarihin her yerinde insanın kendisini bir çeşit (hümanite) insanlık için geliştirmeye çalıştığını görürüz. Ulusların tarihi hümanite ile insanlık haysiyetinin en güzel sonucuna erişmek için bir yarışma okuludur. Aklın düzenli ve sürekli kullanılmasıyla aydınlanma gerçekleşir. İnsan yaşamı bir gelişmedir. Bir mükemmelleşmedir. Bir aydınlanmadır. İnsanlığın yapmak istediği ve insanlığa yaraşan da budur.


      Kaynakça:

1.         Akılcılık (John Gottingham)

2.         Tarihte akıl (Friedrich Hegel)

3.         Felsefenin ABC’si ( Önay Sözer)

4.         Kant ile Herder’in tarih anlayışları (Macit Gökberk)

5.         Felsefe sözlüğü ( Orhan Hançerlioğlu)


A. Erol Erbirer (11 Ocak, 2013)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder