6 Ocak 2013 Pazar

AKIL (A.Erol Erbirer, 6 Ocak, 2013)

Akıl

Akıl beynin bir işlevidir. Bütün yüksek organizmalı canlılarda beyin bulunmasına rağmen akıl yalnızca insanda ortaya çıkar. Dik duran bir yaratık olmasıyla insan, aklı kullanmak yeteneğini elde etmiştir. Bu örgütlenimi yüzünden insan ince duyulu olmuştur. Akıl olmasaydı insan yaşamı olanaksız olurdu. Kant'a göre içinde yaşadığımız ve bizim var olma ortamımız olan uygarlık iki organımızın çalışmalarına dayanır. Bunlardan birincisi akıl’dır ikincisi ise El’dir. Herhangi bir uygarlık ürününden akıl ve eli çıkarırsak geriye ne kalacağını rahatlıkla görebili­riz. Ancak insanda akıl ortaya çıkarken diğer organlarında bir gerileme olmuştur. Eğer böyle bir gerileme olmasaydı insan ortaya çıkmazdı. Doğada bütün canlılar bulundukları ortamın bir ürünüdürler. Afrika'da yaşayan bir hayvanı kutba götürür­seniz ölür. İnsanı dünyanın neresine götürürseniz götürün gerekli tedbirleri alarak yaşar. Dik yürümesi insana başka hiç bir yaratıkta olmadığı gibi her iklime dayanma olanağını vermiş, böylece insan yeryüzünün her yanına yayılmış bütün yeryüzünün egemeni olmuştur. Bulundukları ortam ile var olan hayvan doğadan toplar, dünya ile hatta uzay ile var olan özgür insan ise emeğiyle üretir, değiştirir hizmetine koşar. Hayvanlar bulundukları ortam ile özgür insan ise dünya ile hatta uzay ile vardır.

Akıl, beynimizin bilgi edinme, bilgi işleme, geliştirme ve kurumsallaştırma işlevidir. Aklımız sayesinde belli bilgileri ediniriz. Bu bilgileri geliştiririz ve bu bilgilerden kuram dediğimiz kuşatıcı görüşlere ulaşırız. Peki, neden bilgiye gerek var. Bilgi olmasa ne olurdu? Biz ancak bilerek ve bilgilerimize dayanarak yaşamak zorun­dayız. Bilgilerimiz olmasaydı yaşamımızda olmazdı. Buna karşın hayvanlarda sabitlenmiş bilgiler var. Adeta doğuştan birtakım bilgileri beraberinde getiriyor. İnsanda böyle bir şey yok. İnsan kendi bilgilerini kendi üretecek ve o bilgilere göre davranacak, işte akıl burada ortaya çıkıyor. Ancak akıl duyu verileri ya da algılar olmadan tek başına çalışamıyor. Dış dünya ilk verilerimiz için algıya ihtiyaç vardır.

Kant'a göre de akıl tek başına çalışmaz, duyu verileri tek başına bilgi edinmez ikisinin bir araya gelmesi ile ortaya düzgün ve düzenli bir şey çıkar. Ne var ki akıl sadece bunlarla da çalışmaz daha sonra elde ettiği bilgileri birbiriyle ilişkiye getirir ve bu bilgilerden eksikliklerini görür. Başka bilgilerle birleştirerek genel bilgilere ulaşmaya çalışır ve bilginin durumunu eleştirir. Bilgi nedir? Bilgi bir yargıdır. İnsan duyu organlarıyla bu evreni algılar. Burada algılayan ben (subje) ile algılanan nesne (obje) vardır. İnsan dış dünyanın yanında kendinin iç dünyası da insan için bir obje olur, bu objeler duyumsama yolu ile insan beyninde izler bırakır, bu bağlamda basit olarak bu izler üzerinde yapılan (ansal) zihinsel etkinliğe düşünme dersek, insan düşünce yolu ile soyutlamalar yaparak kavramlara ulaşır. Kavramlar arasında ilişkiler kurarak yargılara varır, çıkarsamalar yapar, bu sürecin sonunda oluşan ürüne bilgi denir. Başka bir deyişle insanın toplumsal çabasıyla meydana getirdiği nesnel dünyanın yasalı ilişkilerinin düşüncesinde yeniden üretimidir, insanla çevre­si arasında kurulan yasalı ilişkilerinin düşüncesinde yeniden üretimidir. İnsanla çevresi arasında kurulan ilişki eş anlamda bilgi. Dil de aklın bir ürünüdür. Yani dil olmazsa bilgi olmaz, akıl olmazsa dil olmaz (böylece akıl kendi organını yansıtıyor). Dilin insan yaşamına zorunlu katkısı düşünmede kendini açığa vurmasıdır. Aslında dil ile düşünce bir bütünün parçasıdır. Düşünme dilde kurar ken­dini. Dil düşünmeyi biçimler, hayvanın geçmişi ile hiç bir bağı yoktur. Buna karşın insan, tarihinin bir ürünüdür. Tüm insan başarıları kendisinden önce yaşayan insan kuşaklarının başarılarına dayanır. Bunun için denebilir ki tüm insan başarıları (insan kültürü) dilin ürünüdür. Ellerin kullanılması ile iş ve dilin etkisiyle beyin gelişmiştir. Beynin gelişmesi ile duyu organlarının gelişmesi yan yanadır. Kant “el dışarıya uzanan beyindir” derken bunu amaçlıyordu. Dilin çalışması ile beynin gelişmesi, beynin gelişmesi ile dilin çalışması, canlı cansız bütün doğayı temelin­den sarsmış ve yeni baştan düzenlemiştir. Dil ve düşünce insanı insan eden özel­liklerin başında gelmiştir. İnsan evrene açılan tek canlıdır. Bu açılmayı dilin düşüncesi ve aklı sağlamıştır. Böylece yargı dediğimiz olay (bilgi dediğimiz olay) bilmek isteyen (subje) ile bilmek istenen (obje) arasındaki bir ilişkide ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla akıl değişik biçimlerde yargılara varır ve bütün bu yargılardan değişik biçimlerde bilgiler üretir.

Aristo Tales'e göre, bütün insanlar doğadan bilme eğilimine sahiptir. Bilme eğilimi yalnızca bilmeyi istemeyi değil, bu istemin istediğini elde etmesini yani kısaca bilmeyi de içermektedir. O zaman insan doğal olarak bilebilen, evet bilmeyi bilen bir varlık oluyor. Bu durum bilmenin insanın bir olanağı aynı zamanda bir erki, bir gücü olduğunu çok iyi anlatıyor. Görülüyor ki; bilmek, bilebilmeyi, bilmeyi içeriyor ve içerdiği ölçüde de salt bir istek olmaktan çıkıyor. Bilmeyi istemekten daima daha fazla bir şey oluyor. İşte insan bilgilerini bilimsel bilgi düzeyine vardırmasını doğru bilginin kuramını geliştirmesini bu anlamdaki bir bilme eğili­mine borçlu, bilme yetisi anlamında işlerlik kazanmış olan bilme eğilimine akıl ya da us diyoruz. Akıl insanın bilme yetisi olunca ve yeniçağda akıldan söz edil­ince insandaki bilme isteğinden, bilmeden, bilgiden, bilgelikten, doğru bilgiden söz etmek gerekiyor. Kant'a göre akıl (us) bir canlı varlıkta o varlığın bütün güçlerinin kullanımını doğal içgüdülerinin çok ötesine doğru genişletme yetisidir. Aklın (usun) tasarıları, gizil gücü sonsuzdur. Ancak bu gizil güç kendini yavaş yavaş açar, gerçekleştirir, çünkü us doğanın insana vermiş olduğu bir yeti olmakla birlikte onun işlemesi içgüdülere göre olmaz; sınama deneme ve öğrenmeye gereksinme gös­terir. Bunun sonucu olarak da bilginin dünyayı kavramasının bir basamağından öbürüne yavaş yavaş ilerler insan, insanın usunu tam olarak kullanması bireylerde değil, ancak insan türünde, genel insanlık planında gerçekleştirilebilir. Kant’a göre insanın mutluluğu kendi özüne, yani yetkinliğine erişmesi ile bağlantılı, bir başka deyişle insan, ancak kendi belirlenimine uygun bir düzeyin saygınlığına eriştiğinde mutlu olacaktır.

Kaynakça:

1.         Akılcılık (John Gottingham)

2.         Tarihte akıl (Friedrich Hegel)

3.         Felsefenin ABC’si ( Önay Sözer)

4.         Kant ile Herder’in tarih anlayışları (Macit Gökberk)

5.         Felsefe sözlüğü ( Orhan Hançerlioğlu)



A. Erol Erbirer (6 Ocak, 2013)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder