3 Ekim 2012 Çarşamba

Holistik Bilim, Gaia Kuramı, Sistemler Ekolojisi ve Yeni bir Çağ (Mustafa Özcan, 2 Ekim 2012)


Holistik Bilim, Gaia Kuramı, Sistemler Ekolojisi ve Yeni bir Çağ

Başlığın çağrıştırdıkları, ilginç ve güncel olmanın yanı sıra bilimselliği de ağır basan yanları nedeni ile entelektüel bir makale için son derece uygun bir konu olma özelliği sunmaktadır. Bu bakımdan, holizm ile Gaia Kuramı’nı da içine alan sistemler ekolojisi ile ilgili irdelemelerde bulunmak bilgisel ufkumuzu genişletecektir diye düşündüm.

Holistik bilim, bilime indirgemeci değil de bütünselci bir yaklaşımla bilimsel-metodik yoldan kazanılmış sonuçların tümleştirilmesini ele alırken, holizm bütünsellik olgusunun mantıksal rasyonalizasyon düzleminde irdelenerek öğretisinin oluşturulması ile uğraşır. 

Yunancada bütünsel demek olan “holos” kökünden gelen bütünselcilik anlamındaki holizm sözcüğünü bulan Hollanda asıllı bir düşünür olan İngiliz Jan Christiaan Smuts’tır. Holizm terimini, aynı zamanda general olan Smuts ilk kez olarak 1926 yılında tanımlayıp sanatsal, felsefi ve bilimsel boyutları ile “evrim ve bütünsellik” adlı İngilizce kitabında etraflıca açıklamıştır.

Kitabın yayımlanışının ardından 1960’lara dek geçen 30 yılda, yani sistem bilimlerinin nüvesinin oluştuğu bu dönemde entelektüel dünyadaki ilgi dizge kavramı üzerine yoğunlaşmıştır. Öte yandan, bundan sonraki 30 yılda ise katastrof ve kaos kuramına ve özellikle de kompleks dinamik sistemler (karmaşık devingen dizgeler)‘e yönelen çalışmaların bilim dünyası için son derece önemli bulgular ortaya koyduğunu biliyoruz. Hatta karmaşık devingen dizgeler konusunun, yeni bilimsel paradigma (değerler dizisi) ‘nın doğuşunun habercisi olarak görülecek kadar önem kazanmış olduğunu da yeri gelmişken vurgulayalım. Bu olguyu, sistem bilimlerinde devrimsel bir değişim olarak görmek yerinde bir yaklaşım olacaktır. Ayrıca genel bir değerlendirme ile sistem bilimlerinin periferik bilimlerin çevrelediği özeksel bilimlere dahil olduğundan kilit karakterde olduğunu da bu arada anımsayalım.

Nitekim, canlılık denen maddi varoluşun bilinen tek yeri olan yer kürenin de karmaşık bir dizge olarak görülmeye başlandığı bu ikinci dönemdeki en dikkat çekici çıkışı ise İngiliz çevre ve gelecek bilimcisi James Lovelock’ın (1919) 1970’lerin oldukça popüler olmuş bir konusu olan Gaia (Gayya) Kuramı ile yapmış olduğunu belirtelim. Kuram, bir gök cismi, bir gezegen olarak yer kürenin canlı gibi hareket ettiği savını ileri sürdüğünden o zamanlar çoğu ekoloğun itirazı ile karşılaşmış, bunun sonucunda oluşan tepki ile de Lovelock NASA’daki “Mars’ta yaşam” konulu işinden olmuştur.

Ancak geçen zaman içinde, çevrebilim (ekoloji) ile diğer yer bilimlerinin ara disiplinlerinin gelişmesinin ortaya çıkardığı bilimsel bulguların ve gelişmelerin ışığında kuram sürekli güç kazanmış ve günümüzde genel evrensel kabul görme düzeyine ulaşmıştır. Öte yandan Kuramın dünyanın canlı bir varlık oluşu yönünde ileri sürdüğü bu tez, esas olarak holistik düşüncenin ekoloji bilimi ile örtüştüğü disiplinler arası alanın kaçınılmaz bir ürünüdür.  

Ayrıca, bütünselci düşüncenin özgürlük sağlayan yanının olanağıyla önceleri gezegen boyutu ile sınırlı olan bu canlılık düzeyinin de daha bir ötesine geçilerek canlı ıraya sahip olabilecek yıldız dizgelerinden, hatta canlı gökadalardan (galaksilerden) dahi söz edilebilmekte olduğunu belirtmeden geçmeyeyim.

Ancak bu denli ileri gidebilmek için, ilkin biyosfer (dirimküre) ‘deki fiziksel ve kimyasal süreçlerin denetimi ile canlı bir ıra olarak öz örgütlenebilmekte (self-organisation) ve sürekli yenilenebilmekte olan bir yer kürenin var olduğunun nesnel yollardan gösterilmesi gerekir. Bu nedenle, tezin kanıtlanarak kuramın sağınlaşması (‘exact’laşması) için ilkin buna yönelik araştırmaların alanı disiplinler arası bir dal olan “dizgeler çevrebilimi” (systems ecology) ‘nin olgunlaşarak deneyselci aşamaya geçmiş olması beklemek gerekir diye düşünüyorum.

Burada, dizgelerin hiyerarşi (silsile-i meratip) ile birbirlerine bağlı olduğu hususu holizmi de içine alan temel düşünce niteliği olan bir görüştür. Bu görüş, İngiliz filozofu Donald Davidson’un (1917-2003) zihin felsefesinde fiziki ve zihni (mental ve noetik) olayların birbirlerine hiyerarşik olarak bağlı olduğunu ileri süren “ardışık oluşum” (supervenience) kavramına dayalı düşüncesi ile de örtüşmektedir. Başka bir deyişle holistik düşüncenin kaynak aldığı kökleri epistemik mantık alanına dek ulaşmaktadır.

Durum bu olunca, Rus jeokimyacı Vladimir Vernadsky’nin (1863-1945) daha 20 yy’ın başında dünyayı jeosfer (yerküre), biyosfer (dirimküre) ve noosfer (bilinçküre) olarak abiyotik (cansız), biyotik (canlı) ve noetik (bilinçli) katman diye iç içe küresel dizge şeklinde oluşmuş sistemik bir bütün olarak tanımlamış olması olağanüstü ileri bir görüşlülük olarak takdir edilmelidir.

Bu iç içe geçmiş girift katmanların ara kesitlerinde özdek, erke ve bilgi (veya biliş) geçişlerini sağlayan “noobiyojeokimyasal” çevrimsel (döngüsel de deniyor) olay ve olguların mahiyetinin belirleyici olduğu anlaşılmıştır. Nitekim fizik, kimya, biyoloji ve sinir bilimleri kapsamındaki bu olay ve olguların holistik bilimin sağlayacağı bütünsellik içinde anlaşılması çabalarının 21. yy biliminin odağını oluşturacağı kesindir. Ve bu konulardaki düsturun, leitmotifin, örüntünün, kuralın, bağıntının bulgulanması insanlık tarihinin yeni ileri bir evresinin başlamasına karşılık gelecektir.

Genel bir bakış ile şu hususu vurgulamakta kendimi zorunlu görüyorum: İnsanlık kritik, kritik olduğu kadar da dönüştürücü entelektüel bir dönemden geçmektedir. Böyle özel dönemler dünyada yüzlerce yılda bir-iki kez ortaya çıkmaktadır. Oysa bizim önemli sayıp gündemin baş köşesine oturttuğumuz konulara bakınca anlaşılıyor ki Türkiye’miz öncekini olduğu gibi bu yeniçağı da ıskalayacaktır. Bu açmaz beni derin bir üzüntüye sokmaktadır.

Mustafa Özcan (2 Ekim 2012)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder