Holistik Bilim ve Gaia Kuramı
Başlık kaplamının belirttiği konunun, ilginç ve güncel olmasının yanı sıra bilimsel yanı ağır basan bir özellik sunması, bunun deneme olmaya uygunluğunun önemli bir göstergesi olmalıdır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, holizm ile Gaia Kuramını içine alan sistemler ekolojisinin ilişkisini ele almak bu ayın makale konusu olarak uygun bir seçim olacaktır.
Holistik bilimin neliğini irdelediğim önceki makalede bu düşüncenin kökenini anlatırken sözünü ettiğim J. Smuts’ın, adının Türkçe karşılığı “evrim ve bütünsellik” olan kitabının 1929’da yayımlanışının ardından 1960’lara dek geçen 30 yıllık dönemde dünyada anlıksal ilginin dizge kavramı üzerine yoğunlaştığını belirtmiş idim. Bundan sonraki 30 yılda ise, merakın ve ilginin katastrofi ve kaos kuramı ve özellikle de kompleks dinamik sistemler’e yoğunlaştığını ve bunlara ilişkin önemli çalışmaların yapıldığını biliyoruz. Hatta karmaşık devingen dizgeler konusunun, yeni bir bilimin doğuşunun habercisi olarak görülecek kadar önem kazanmış olduğunu yeri gelmişken anımsayalım. Bu olguyu, o dönemdeki devrimsel bir oluşum, yani paradigmik bir değişim olarak görebiliriz.
Bu kapsamda, canlılığın da karmaşık bir dizge olarak görülmeye başlandığı bu dönemde en dikkat çekici çıkışı ise İngiliz çevre ve gelecek bilimcisi James Lovelock’ın (1919) 1970’lerin oldukça popüler olmuş bir konusu olan Gaia (Gayya) Kuramı ile yapmış olduğunu belirtelim. Kuram, bir gök cismi, bir gezegen olarak dünyanın canlı gibi hareket ettiği savını ileri sürdüğünden o zamanların çoğu ekolojistinin itirazı ile karşılaşmış ve J. Lovelock’ın NASA’daki “Mars’ta yaşam” konulu işinden olmasına neden olmuştur.
Ancak geçen zaman içinde, ekoloji (çevrebilim) ile diğer yer bilimlerinin ara disiplinlerinin gelişmesiyle ortaya çıkan bilimsel bulguların ve gelişmelerin ışığında kuram sürekli güç kazanmış ve günümüzde genel kabul görme düzeyine ulaşmıştır.
Kuramın dünyanın canlı bir varlık oluşu hakkında ileri sürdüğü bu tez, esas olarak holistik düşüncenin ekoloji bilimi ile örtüştüğü alanın bir ürünüdür. Şimdilerdeyse bütünselci düşüncede, gezegen boyutu ile sınırlı bu düzeyinin daha bir ötesine geçilerek canlı-cansız ıralı yıldız dizgelerinden, hatta canlı-cansız galaksilerden dahi söz edilebilmekte olduğunu belirteyim.
Ancak bu denli ileri gidebilmek için, ilkin, biyosferin fiziksel ve kimyasal süreç denetimi ile canlı bir ıra olarak öz örgütlenebilmekte (self-organisation) olduğunun nesnel yoldan doğrulanması gerekir. Bu nedenle, tezin kanıtlanarak sağın (exact) bir kuram olması için ilkin buna yönelik çalışmaların bilimsel alanı, interdisipliner bir dal olan “dizgeler çevrebilimi”nin (systems ecology) olgun bir aşamaya gelmiş olması gerekir diye düşünüyorum.
Burada dizgelerin hiyerarşi (silsile-i meratip) ile birbirlerine bağlı olduğu hususu “temel görüş” niteliğindeki düşüncedir. Bu görüş, İngiliz filozofu Donald Davidson’un (1917-2003) zihin felsefesinde fiziki ve zihni (mental ve noetik) olayların birbirlerine hiyerarşik olarak bağlı olduğunu ileri süren “ardışık oluşum” (supervenience) kavramına dayalı düşüncesi ile de örtüşmektedir.
Durum bu olunca, Rus jeokimyacı Vladimir Vernadsky’nin (1863-1945) daha 20 yy’ın başında dünyayı jeosfer, biyosfer ve noosfer olarak abiyotik (cansız), biyotik (canlı) ve noetik (bilinçli) katman diye iç içe küresel dizgeler mahiyeti ile sistemik bir bütün olarak tanımlamış olması olağanüstü ileri bir görüşlülük olarak kabul edilmelidir.
Bu iç içe geçmiş girift dizgelerin ara yüzlerinde özdek, erke ve bilgi (veya biliş) geçişlerini sağlayan “noobiyojeokimyasal” çevrimlerdeki (döngülerdeki) olay ve olguların mahiyetinin ve ilişkilerinin fizik ve kimya esasında anlaşılması çabalarının 21. yy holistik biliminin ana temasını oluşturacağı kesindir. Ve bu konudaki düsturun (leitmotiv’in), örüntünün, kuralın, bağıntının bulgulanması insanlık tarihinin yeni bir ileri evresinin başlamasına karşılık gelecektir.
Mustafa Özcan (14 Ağustos 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder