Gerçek, Bilgi, Bilinç Üzerine Çalışma
İnsanlığın en büyük amaçlarından birisi de “GERÇEĞİ” aramak değil midir? Bunun için önce “GERÇEK” nedir, bu kavramın tanımını yaparak çalışmama başlamak isterim.
GERÇEK: Bir nesne, bir durum, bir nitelikle ya da bir olgu olarak somut bir şekilde var olandır. Bilinç ve düşünceden bağımsızdır. İnsan gerçeğin bilincinde olsa da olmasa da, gerçek varlığını sürdürür. Metafizik Dünya görüşünün benimseyişi uyarınca yetkin, bütünsel ve değişmez bir niteliği vardır. Yani saltıktır. Diyalektik Dünya görüşünün bilimsel benimseyişi uyarınca ise sürekli olarak değişen, ilişkili ve bağıntılı bir niteliği vardır; yani görelidir. Bir tek değil, pek çok gerçek vardır. Bu çokluklar her bir gerçeğin “GÖRELİ” oluşundan kaynaklanır.
BİLGİ: Aklımız sayesinde belli bilgileri ediniriz. Bu bilgileri geliştiririz, ve bu bilgilerden kuram dediğimiz kuşatıcı görüşlere ulaşırız. Peki neden bilgiye gerek var? Bilgi olmasa ne olurdu? Biz ancak bilgilerimize dayanarak yaşamak zorundayız. Bilgilerimiz olmasaydı, yaşamımız da olmazdı.
Bilgi nedir? Bilgi bir yargıdır. İnsan duyu organları ile bu evreni algılar. Burada algılayan ben (süje) ile algılanan nesne (obje) vardır. İnsanın dış Dünyasının yanında kendi iç Dünyası da insan için (obje) olur. Bu objeler duyumsama yolu ile insan beyninde izler bırakır, bu bağlamda basit olarak bu izler üzerinde yapılan (ansal) zihinsel etkinliğe düşünme dersek, insan düşünme yolu ile soyutlamalar yaparak kavramlara ulaşır. Kavramlar arasında ilişkiler kurarak yargılara varır, çıkarsamalar yapar, bu sürecin sonunda oluşan ürüne “BİLGİ” denir. Başka bir deyişle insanın toplumsal çabası ile meydana getirdiği nesnel dünyanın yasalı ilişkilerinin düşüncesinde yeniden üretimidir. İnsanla çevresi arasında kurulan ilişki eş anlamda BİLGİ.
BİLİMSEL BİLGİ: Bilgi nesnelerin kendilerinden başlar duyular ile algılanır, us’unda çeşitli soyutlamalara ve bireşimlere uğrar, kavramlaşır, ulamlaşır ve yasalaşır. Sonra yeniden doğaya nesnelere döner, kendisini pratikte denetleyerek doğrular. Pratikte doğrulanma gerçekleşmez ise bilgi süreci tamamlanmamış ve Bilimsel Bilgi oluşmamış demektir. Vaktiyle birbirini izlemiş iki olaydan onların gelecekte de birbirini izleyecekleri sonucu çıkmaz. İşte Bilimsel Bilgi gerçeğin sıradan bir fotoğrafını aşıp saptanan olayların arkasında, onları birbirine bağlayan, araştıran, gerçekliği örten kabuğu soyup atar. Bir tür ve içindeki Genellik ve Süreklilik çekirdeğini bulup ortaya çıkarır. Doğadaki gerçeklik olsun, sosyal gerçeklik olsun, bilimin onun üzerine eğilip yasaları bulup çıkarması “YÖNTEM” sayesinde olur. Yöntem, GERÇEĞİN ya da doğrunun araştırılmasında tutulan yoldur; kuşku ile başlar işe ve elde ettiği sonucunda görece olduğunun bilinci içerisindedir. Demek ki bilimsel bilgi yöntemle elde edilen ve pratikte doğrulanan bilgidir. Güvenli tek yol bilimsel bilgidir. Üstelik gerçeğe varmanın bilimsel bilgi dışında kestirme yolu yoktur.
BİLİNÇ: İnsanın çevresini, kendisini anlamasını sağlayan heyecanı, kanısı, düşüncesi, sezgisi gibi bütün anlıksal süreçlerin toplamıdır. Bilinç öz varlığın tanınabilmesi, gerçeklerin araştırılarak bulunabilmesi için mutlaka kullanılması gereken, insanı diğer varlıklardan ayıran temel bir insansal öğedir. İnsanın kendi düşünü ve etkinliklerinin nedenleri ve sonuçlarıyla ayırdına varmasını, gerek kendisi, gerekse kendisini ve giderek doğayı bilgili ve düzeyli yaklaşımla kavramasını sağlar. Bilinç toplumsal bir üründür. Ve dil’le sıkı sıkıya bağlıdır. Dil olmaz ise bilinç de olmaz. Dil de aklın bir ürünüdür. Dil olmazsa bilgi olmaz. Akıl olmazsa dil olmaz. Böylece akıl kendi organını yaratıyor. Dil’in insan yaşamına zorunlu katkısı, düşüncede kendisini açığa vurmasıdır. Aslında dil ile düşünme bir bütünün parçasıdır. Düşünme dil’de kurar kendini, dil düşünmeyi biçimler. Hayvanın geçmişi ile hiç bir bağı yoktur. Buna karşılık insan tarihinin bir ürünüdür.
Tüm insan başarıları, kendinden önce yaşayan insan kuşaklarının başarılarına dayanır. Bunun için denilebilir ki; tüm insan başarıları dil’in ürünüdür. Ellerin kullanılması ile iş, dil’in etkisi ile beyin gelişmiştir. Beynin gelişmesiyle duyu organlarının gelişmesi yanyanadır. Kant, “el, dışarıya uzanan beyindir” derken bunu kasdediyordu. Dil ve düşünce insanı insan eden özelliklerinin başında gelmiştir. İnsan evrene açılan tek varlıktır, bunu dili, düşüncesi ve aklı sağlamıştır. İnsansal girişkenlik bilinçle gerçekleşir, insan olaylardan oluşan bilinci ile olaylara egemen olabilir. Bilim öncesi felsefelerde insanların yaşama biçimleri düşünce biçimleri ile açıklanırdı, oysa düşünce biçimleri yaşama biçimlerinin sonucuydu. İnsan bilimsel olarak bunun bilincine vardıktan sonradır ki bilinçli etkinliği ile yaşama biçimlerini de değiştirmeye başlamışlardır.
Hiç bir şeyi değiştiremeyen hayvansal çaba ile her şeyi değiştirebilen insansal çaba arasındaki fark, insansal çabanın bilinçli oluşudur. Örümcek dokumayı andıran bir iş yapar, arı da peteğini örerken bir çok mimara taş çıkartır. Ama en beceriksiz mimarı en usta arıdan ayıran özellik, mimarın kuracağı yapıyı evvelce kafasında tasarlamış olmasıdır. Başka bir deyişle mimar evvelce o yapının hangi işte ve nasıl kullanılacağının bilincine varmış olmakla bilinçli bir davranış sergilemiştir. Bilinç bireyi, saygıya değer ve sorumlu kılar. Her birey zaman içinde tek ve aynı kişi olarak kalıyorsa, sorumluluğunu üstlenmek istenecektir. Kısacası ödevleri olacaktır onun, bilinç yoluyladır ki, kişiyizdir biz; İnsan olarak onur ve saygınlığımızı sağlayan odur. Ne var ki bilinen haklarına saygı, onun yanılmaz olduğu anlamına gelmez. Yanlış yapabilir o, önemli olan bireyin başkalarının hatırlatmalarından önce kesinlemelerinden sıyrılıp yanlışını kendisinin görmesi, Sokrates’e göre bilgeliğin en yüce belirtisi şudur “KENDİNİ TANI”, her insanı bilincinin hayallerini eleştirmeye çağıran bu formüldür.
Çalışmalarımıza yalnız bilimsel bilginin ve us’un yön vermesi bu yolla barış ve mutluluğun aranması, bilindiği gibi bilimsel bilgi evrensel yasalılıktan yansımıştır. Bu uçsuz bucaksız ilksizlik ve sonsuzluk içinde şaşmaz ve aksamaz düzeni sağlayan yasalılıktır. Bu yasalılık nedir? Bunu açıklayabilmek için EYTİŞİMSEL ÖZDEKÇİLİK’İN GENEL YASALARININ açıklamasını yapmalıyım.
EYTİŞİMSEL ÖZDEKÇİLİK; her türlü gelişmenin genel yasalarını saptayan bilimdir. Bilimsel bir dünya görüşüdür. Doğa, toplum ve bilinç algılarını evrensel bir varlık anlayışı içerisinde bütünler ve bütünlüğün aynı çalışma yasası ile geliştiğini meydana koyar. Bundan ötürüdür ki eytişimci ve özdekçidir. Eytişim; “Devrim ve Gelişme”, özdekçilik; “Doğanın insan düşüncesinden bağımsız olarak” varlığı anlamındadır. Her bilim gerçeğin farklı alanlardaki gelişmesini ancak o alanlarda geçerli özel yasalara bağlar. Bu genel yasalar kurgusal varsayımla değil, bizzat doğanın ve bilincin işleyişinden çıkarılmış ve onlara uygulanarak denetlenmiş ve doğrulukları saptanmış bilimsel yasalardır.
BU YASALAR;
1- Karşıtların birliği ve savaşımı yasası,
2- Nicelikten niteliğe ve nitelikten niceliğe geçiş yasası,
3- Olumsuzlanmanın olumsuzlanması yasası,
1- Karşıtların birliği ve savaşımı yasası,
2- Nicelikten niteliğe ve nitelikten niceliğe geçiş yasası,
3- Olumsuzlanmanın olumsuzlanması yasası,
...adları ile anılırlar.
Bu yasalar, evrende var olan her şeyin bizzat nasıl devinip geliştiğinin, süreklilikte kesintinin ve karşıtlıklarının birdenbire dönüşümlerle nasıl aşıldığının, eskinin yıkılıp yeninin nasıl oluştuğunun anahtarını verir.
Bilimsel bilgi evrensel yasalılıktan yansımıştır, evrendeki tüm nesne ve olaylar, belli yasaların işleyişi ile gelişirler. Yasalar nesne ve olayların gelişmelerini belirleyen zorunlu, nedensel ve nesnel iç ilişkilerdir. Evrende böylesine iç ilişkileri olmayan hiçbir nesne ve olgu yoktur. Demek ki evrende yasasız hiçbir nesne ve olgu yoktur. Bu uçsuz bucaksız ilksizlik ve sonsuzluk içinde şaşmaz ve aksamaz düzeni sağlayan yasalılıktır. Yasalılık bilincin temelidir. Bilim, nesne ve olaylardaki bu yasaları bulmakla gelişmiş ve insanların olgu ve olaylara egemenliğini sağlamıştır. Evrensel alanların hiç birine başka alanın yasası işlemez. Bundan ötürüdür ki herhangi bir alanın ya da bilimin yasalarını başka bir alan ya da bilime uygulamak isteyen bütün gelişimler kesinlikle bilim dışı sonuçlara düşmüşlerdir.
Bu bağlamda “GERÇEK” sürekli kesintisiz bir olgudur. Onun sonu ve durağı yoktur.
Erol Erbirer (22 Temmuz 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder