1. Sydney'e yerleşen oğlunu ve torununu
ziyarete gelen emekli öğretmen, torunu ile parkta yürüyüşe çıkar.
Eve dönüşte öğretmenin, 'Bugün torunum bana bir hayat dersi verdi.' demesi
üzerine evdekilerin, '5 Yaşındaki çocuk, 60 yaşındaki dedesine nasıl hayat
dersi vermiş olabilir?' diye soran bakışlarına yanıtı ise, 'Arkamda
yürüyen torunum, bana hiç bir şey söylemeden attığım sigara
izmaritlerini yerden toplayıp çöpe atıyormuş.' olur.
2. Apartman toplantısında bir ev
sahibi, yöneticinin ortak paraları kendi çıkarları için kullanıp
kullanmadığını sorgular. İri yarı komşu 'Sen kimsin ki, bana bunu
söyleyebiliyorsun? Çık dışarı.' diye bağırır. Toplantıya
katılanların bu olaya sessiz kalması üzerine, adam toplantıyı terk eder.
Her insanda potansiyel olarak bulunmakla
birlikte, ancak belli şartların olgunlaşması ile ortaya çıkabilen birey
oluştan, bilgi ve akıl ile arzularını dengeleyebilen, seçenekleri olan,
kimseye biat etmeyen ve en önemlisi, kendi sorumluluğunu üstlenen insanı
anlarız. Bireycilik ve bencillik kavramlarını açıklamak amacı ile biri gerçek,
biri kurmaca iki örnek olayı irdelerken bu yazıda kullanılan toplum
kavramını, yurttaş toplumu anlamında kullandım.
Birinci olaydaki 'Emekli öğretmenin
bilemeyip de torunun bildiği şey nedir?' sorusuna verilen yanıt genellikle
çevre temizliği olmaktadır. Halbuki, temizlik anlayışı, çok daha derin bir
ayrımın görünen yüzüdür. Dedenin izmaritleri yere atmasını mümkün kılan şey,
parkın hiç kimseye ait olmadığı, yani bir toplumsal alanın var olmadığı
kabulüdür. Torun ise, parkın herkese ait olduğunu ve herkes gibi kendisinin de
onunla ilgili sorumluluğu üstlenmesi gerektiğini bilir. O, kimsenin
görevlendirmediği bir işi gönüllü olarak yaparken, dedesinin anlayışsızlığının
mahcubiyetini sessizce taşır. Cemaat düzeninin alışkanlıklarını
taşıyanlar, toplum kavramına uzak dururken, yurttaş toplumunda
yaşayanlar, kimse söylemese de, herkese ait olanı koruyan bir toplumsal
sözleşme olduğunu bilirler.
İkinci örnekte, mahalle baskısına karşı
fikrini söyleyen kişi bireysel bir çıkış yapmıştır, ama iri yarı
komşu onu dışarı atarak, bireyi silmiştir. Bundan daha önemli olan olgu ise,
diğerlerinin buna sessiz kalmasıdır. Böylece, bireyin ortadan kalkmasına razı
olunması ile birlikte ortadan kalkan ikinci bir şey daha vardır ki, o da
toplumdur. Olaya sessiz kalanların bir toplum oluşturma özelliği de kaybolur.
Onlar, başlarında bir çoban olmaksızın yaşamadıklarından, cemaatin ötesi bir
düzeni düşünemezler.
Bu durumun aşılması ancak yeterli
sayıdaki insanın kendi bireysel istencini diğer bireylerin istencinde bulması
ile mümkün olur. Nicel birikim ile gelen nitel değişim, düzenin
karakterini korporatiften kooperatif yapıya çevirir . Bir kişinin
istencinin hakim olduğu düzenden, herkesin istencinin hakim olduğu düzene
geçebilmenin şartı, insanların toplumsal olaylara seyirci olmayı
bırakıp, üzerlerine düşen sorumlulukları üstlenmesidir. 5 yaşındaki torunun
yaptığı da budur.
Bencilliğin tanımı, insanın kendi çıkarı
için çalışması değil, başkasının çıkarı için çalışmamasıdır. Söz konusu
olaylarda ortaya çıkan bireysel davranışlar, birey-toplum diyalektiğine
holistik açıdan bakarak, kendi çıkarını diğerlerinin çıkarları üzerinden
gerçekleştirmeyi amaçlar. Bunun yapılmadığı durumda, birey oluş hem teoride hem
de pratikte çöküşe geçer. İnsanlar çareyi, bir cemaatin üyesi
olmakta bulurlar.
Bireyselliğin bencilliği getirdiği
fikrinin hem sağda, hem solda destek bulduğu yerlerde, kimileri Batı kültürünü
sorumlu tutarken, diğerleri kapitalizmi suçlar. Bireyselliğin kaynağını Batı
liberalizminde görmek mümkündür. Fakat, bencilliğin her çağda ve ülkede var olmuş
olduğunu göz ardı edemeyiz. Diğer yandan, bireyselliğin arttığı
ülkelerde yurttaşlar arası güven endeksinin yükseldiği bilinmektedir. Kaldı
ki, birey oluşun, bencilliğin alanını daraltmak gibi bir görevi vardır. Bu
görevi fark etmemenin veya sorumluluktan kaçınmanın ardında yatan değerler
sistemini hep birlikte sorgulayalım.
Timur Otaran - 01.12.2017