19 Temmuz 2016 Salı

PARALEL EVRENLER – CEMAAT VE CEMİYET (Timur Otaran, 19 Temmuz 2016)


PARALEL EVRENLER – CEMAAT VE CEMİYET



BiREY - TOPLUM DİYALEKTİĞİ

Bir mantık sistemi olan diyalektik yöntem, çift kutuplu (dikotomik) kavramların, tez, antitez ve sentez seklindeki birlikteliğini öngörür. Hegel’in sistematize ettiği diyalektik yöntemin geçmişi çok eskilere dayanmakla birlikte, daha geniş kitlelerce bilinmesi, Hegel’in öğrencisi Marx ile olmuştur.
Tez, zorunlu karşılığı antitez ile birlikte bir bütünüdür. Aydınlık ile karanlıktan biri olmaz ise, diğeri de var olamaz. 

Hegel, en küçük insan grubu/organizasyonu olan aileyi, “Farklılaşmamışların birliği" olarak tanımlar. Toplum, bu tezin antitezi, “Farklılaşmışların, bir olamayış hali” dir. Her ikisinin sentezi olan “Farklılaşmışların birliği” ise, Devlet’tir.

Buradaki önkabul, ailenin/cemaatin üyesinin, bir aşamaya geldiğinde değişime uğrayıp, farklılaşarak, ergenlikten erginliğe geçeceği ve birey olacağı olgusudur.

Bu olgunun her zaman ve her yerde gerçekleşmiş olduğunu söylemek mümkün müdür?

CEMAAT VE YURTTAŞ TOPLUMU

İlk insanların ve hayvan sürülerinin ortak örgütlenme biçimi olan cemaat/aşiret düzenini grafik olarak göstermek için, farklı kümeleri karşılaştırmada Wenn daireleri kullanılabilir. Böylece, her daireye bir cemaat düşer. Halkı reaya (sürü) olarak adlandıran Osmanlı, grupların daire içinde kalmasına özen gösteren bir yönetim benimsemiştir. ‘Negatif barış’ denilen bu durum, grupların çatışmazlık halidir ama bunun yanı sıra grup içinde barışın yokluğunun da ifadesidir. Diğer yandan, sultanın/kralın varlığına rağmen, dairelerin dışı hep tehlikeli olmuş ve buralarda soygun ve yağma eksik olmamıştır.

Batı’da, daha karmaşık organizasyonlar kurulması ile, daire dışı alanların sahipsiz olmadığı görüşü güçlenmiş ve sonuçta, buralar da genişleyen halkalar halinde, yurttaş toplumunun ortak malı haline dönüşmüştür. Gerçi, bu durum, her yerde ve aynı anda geçerli olmamıştır. Örnek olarak, İngilizlerin, Avustralya’yı “terra nilus” ilan etmesi, Amerika’nın “Vahşi Batı”’sı sayılabilir. Bizde de, üstelik kamusal alan da dahil edilerek, daha vahim hale getirilen “Devletin malı deniz” deyişi ile ortak alanların talanı yönetilenler tarafından onaylanmaktadır. Denizden alınan balığın hırsızlık olduğunu kim söyleyebilir?

Bugün, dünyanın büyük kısmında, yurttaş toplumuna geçilememiş olmasını neye bağlayabiliriz?

BİREY VE BİREYCİLİK

Tarihin belli bir döneminde ortaya çıkmış soyut bir kavram olan birey, ancak karşıtı olan toplum ile birlikte var olabilir. Bu ilişki, rastgele değil, zorunlu bir ilişkidir.                                                                 

Örnek olay: Özgecan, ailesinin (cemaatinin) dışındaki orman kanunun geçerli olduğu bir alanda (terra nilus) bir başka cemaatin üyesi tarafından katledilmiştir. Olaya dahil olan diğerleri, kollektif kimliklerine uygun davranmışlar ve bu işi normal karşılamışlardır. Benzer sanal düzeni benimseyen kimi medya aktörlerinin de bu durumu açıkça savunduğu bilinmektedir. Bu noktada akla gelen soru: Bunlar, deli/hasta/sapık mıdır, yoksa, benimsedikleri sanal düzen (cemaat/üye) ile tutarlı bir tavır sergileyen normal insanlar mıdır?

Alternatif sanal düzende (Cemiyet/birey) durumun farklı olması beklenir. Eğer diğer insanlar, öldürülenin kimliğine bakmadan insana sahip çıkarlar ise, cemaat üyeliğini reddetmiş ve bireyin alanına adim atmış olurlar. Burası tehlikeli bir yerdir. Hem kendi cemaatinin hem de karşı cemaatin saldırısı söz konusudur. Bu zorlu durumda ayakta kalıp, var olabilmenin koşulu, yeterli sayıda bireyin, yani yurttaş toplumunun varlığıdır. Biri yoksa, öbürü de yoktur. Biri var olabiliyorsa, diğeri de var olur.

Bu bağlamda, bireyci mi, yoksa toplumcu mu olmalıyız sorusu ne kadar anlamlıdır?

BENCİLLİK

Wittgenstein, kavramların zaman ve mekan içinde değişerek farklı anlamalar yüklendiğini söylemiştir. Örneğin, Batı’nın benimsediği birey kavramı, Doğu’da bencillik ile özdeş görülerek, aşağılanır. Halbuki, bencilliğin tanımı, kendi çıkarları için çalışmak değil, başkalarının çıkarları için çalışmamaktır. Kapitalist ekonominin ilk fikir önderlerinden Adam Smith, bireyin kendi çıkarları için çalışması ile toplumsal yararın elde edilebileceğini iddia etmiş fakat bencilliği hiç bir yerde savunmamıştır.

Kendinin/cemaatinin çıkarları dışında başkası için çalışmayan Doğu’nun insanı mı, yoksa kendininkinin yanında toplumun çıkarları için de çalışan Batı’nın insanı mı, bencildir?

DOGU VE BATI

Tarihsel gelişmeler ve çok kanlı devrimlerin sonucu olarak, Batı’da ortaya çıkan bireyin, güçlü bir ekonomik tabanı vardır. Bunların olmadığı Doğu’da, bir avuç okumuş insana “Yeni bir sanal düzen” sunularak, cemaat kimliklerin terk edilip bireysel kimliğin benimsenmesi olanağının verildiği hallerde, bu fırsatın yeterince değerlendirilemediği görülmektedir. Bunun pek çok nedeni vardır, ama belki de en önemli neden, özgürlükler ile zorunlulukların diyalektik bütünlüğünün kavranamamasıdır.

Bireysel istencin olmadığı yerde insanlar, güçlü birinin istenci altına girme arzusu ile bir kahraman ararlar. Genellikle buldukları ise, despotik bir liderdir. Aslında, her ikisi de, zamanla, ayni despotik/hiyerarşik yapıya evrilir. Bu yapının zihni altyapısı, hem sağda ve hem solda ortak destek bulan mağduriyet ideolojisidir.

Vesayet sisteminin ortaya çıkışı, kötü bir tesadüf müdür? Yoksa insanların zihinlerindeki sanal düzenin gerçekleşmesi midir? 

Bati, 500 yıl önce Doğu ile yollarını ayırmaya başlamış ve bireyin pek bulunmadığı korporatif düzenden, bireyi esas alan kooperatif düzene geçiş yapmıştır.  Böylece, ‘Paralel Evrenler’ oluşmuş ve kavramlar farklı ve hatta tamamen ters anlamlar yüklenmiştir. Nelerdir bunlar?

Sistem farklarını fark etmenin zorlu ve aydınlatıcı yolculuğuna çıkmaya hazır mıyız?

Timur Otaran (19 Temmuz 2016)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder