27 Mart 2015 Cuma

Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -VI- (*) (Mustafa Özcan, 27 Mart 2015)

Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri  -VI- (*)

Bir irdeleme yöntemi olması mahiyeti ile tarihe felsefi görüngenin düşünsel eksenin iki zıt kutbundan, yani konuya kurgusal (spekülatif) ve eleştirel (kritik) yönlerden yaklaşarak bakıldığında son derece öğretici sonuçlarla karşılaşılmaktadır.

Bu durum ayni zamanda, sosyal ve beşeri bilimlerin bütününde soyut lama için geçerli olan bir akıl yürütme stratejisinin varlığı konusundaki önemli ipuçlarını da ortaya koyar. Böylece elde edilen spekülatif tarih felsefesi ile özellikle insanoğlunun ereğinin ne olduğunun araştırılması konusundaki sorulara yoğunlaşma olur iken diğer kategori olan kritik tarih felsefesinde ise tarih akademik bir disiplin mahiyeti ile görülerek olgunun ne kadar nesnelleştirilebileceği yönündeki sorular cevaplanmak istenir.

Öte yandan, tarihsel paradigmik ilkeler ile ilgili olabilecek teorik tarih konularının bütünün eksiksiz olarak ele alınması irdelemenin tamlığı açısından gereken bir husustur. Bu nedenle 19. Yy ilk yarısında historizm (tarihçilik) ve sonra da 20. Yy başlarında bunun diyametrik karşıtı olarak historisizm (tarihsicilik)  diye anılarak ortaya çıkan felsefi görüşlere ve bunların kavramlarına değinmeden geçmek olmaz. 

19. Yy başlarında Alman idealist felsefesinin doruğu yaşanırken akımın en önemli temsilcisi G. F. Hegel düşünme süreci ile ilgili olabilecek konuların küllisi hakkında fikir üretmekten imtina etmemiştir. Bu kapsamda da Kant’ın uzay-zaman kategorisi (algısı) zemininden hareketle tarih olgusunu historizm olarak adlandırılan şekliyle yorumlamaya yönelmiştir. Hegel’in bu görüşüne göre tarih eşsiz görüngülerden ibaret olan zamansal akış olarak anlaşılır. Böylece akışın her aşamasındaki tarihsel dönemler kendi düşünce ve ilkeleri ile ele alınırken bu durum kendini pratik olarak zamanın ruhu şeklinde belli eder. 

Bu tarih anlayışını diyametrik karşıt kutuptan bakarak 20. Yy başlarında historisizm kavramı altında eleştirense K. Popper olmuştur.  Popper’e göre bu tür tarih anlayışı tümüyle gerçek dışıdır ve doğrudan totalitaryan ideolojilerin oluşmasına yol açar. Popper’in gene bu anlayış doğrultusundaki geliştirdiği epistemiğine göre bilginin gelecekte nasıl bir şekil alacağını şimdiden anlamak da olanaklı değildir.

Tarihi teorik olarak ele aldığımız önceki denemelerden sonra şimdi de konuya pratikten bakan görüngeden yaklaşarak yazı dizisinin teorik ve pratik olarak bütünleşmesini sağlamaya yönelmek istiyorum. 

İşlenilen konuların çerçevesi bakımından pratik tarihin en fazla ilgili olduğu Orta ve Yeniçağ tarihini holistik (bütünsel) olarak anlamak için dünyanın coğrafi açıdan uygarlık kategorileri temelinde bir değerlendirmeye tabi tutulması gereklidir. Böylece yapılan değerlendirmenin ilk adımda o dönemde etkin olan Eski Dünya’nın (o çağlarda Avrasya’dır) tarihsel olarak aşağıda verili olan dört ana ve bir düzine tali tarihten oluştuğu görülür.  

- Batılı olan Fransız, İngiliz ve Alman tarihleri
- Orta Doğulu olan İslam Tarihi olarak Arap, İran ve Türk tarihleri
- Doğulu olan Hint, Sih ve Moğol tarihleri 
- Uzak Doğulu olan Çin, Japon ve Kore tarihleri

Gene konuya pratik tarih açısından bakarak disipliner alanlar temelinde bir ayrım yaparsak genel anlamda dikotomik çift kutuplu üçlü bir bölümlemeye ulaşırız:

1.    Sosyal hareketler tarihi-Dinler tarihi
2.    Siyasi tarih-Ekonomi tarihi
3.    Askeri tarih-Diplomasi tarihi

Tarihi pratik yaklaşımla coğrafya ve disipliner alanlar olarak iki ana kategori üzerinden entegre edersek kapsamı çok yönden bütünleşmiş olan küresel bir tarihe ulaşmak olanaklı olur. Ancak bu gene de bu yaklaşım paradigmik ilkeler açısından aranılan tarihsel özü ele vermez. Tarihsel öz ancak insan toplumlarının yaşantısının ortak paydası olarak zamana yayılmış sosyal hareketleri yapan tarihsel olguların içindeki çekirdeklerin bulunup zamana göre tümleşikleştirilmesi ile ortaya çıkarılabilir.

Buradan hareket ile Osmanlı Tarihideki sosyal hareketlerin Orta Doğu’nun Ortaçağ ve Yeniçağ tarihi ile bir bütünlük içinde değerlendirilmesinden paradigmik ilkelere yönelik olan tarihsel bir öz için sonuçlar çıkarılabilir.

Mustafa Özcan (27 Mart 2015)
______________
(*) Gelecek yazıda konuya devam edilecektir.



                                                           

12 Mart 2015 Perşembe

Nuriye Ulviye Hanım ve Türk Kadın Hareketi (Mustafa Özcan, 12 Mart 2015)

Nuriye Ulviye Hanım ve Türk Kadın Hareketi

8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmakta olan bir tarihtir. Türkiye’de son zamanlarda kadına yönelik olarak ortaya çıkan olaylara bakınca kadınlarla ile ilgili, onların durumunu irdeleyen veya sadece bir kadın hakkında yazı yazmak artık her eli kalem tutan için bir görev oldu sanırım. Hal böyle olunca 8 Mart tarihi bende böyle bir yazı hazırlamaya yönelik bir uyarıcı haline büründü.

Bu nedenle Dünya Kadınlar Günü’nü fırsat bilerek günün anlam ve önemine uygun bir konu olması açısından Türk Kadın Hareketinin öncülerinden olup da bir türlü hak ettiği ilgiyi ve tanınmışlığı bulamamış tarihsel bir kişilik olan Nuriye Ulviye Hanım’ı tanıtmanın yerinde bir seçim olacağını düşünerek konuyu ele alıyorum.

Kendisi Türk Kadın Hareketi’nin başlatıcısı bir avuç kadından biri olarak literatüre geçmiş bir kişiliktir. Ancak buna rağmen tarihi bir kişi mahiyeti ile yeterince yaygın olarak bilinmemesinin nedeni onun önemsizliğinden ileri gelmemektedir. Buradaki bilinmezlik durumunun kökeninde Türk insanının gelenek olmuş alışkanlığının etkisi vardır. Çünkü kadın söz konusu olduğunda elitten olmaları nedeniyle Saray ve din kökenli kadınlardan dahi sadece bazılarına kültürel olarak ilgi göstermekteyiz. Yani bu durum, toplumsal-kültürel faaliyetlerde öncü ve önder kadınlarca yapılanlara tamamen ilgisiz kalan bir yapımızdan kaynaklanıyor olsa gerekir.

Genel bakışla ele alınarak incelediğinde Türk Kadın Hareketi’nin 1908 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilanı ile başlayana kadar Osmanlı’nın önceki dönemlerinde hiçbir zaman gündeme gelmemiş toplumsal-kültürel bir olgu olduğu görülür. O zamanlarda II. Meşrutiyet ile başlayan Hareket, gazetelerin yalnızca erkeklerden oluşan yazarlarının köşelerinde kaleme aldığı yazılarının teşvikiyle yazar Halide Edip, şair Nigar ve hatip Nezihe Muhiddin gibi birkaç kadının çevresinde şekillenmiştir.

Aradan geçen beş yılın ardından 1913 Nisan ayına gelindiğindeyse önemli bir olay olarak hareketin içine yeni girmiş olan 20 yaşındaki Nuriye Ulviye, savaşlar nedeni ile kesintili de olsa yayımlanması 1921 yılına dek sürecek olan “Kadınlar Dünyası” adlı dergiyi imtiyaz sahibi sıfatı ile çıkarmaya başladı. Bu olay yazar ve yayıncı kadrosunun tümü kadınlardan oluştuğu ve içinde doğrudan kadın odaklı yazılar bulunduğu için ilk feminist süreli yayın olarak nitelenen bu dergiyi çıkarmakla Nuriye Ulviye Hanımı Türk Kadın Hareketi’nde istisnai bir yere yükseltti.

Derginin hemen ardından da Nuriye Ulviye Hanım, 1913 Haziran ayında Müdafaa-i Hukuk Nisvan (Kadın Haklarının Savunulması) adlı Cemiyeti kurarak Osmanlı’da sivil kadın girişimi alanında üçüncü olan bu dernekle harekete kurumsallaşma yönünde önemli bir boyut kazandırdı.
Bu iki başarı Nuriye Ulviye Hanım’ı radikal kadın hareketinin önde gelen siması haline getirdiğini belirtmek herhalde yanlış olmaz. Şimdiyse, Nuriye Ulviye Hanım’ın yaşam geçmişinden kısaca söz ederek yazıyı bitirmek istiyorum.

Nuriye Ulviye Hanım’ın ailesi 19. Yüzyıl ikinci yarısında Çarlık Rusyası’ndan zorla göç ettirilen Çerkeslerden olup Trabzon üzerinden gelip iskân yeri olarak gösterilen Balıkesir Gönen Hacıvelioba Köyü’ne (şimdilerde idari olarak mahalledir) yerleşmiştir. 1893 yılında bu köyde doğan Nuriye Ulviye (*) daha sonra Çerkes geleneğince Saray’a verilerek yaşam kariyerine sokulmuştur. Gene Saray geleneğinden olaraktan gerçekleşen çocuk yaşta kendinden yaşça çok büyük biri ile olan evliliği ile erkenden yetişkin yaşamına katılmıştır. Yaşadığı bu vuruğun (travmanın) O’nda yarattığı bu erken dönüşümle ortaya çıkan olgunluk daha 20 yaşındayken Kadın Hareketinin öncüleri arasına girebilme cesaretini sağlamış olmalıdır.

1962 yılında yaşama gözlerini yuman Nuriye Ulviye Hanım’ın mezarı doğup büyüdüğü Anadolu coğrafyasının öteki köşesi Hatay’ın Kırıkhan ilçesindedir.

Mustafa Özcan (12 Mart 2015)
_________________

(*) Hikmet Küçükköse’nin aracılığıyla temin edilen bilgilerin kaynağı Nuriye Ulviye’nin ikinci kuşaktan yeğeni olan Hasan T. Özgenkan’dır. Babasının adı Mahmut Yediş, annesinin adı ise Safiyedir.