İşte bu eğilimin yönünün ne olduğunu ortaya koyacak kısa bir kurgusal incelemeyi bu denemenin konusu yapıp söz konusu eğilimin ırasının ne olduğunu anlayabilmek için anlıksal düzlemde irdeleme yapmak doğru bir yaklaşım olacaktır.
Önce insan zihnine anlıksal görüngeden varoluşsal bir olgu olarak bakalım. Başka bir deyişle, onu zeki yaratık yapan bu süreç çerçevesinde konuyu ele alıp irdeleyelim. Bu durumda daha ilk anda salt ve soyut ussal bir bütünden çıkışla başlamakta olduğumuzu hemen fark ederiz. Yani, zihni etkinliğimiz tümdengelimsel uslamlama ile yol almaya başlamıştır bile.
Ussal bir bütünden çıkarak yol alan bu uslamlama etkinliğimizin sonunda ortaya konan şey ise kanı veya inanç şeklindeki önerilerimizdir. Bunları yaşantılarla destekleyerek yürüteceğimiz doğrulama çabalarımız ve ardından gelecek dilsel gerekçelendirmemiz sonucunda ise genel olarak bilgiye eriştiğimizi söyleyebiliriz.
Ama ne de olsa bu kez, ussal etkinliğimizde tümevarım diye tanımlanan uslamlama sürecini de kullanmış olduğumuzu anlarız. Ayrıca böylece bilgisel olgularda “tam çevrim” diyebileceğimiz ve bilginin tamamlanmış olduğunu temin eden göstergesi olan “ussal döngü”nün de gerçekleşmiş olduğunu görürüz.
Olağan epistemik (bilgi bilgisel) mantık penceresinden bakılarak ifade edildiğindeyse, “gerekçelendirilmiş gerçek inanca”, yani günlük tam bilgiye varılmış olunduğunu söyleyebiliriz.
Zihinde atomik mantıksal bilgi işleme düzeyinde ortaya çıkan bu “minik” epistemik sürecin insanın “makro” zihni süreçlerinde de var olduğunu düşünüyorum. Yani, konuya evrimsel açıdan bakarsak, insanda var olan entelektüel (anlıksal) yetilerin başlangıçtaki minik bir bütünden çıkışla gelişmekte ve ayrışma-tümleşme ile üst üste binerek evirildiğini düşünüyorum.
Ancak ayrıca da tüm zihni süreçlerin diyalektik akışlı bir mecrada ilerlememekte olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir diyorum.
Bu genel kurguda kaçınılmaz olarak varılacak esas nokta da elbette toplumsal bilgilenmenin gelişmiş makro düzeyli olan üst biçimleridir. Bunlar felsefe ve bilim olarak bildiğimiz bilgi ulamlarıdır. Bu ulamlarda durum böyledir, yani diyalektik süreçlidir. Öte yandan bu durumda başlangıçtaki bütünsel yapıyı temsil eden alanın felsefe olduğunun belirtilmesi son derece makul bir saptama olur.
Ayrıca böyle durumlara koşut diğer örnekler olarak da giderekten ayrışmakta olan öteki iki sistematik bilgi alanını, teolojiyi ve doğa bilimini verebiliriz.
Bu tür diyalektik süreçleri, bunların kurgusunun otantik olarak yaşanmakta olduğu felsefe tarihine bakarak kolayca görmek olanaklıdır. Ancak diyalektik ilkelerin sürecin neresinde ve nasıl belirginleştiğini anlamak için irdeleme yapmak gerekir.
Temel gerçeği hemen ilk başta vurgulayalım: “Karşıtların birliği” şeklinde ortaya çıktığını bildiğimiz diyalektik ana etki kendini en belirgin şekilde sürecin bireşim (sentez), yani yaratım aşaması sırasında açık ve seçik olarak belli eder.
Bunun anlamı şudur: Süreçte yaratıcı sentetik düğümler bulunmaktadır ve bunlarda bir bakıma aşama sonu niteliği gösterir. Ama bu düğümler ayni zamanda bir sonraki evre için başlangıç niteliğindedir de. Düğüm diye tanımladığım eski aşama sonu-yeni aşama başı bu geçişler, sistematik açıdan bakıldığında, mantık felsefesindeki “hiyerarşik ardışık oluşum” durumları diye tanımlanan dikey zihni süreçlerdir.
Buradaki yaptığımız bu genel irdelemeden çıkışla, felsefe ve bilimin bugün için ayrışık olmasının yanı sıra önceleri birleşik olduğuna da bakarak iki alanın bazen karşıtlaşmış, bazen de bileşikleşmiş olan evrelerden geçmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu da diyalektiğin kısa erimlide olduğu gibi uzun erimli süreç durumlarında da etkin olarak var olduğunu göstermektedir.
Öyleyse, bugün ayrık gibi görünen iki alanın artık birleşme evresinde olaraktan ortak bir alan biçimine doğru evirildiğini ifade edebiliriz. Bu durumda, “meta” (üst) yapı karakterinde olan yeni bir alanın belirmekte olduğunu ve hızlı bir geçişle yakın gelecekte sosyal-entelektüel gündeme konu olacağını da söyleyebiliriz.
Yazılarımda üzerinde durarak okuyucunun dikkatini sürekli çektiğim; bilimsel zemin üzerinde felsefe ve bilimin 21. Yy’daki bu birlikteliğinden ortaya çıkmakta olan bu yepyeni alanın holistik bilimin ta kendisi olduğu hususunu bir kez daha vurgulamak isterim.