Bilim İdeolojisi Olur mu?
Pekiyi! Bilim 2000’lerde hangi alana yönelecek ya da ABD bilimsel-teknolojik gelişmeleri kendi hangi toplum senaryosuna göre nereye doğru manipüle edecek? Bu soruya, “bilimin ay gibi sürekli karanlıkta kalan bir yüzü var mı?” sorusuna, var ! deyip cevap vermeye çalışalım.
Bu denli büyük ve soyut varlık alanlarını geniş zaman perspektifi içinde en iyi olarak diyalektik yaklaşımla irdelemek mümkündür. Diyalektik yaklaşım bütünün, bir parçasının kendisinin yerine her zaman bir antitez oluşturarak geçecek şekilde geliştiğini öngörür. Bu en genel irdeleyici mantıksal yaklaşım, son iki yüzyılı kapsayacak şekilde çevresi kabaca çizilen temel-bilimsel gelişmelerin sistematik çözümlenmesinde kullanılabilir. Bu açıdan diyalektik çağdaş bilimin yönü hakkında ipuçları ortaya koyabilecek – şimdilik – tek yöntem gözükmektedir.
Şimdi daha önceki yazılarda da belirtildiği gibi burada diyalektik yaklaşımın irdeleyici yöntem olarak kullanılacağını vurgulayarak bilimsel gelişmelerin son iki yüzyılda hangi kulvarlarda ilerlediğine, hangi aşamaları katettiğine bakalım. 19. yy ortasına dek fizikte klasik mekanik kavramların yerleşmesinin tamamlandığı, bunun ardından basitten karmaşığa doğru değişme ilkesi doğrultusunda sıranın doğanın daha karmaşık olan elektromanyetik, termodinamik, kimyasal ve elektriksel fenomenlerinin çözüme kavuşturulmasına gelindiği görülmektedir. Böylece, izleyen yarım yy’da, gravitasyonun antitezi elektromanyetik alan ve onun dinamik fenomeni elektriksel akım ile ışığın dalga karakterinin bulunması, termodinamik yasaların geçerlilik kazanması, kimyasal stokyometri ile kimyasal elemanların periyodikliklerinin ortaya konulması gibi gelişmelerle doğa bilimlerinin ana temelinin atılma işi de tamamlanmış oldu.
Doğa bilimlerinin kopernikyen ve newtonyan mekanik ile maxellyan elektromanyetik diyebileceğimiz bu aşamalarını, 20. yy’ın başından itibaren yeni gelişmeler izlemiştir. 1910’larda A. Einstein, görecelik kuramı ile mekanik fenomenlerinin mutlak olma durumlarına son vererek ışık hızına olan bağımlılıklarını ortaya koymuş, ardından da 20’lerin ikinci yarısında W.Heisenberg tarafından mikro evrende kesinliğe dayalı deterministik anlayışa karşı elementer-partiküler olayların kısmen kesin olduğunu ifade eden kesinsizlik kuramı ile öteki bir paradigma yıkılmıştır. Böylece, makro evrendeki görecelik ile mikro evrendeki kesinsizlik kuramları tarafından her iki evren alanının daha önce açıklanamayan bazı fenomenlerinin açıklanması sağlanarak bilimde katı mekanik kesinlilikten göreli kesinsizliğe geçilmiştir. Bu aynı zamanda, insanın katı zihinlilikten yumuşak zihinliliğe geçiş yaparak bilinç tarihinin en önemli sıçrayışlarından birinin, bir bakıma bilimde yepyeni bir paradigmal dönemin başlamış olduğunun göstergesi olmaktadır.
Anlaşılacağı gibi, 20. yy’ın ilk çeyreğinin birinci yarısı insan beyninde katı zihinlilik’ten yumuşak zihinlilik’e bir geçiş yaşandığı son derece önemli devrimsel bir dönemdir.
Böylece bir kuşak gibi kısa bir zaman içinde ussallıkta ve zihinlilikte yaşanan bu devrimsel sıçrayış sonucu bilimde, helenistik dönemde felsefe şeklindeki tohumlanmanın ilk aşama olduğu kabulü ile düşünsel gelişmesinin beşinci aşamasına geçiş yapılmış olmaktadır.
Mustafa Özcan (11 Aralık 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder