Geçen ayki yazıda yöntem konusuna değinmiş ve daha geniş olarak bunu “Bildik Bilimin Sonu” serisinin ikincisinde ele alacağımı belirtmiş idim.Yöntemler, bilginin kazanılmasındaki temel işlevlerinin yanısıra, bilimsel bilgi kümelerinin, ki bunlara “disiplin grubu” veya sadece “alan” denilmektedir, biribirlerine görebilginin kazanımındaki ıra (karakter) farklılıklarının ortaya konularak özgülleştirilmelerinde belirteç görevini de üstlenirler.
Sağın (egzakt) bilimler denilen bilimsel alanda doğa bilimleri ile mantık, matematik gibi formel bilimler bulunur. Buradaki sağın nitelemesi kesinlik, katılık, güvenilirlik anlamındadır. Ancak hemen şu hususu fark etmek mümkün: Burada gerçekte iki alan ile karşı karşıyayız! Çünkü matematiksel bilginin elde edilmesi belit (postüla, ilksav, koyut) olarak tanımlanan ispatsız kabuller olan kurallar üzerine kurulu aksiyomatik sistem diye adlandırılan soyut bir yapıya dayanır. Oysa başta fizik olmak üzere kimya, biyoloji, psikoloji (deneysel) gibi doğa bilimlerinde bilginin elde edilmesi gözlem ve deneye dayanmaktadır. Hal böyle olunca sağın bilimler diye bir alanın tanımlanmamış olması daha uygun bir seçenek olurdu. Gerçekten de bilim felsefecilerinin son zamanlarda bu terninolojiyi kullanmaktan vazgeçmiş oldukları anlaşılıyor.
Bilindiği gibi modern bilim felsefesi konusunun ilk düşünürlerinin başında gelen rönesans adamı İngiliz F. Bacon bilimsel yöntem için tümevarımsal uslamlamayı (endüksiyonlu akıl yürütmeyi) önermişti . Önerdi ama bilim yapanlar, yani bilim insanları araştırmalarında kendi bildikleri yollarla bilgi kazanmaya devam ettiler. Bunun nedeni endüksiyon yönteminin zorluğundaydı. Bir örnekle anlatmaya çalışalım. Bu yönteme göre kuğuların beyaz olduğu bilgisinin tam kazanılmış olduğunun kabulü için tüm kuğuların beyaz oduğunu gözlemek gereklidir. Şimdi gelinen duruma bakalım. Onbinlerce yıldır insanlar hep beyaz kuğu gördüklerinden bu o kadar da zor bir şey olmasa gerekirdi diye düşünebilirsiniz, ama öyle olmadı. Sonra Avustralya keşfedilince siyah kuğuların var olduğu anlaşıldı. Bir tek kuş türünün tüy renk bilgisinin kesinliğe bağlanmasının güçlüğü için güzel bir örnek. Bu nedenle siyah kuğu olgusu yazılarda bir eğretileme (metafor, mecaz) olarak çok kullanılır dilbilimsel bir gösterge olmuştur.
Sonuç olarak doğa bilimlerinde varsayımsal tümdengelim (hipotetik dedüksiyon) yönteminin kullanıldığı görüşüne varılmıştır ki, bu durum halen “sağın” ıralı geçerlilik konusunda fazlaca bir itiraza muhatap olmamaktadır. Doğa bilimlerinde yöntem sorunu olasıdır ki bilimin öteki alanlarına oranla en az sorunsallığa iye (sahip) olandır. Hele hele “bilimsel” diye anılabilecek genel alanların sayısı dört olarak düşünülecek olursa. Bunları formel, doğa, sosyal ve insan bilimleri (hümaniteler) şeklinde tanımlamak pek yanlış olmasa gerekir. İlk ikisinin yöntemi hakkında kısa da olsa bilgi aktarmaya çalıştım. Son ikisinin yöntemi hakkında fikir yürütmenin zorluğunu bildiğimden bunlarla ilgili olarak söyleşmenin ayni zamanda “bildik bilim alanları” olan “sağın” bilimlerden farklı bir yol izlenmesi gerektiğini biliyorum.Yani BBS geliyor.Bunun için ilkin sosyal bilimlerle insan bilimlerinin doğa bilimlerinden farklılığını görmek, sonrasında bunlarla ilgili yöntemsel yapıyı irdelemek gerekir. Yoksa anarşist bilim kuramcısı Feyerabend’in yaptığı gibi yöntemde her yol mübah deyip işin içinden sıyrılmak da olanaklıdır. Ancak bu durumda tartışılacak, konuşulacak bir şeylerin kalmayacağını da hesaplamak gerekir diye anımsatıyorum.
Gelecek ay sosyal ve insan bilimleri (İng. ‘humanities’) alanlarındaki yöntem sorununu irdelemeye başlayacağız. Mustafa Özcan/28.07.’11
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder