Osmanlı
Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -XVI-
Dizide, tarihin genelinin çeşitli yönleri ile ele
alınarak kavramsal ağırlıklı bir
değerlendirmenin yapıldığı on beş
başlıklı kesimin yeterli bir hacme ulaştığını düşünüyorum. Eksik kalan
kavramsal alanların ikmalinin değerli okuyanlarca yapılabileceğinden emin olduğumdan
artık Osmanlı Tarihinden tarih geneli için damıtılabilecek
yönsemeleri, çıkarımları, ilkeleri, paradigmaları
aramaya çıkmanın zamanı geldi diye düşünüyorum.
Öte yandan, özetleyici
bir bakışla ele alındığında emperyalist
olmayıp emperyal olduğu görülen Osmanlı İmparatorluğu‘nu tarihin paradigmik ilkelerini aramak
yönüyle gözlem altına almanın oldukça verimli entelektüel bir uğraş olacağı
kanısındayım.
Resmi
adı ile Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’ye en
genel tarihsel görüngeden
gerçekleştirilecek kısa bir göz atışta ilk görünen resmin özet olarak üç katmanlı
sosyal bir yapı olduğu ve bunun da kısaca şöylece betimlenmesinin olanaklı
olduğunu varsayıyorum:
Osmanlı’nın belirgin olan emperyal özelliğinde, dar-ül harp olarak gördüğü Hiristiyan Avrupa Kıtası’na İslamı yayma görünür ereği doğrultusundaki misyon ile fethedilen topraklarda ilk hiyerarşideki
en“Tepe” katman olan Hanedan’ın egemenlik hükmünün
yürütümünün esas alındığı bir anlayışın var olduğunu söyleyebiliriz. Yani İslam, tarihteki tüm imparatorluklarda
olduğu gibi bir din temeli üzerinde bir Hanedanın
hegemonyasının sürdürülmesi için bir
vasıta olarak uygulanmış
gözükmektedir. Ancak İmparatorluk‘un
bu özelliği açık olarak söylemleştirilmemiş bir gerçek olarak kala kalmış
gibidir.
Yukarıda
verilen bu bağlamda Osmanlı sosyo-siyasi
sistemine daha aşağı doğru
bakıldığında toplumda oluşmuş paylaşım temelli katmanlaşmanın varlığı paralelinde şöyle bir resim ile karşılaşılır:
Hanedan’ın altındaki ikinci “Tepe” Tımarlı katmanda
bulunanlar olarak genelde Osmanlı paşa ve asilzade zümresi ile seyfiye
ocaklarını temsil edenleri belirtmek
yerinde olacaktır. Bu kesimde egemen
olan şey, yani bu kesimin beklentisiyse,
Hanedandan biraz daha farklılaşmış
olup temelde fetihlerdeki talan, yağma, çapuldan gelen ganimetin
paylaşımdaki payını yükseltmektir. Ayrıca Memaliki
Osmaniyye’ye katılan mülkün yıllık haraçlarından
ve Tımarlı arpalıklarından elde edilecek olan maddi olanakların bölüşümüne yönelik beklentiyi de bu kapsamda saymadan
geçmemek gerekir.
Memaliki Osmaniyye’deki alt katman olan müstahsil tebaadan bu ardı sıra gelen bu iki Tepe yönetenin alttaki geniş kitleden beklediği şeyse genelde
nimete değil külfete katılım sağlamasıdır.
Cihan Şümul Devlet-i İslam olmanın idamesi yönünde olan bu görünür erek‘in sağlanması için müstahsil Müslüman tebaadan bu olguyu sahiplenerek benimsemesi beklenir. Böylece ahalinin
muharebede daima yayalar ve neferler olarak cenge (gazaya) katılmak sureti ile en ön saflarda
yer alarak kutsal gayeye hizmette
amade olması istenir; ki bu olgu ayrıca da onların vazifesi olarak görülür.
İşte bu
noktada, tebaanın o çok bilinen,
hicvedici olup son derece veciz bir ifade olan aşağıdaki deyişini anmak yoluyla
konuya sosyo-psişik bir bağlantı sağlamış olmak istiyorum.
“Şalvarı şaltak Osmanlı,
Eyeri kaltak Osmanlı,
Ekende yok, biçende yok,
Yemede ortak Osmanlı.” (*)
Mustafa Özcan (29 Ocak 2016)
________________
(*) Devamı var.