Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -III- (*)
Historiografinin bellibaşlı üç okulu olan Maxist, Whig ve Annales okulundan günümüze kadar etki
yapmış olanının Annales Okulu olduğu
pek çok tarihçi tarafından kabul gören bir görüştür.
Bu nedenle konuya bu yönde bir ağırlık vererek denemeyi sürdürmek bütünsel
anlaşılırlık için yararlı olacaktır.
Annales Okulu’nun, tarihi sosyal pencereden görmek için Marc Bloch ve Lucien Febvre tarafından 1929’da
başlatılıp 1990’lara kadar süren 60 yıllık dönem içinde yapılmış
olan çalışmalarla genel tarih yazıcılığını
çok geniş bir şekilde etkilemiş bir okul olduğunu söylemek herhalde yanlış bir
değerlendirme olmaz.
Nitekim Okul’un etkisi ile
olsa gerek, 20. Yüzyıl son
çeyreğinde ABD akademik dünyasında tarih araştırmaları konularında eğilimin
yönü ağırlıklı olarak siyasal bir
mahiyetteyken 21. Yüzyıl başlarında artık sosyal ağırlıklı olarak belirginleşmeye
başlamıştır.
Okul adını ilk kuşak temsilcileri
olan Bloch ve Febvre’in 1929 yılında çıkardıkları Annales adlı dergiden almıştır. Yapılan
çalışmalar tarihi siyasal yerine sosyal ve ekonomik kaynaklar ve bakış temelinden ele alarak yürüyen bir yazım
perspektifi üzerine kuruludur.
Öte yandan 1950-1970 arası sürdürülen ikinci kuşak çalışmalara ise yeni bir yorum getiren Fernand Braudel olmuştur. Braudel geleneksel histografik yaklaşıma fiziki olarak statik ile yüzyılları aşan uzun erimli total bakışlı yeni olanları
da dâhil ederek tarih yazımı için üç
tabakalı bir tarz benimsemiştir. Bunlar başlıklar olarak, geleneksel olan kısa
erimli olaysal, uzun erimli olan yapısal ve çok az değişen veya hiç
değişmeyen statik jeohistorik şeklindeki
tarih yazım biçimlerini barındıran tabakalardır.
Böylece tarih yazımının zaman içindeki gelişmelerine paradigmalar temelinden bakıldığında
başlangıçta sadece “saf” olay/aktör
ilişkili olaylar yerine giderekten uzun dönemli doğal kaynaklı olguların da yapısal
paradigma şeklinde ağırlık kazandığı görülmektedir. Böylece tarihin yörüngesini doğal, yapısal ve
sosyal koşullar ortaklığı ile
onların ortaya çıkardığı aktörler ile
olaylar şeklindeki üçlü etmensel bir ortamın belirlediği anlaşılmaktadır.
Nitekim Braudel’in görüşlerinden
biri coğrafi dağlı/ovalı ayrımının sosyo-demografik tarihsel sürece
etkisinin var olduğu üzerine iken diğeri de Akdeniz Tarihi’nde Doğu/Batı
ayrımı için belirleyici olan şeyin coğrafi
bir sınır olarak Adriyatik Denizi’nin engel teşkil
etmekte olduğu yönündedir.
Annales Okulu’nda ikinci kuşak temsilci olarak kendisinden
çok söz ettiren Braudel’in yolunda
ilerleyen ve aynı zamanda üçüncü kuşak
temsilcilerden de etkilenen Immauel
Wallerstein ise ulusal-siyasi tarih yerine coğrafya paradigması temelli merkez-çevre
ilişkisi bağlamında bölgesel tarih üzerine kurulu bir Dünya Sistemi Teorisi (modeli) kurgulamıştır.
Şimdilerde ise bu tarz histografinin
tarih yazım alanının artık geneline nüfuz etmiş olmasından ötürü özgül
coşkusunu yitirmiş olduğunu, ancak halen
dördüncü kuşak temsilcilerce bazı çalışmaların sürdürülmekte olduğunu
belirteyim.
Mustafa Özcan (24 Aralık 2014)
________________________________________
(*) Yazıya gelecek sayıda devam
edilecektir.