Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -II- (*)
Denemenin ilk bölümünde paradigma
kavramını irdeleyerek konunun kritik önemdeki bu kavramına açıklık
getirmeye çalıştım. Şimdi de tarih
kavramına, daha sonra yapılacak bireşime hazırlık için çeşitli yönleri ele
alan bir yaklaşımla değinerek buna bileşik
kavram dikotomisinin öbür yarısı
olarak netlik kazandırmak istiyorum.
Öte yandan tarih felsefesinin,
G. Vico tarafından ilk kez bilimsel
bir sistematik olarak ele alınışından bu yana geçen zaman içinde tarih
disiplini pek çok düşünürce şu veya bu yön ile ele alınmıştır. Bu durum şimdi çalışmanın
bu ikinci bölümünde yapılacak irdelemeler için son derece uygun bir başlama
noktası ortaya koymaktadır.
Böylece de bana, bu kapsamda geçmişte yapılmış ve temsilci niteliği olan çalışmaların başlıca düşünürleri
ve tarih felsefesi için oluşturdukları
görüş kategorilerini aşağıdaki gibi kronolojik bir sıra ile vermek
olanaklı gözükmektedir:
· Hegel (Diyalektik)
· Emerson (Transandalist)
· Marx (Materyalist)
· Dilthey (Hermönetik)
· Spengler (Apokaliptik)
· Toynbee (Historiografik)
· Collingwood (Entelektüel)
· Gramsci (Kültürel)
Yukarıda verilmiş tarihin felsefi
yorumları, zaman içinde akışta oluşmuş olan aşamaların mahiyeti ile bölümlendirilerek
kategorilendirilmek istendiğinde, ilk
dördünün ağırlıklı olarak felsefi
kökenli bir düzlem üzerinde oluştuğu, teknik bir mahiyet sunan Toynbee’nin dışındaki son dördünün ise kişisel-düşünsel
düzlemin ürünü olduğu anlaşılmaktadır.
Bu görüngeden bakıldığında tarihsel akış içindeki tarih felsefesi ile
ilgili bu görüşlerin derlemsel-öğretisel, (kollektif-doktriner) olandan bireysel-biyografik
olana doğru evirildiği görülmektedir. Bu ise, insani bireyin düşünsel bakımdan
evrim süreci içinde giderekten daha özgür
düşünen bir varlık olmaya doğru ilerlediğinin bir göstergesi olarak
yorumlanmalıdır.
Bu durumsa, insan zihnindeki
biyolojik evrimsel süreçte yeni bir olgunlaşma aşamasına gelinmesinden
dolayı ortaya çıkan bir sonuç olarak görülebilir.
Gerçekten de, insan denen düşünen varlığın zihninin, evrimsel süreç içinde uzun
erimli olarak nitelenen prosedürel,
semantik ve otobiyografik şeklindeki üç
tip bellekten birinin başatlığının
olduğu dönemlerden geçtiği düşünülmektedir. Şimdiki kültürel aşamamızda sonuncu
bellek tipinin yaşantı ve deneyimlerimizin kaydında başat olmaya başladığını ve
böylece de bunun ürünü olan bireysel otobiyografilerin
giderekten derlemsel (kolektif) yaşamın belirleyicisi olma konuma
doğru ilerlediğini söyleyebiliriz.
Nitekim bu durum uygarlığımızda ayni zamanda, yoğun otobiyografik bellek tipine iye
başat bireylerde ortaya çıkan liderlik vasfının tarih içindeki mahiyetinin Atatürk örneğinde olduğu gibi neden bu denli önemli olduğunu ve liderliğin giderekten neden kollektif (derlemsel) yaşamın başat öğesi haline geldiğini de açıklamaktadır.
Öte yandan, yukarıda verilen çığır açıcı bu tarihsel-felsefi
görüşlerin bazı tarih yazım ekollerinin
de ürünü olduğunu söyleyebiliriz.
Bunlar, sosyal, politik ve ekonomik olayları
doğrudan ilgilendiren siyasi ve bütünsel tarih yazma ekolleri olarak
bilinen ikisi ile birlikte doğal olaylar tarihi diye bilinenin
dahil olduğu üç historiyografik okul geleneğini temsil edeler. Ayrıca ilk ikisi yukarıda verilmiş felsefi
tarih görüşlerine yazılı dayanak olarak başvurulacak olan ana kaynak niteliğindeki
arşivleri oluştururlar.
Nitekim Annales, Marxist ve Whig diye nitelendirilmekte olan üç özgün historiyografik okul, toplumsal, siyasi ve ekonomik tarih yazımı için üç
önde gelen temsilcisi olarak gösterilmektedir.
Mustafa Özcan (23 Kasım 2014)
____________________________________________________
(*) Konunun devamı makalenin üçüncü bölümünde ele alınacaktır.