12 Şubat 2012 Pazar

BİLGE VE BİLGELİK (Erol Erbirer)

Antikçağ Yunan düşüncesinin ana niteliği bir bilgelik felsefesi olmasıdır. Bu çağ filozoflarının büyük bir bölümü insanları mutlu kılmak istemişlerdir. Mutluluğu da ancak bilgelikle elde edilebilen bir şey olarak görmüşlerdir. Bilgelik deyimi eski Yunan’da sadece bilgiyi değil, aynı zamanda erdemi de kapsamına alıyordu. Onun için biz, eski Yunan’da Bilgeliği bu içeriği ile inceleyeceğiz.

PHİSAGORAS (MÖ. 580-500)’den önceki dönemlerde Yunan Filozoflarına “Bilge-Sage” deniyordu. Çiçeron’a dayanan bir rivayete göre “Philosaphie-Felsefe” deyimini ilk kez Phisagoras ortaya atmıştır. Aynı rivayete göre Phisogoras bilgeliği sadece tanrılığa yakışan bir erdem olarak kabul etmiş ve bir insanın bu niteliğe hiç bir zaman erişemeyeceğini düşünmüştü. Bu nedenle de daha alçak gönüllü bir deyim olan “Filozof-Bilgi ve bilgelik dostu”nu kendisine uygun bulmuştu. Bu deyimi ilk olarak Herakleitos (MÖ. 550-480)’un kullandığı da bir başka rivayettir.

Filozof terimi Yunanca “Sophia-Bilgi” ve “Philia-Sevgi” kelimelerinden oluşmuştur ki anlamı Bilge ve Bilgelik sevgisi” demektir.

Felsefe terimleri sözlüğüne göre Bilgelik iki anlamda kullanılır:

1- Geniş anlamda bilgi demektir. Bu bağlamda bilmenin ereği, bilmenin eksiksiz oluşu.

2- Kendini tanımanın bilgisi: (Özellikle Sokrates’te karşımıza çıkar): Bir şey bilmemenin bilgisi gerçek bilginin kaynağıdır. Bilgi de erdeme götüren yoldur.

Orhan Hançerlioğlu’nun Felsefe Sözlüğü Bilgelik için “Genel anlamda bilgelik, Antikçağ Yunan felsefesinde akla uygun davranmak Stoacılara göre de doğaya uygun davranmak. Bilgelik en üstün iyi, erdem ve mutluluktur” der.

Acaba Antikçağ Yunan filozoflarının Bilge ve Bilgelik kavramı hakkındaki düşünceleri ne idi? Birbirinin aynı mıydı yoksa farklı mıydı? Bu filozoflar mutluluğu ve onun sağladığına inandıkları erdemi başka başka yorumladıkları için, bilgeliği de farklı olarak tanımlıyorlardı.

Phisogoras (MÖ. 580-500)’a göre en büyük mutluluk ruhun bedeni terketmesidir. Bundan başka, erdemin şartı da mutluluğu terketmektir. Zaten ruh, bir günahın kefaretini ödemek üzere bu dünyaya gönderilmiştir. İnsanın tutkuya esir olmasını itidal önler.

Herakleitos (MÖ. 550-480) bilge, çok şey bilen değil, karşıtlıklardaki değişmeleri aklı ile yakalayan kimsedir. Herakleitos bu karşıtlıkları şu basit örneklerle çarpıcı bir biçimde anlatır:

“Domuzlar için çamur, saf sudan, eşekler için saman, altından daha değerlidir”.

“En bilge insan, Tanrılar için bir maymundan başka bir şey değildir”.

“Deniz suyu ister temiz, isterse kirli olsun, balıklar için kurtarıcı, insanlar için uğursuzdur”.

Herakleitos’a göre, bilgeliğin anlamı aklı bilme, ateşin doğasını keşfetme, karşıtlığın kanununu anlama ve sürekli bir savaş halinde bulunan ve değişmeyi oluşturan birliği tanıma demektir. Hayat sürekli bir değişimdir. Bunu kanıtlamak için söylediği: “Bir insan aynı suya iki defa giremez” sözü ünlüdür. Herakleitos diyalektiğin kurucusu olarak kabul edilir. Hegel ki “diyalektik idealizminin kurucusudur” onun için: “Herakleitos’un hiç bir düşüncesi yoktur ki onu lojiğime almamış olayım” demiştir. Nitche: “Gerçeği aradığımız yerde Herakleitos vardır. Gerçeği her zaman arayacağımıza göre, her zaman Herakleitos olacaktır” demiştir. Daha sonra Engels ve Karl Marx kurdukları diyalektik materyalizmi Herakleitos temeli üzerine inşa etmiştir. Antikçağ felsefesinin dahisi olarak kabul edilir.

SOFİSTLER:
M.Ö. V. Yüzyılda düşünce platformunda “Sofist-Bilgici” denilen ve yüzyılın ilk yarısından itibaren düşüncede egemen olan felsefeyi görüyoruz. Bu felsefe bir yanda Thales’ten itibaren filozofların ortaya attıkları görüş ve düşünceleri ilk kez akıl süzgecinden geçirmiş ve bu nedenle çağına “İlk Aydınlanma Çağı” damgasını vurmuş olmakla birlikte, diğer yanda Tanrı gibi, ahlak gibi, devlet gibi, töre gibi, hak ve adelet gibi, Atina toplumunu bir arada tutan tüm değer yargılarını eleştiren bu kavramlara duyulan inançları kökünden sarsmışlardı. Çünkü onlara göre hiçbir şey bilinmez, hiçbir şeyin bilgisi olamazdı. Herşey insandan insana değişirdi. Protagosas ünlü “Her şeyin ölçüsü insandır” sözü ile bu düşünceyi dile getiriyordu. Bu düşünce aslında yaptığı sükse kadar parlak bir söz değildir. Çünkü her kavram her insana göre değişiyorsa o kavram yok demektir. Onun yerine eğer her şeyin ölçüsü insanlıktır, beşeriyettir deseydi çok daha değerli olurdu.

Bilgi ve kurallar sadece insandan insana değil, siteden siteye de değişir. Onun için bilgeye düşen ödev, yurttaşlara ve sitelere uygun görünen düşünce ve kuralları bulup onların yararlanmasına sunmaktır. Bilge bu ayrımı yapıp bu fonksiyonu yerine getiren kimsedir.

Sofistler politikayı da soysuzlaştırarak gençliği ve halkı doğru düşüncelerden uzaklaştırmıştı. İşte bu etkilerle halk geleneklerinden kopmuş ahlaksal değerlerini yitirmiş bir halde, ahlak bunalımı geçiriyordu. Aristophanes piyeslerinde Tanrılarla alay ediyordu.


SOKRATES (MÖ. 470-399)
Sokrates ve ondan etkilenerek oluşan felsefi okullar aynı zamanda mutluluk okullarıdır. Amaçları, insanları mutlu kılmaktır. Onun için onların bilgelik anlayışlarında bu çerçevede inceleyeceğiz. Sokrates, Sofistlerin toplum ahlakını bozan bu inkarcılıklarına tepki olarak ortaya çıktı ve herşeyin bir bilgisi olduğunu kanıtlamaya çalıştı.

Tüm yaşamı boyunca kalabalık görünce insanlara yaklaşıp sorulu-cevaplı konuşmaya girişerek (ki buna diyalog denir) bu bilgileri araştırdı. Sokrates Atina toplumunda sarsılan değer yargılarını ortaya çıkarmak için giriştiği bilgelik çalışmalarının öyküsünü ünlü savunmasında 501 kişilik jüri mahkemesi huzurunda özetle şöyle anlatır:

Benim hakkımda yapılan suçlamaların ve koparılan yaygaraların asıl sebebi benim az buçuk bilge bir insan olmamdır. Khairophon bir gün Delphoi’ye gitmiş dünyada benden daha bilge bir insan olup olmadığını sormuş. Tanrı sözcüsü de “yoktur” cevabını vermiş. Tanrının bu cevabı üzerinde uzun uzun düşündüm. Ben bilge olmadığımı bildiğim halde, Tanrının benden daha bilge bir insan olmadığını söylemesindeki amacı ne olabilir? Benden daha bilge olduğuna inandığım birisini buldum. Çok bilge bir insanmış izlenimini verdiği halde onun kendisinde var olduğunu sandığı bilgelikten yoksun olduğunu kendisine ve oradaki dinleyicilere kanıtladım. Devlet adamları ile tragedya ve övgü yazarlarıyla da konuşmaların sonunda aynı sonuca vardım. Sonra onlarla aramdaki farkı şöyle saptadım; Bu adamlar da benim gibi, iyi güzel birşey bilmedikleri halde onlar bildiklerini sanıyor, ben ise bilmediğimi biliyorum. İşte bu soruşturmalar sonucunda bilge olmadıklarını ortaya çıkardığım insanlar bana düşman oldular ve beni bu mahkeme huzuruna çıkardılar.

Sokrates’e göre bilgeliğin yolu “kendini tanımak”tan geçiyordu. Çünkü insan, ancak kendini tanıyarak peşin hükümlerden kurtulabilirdi. Ona göre bilge, “kendini bilen kişidir”. Kendini bilmenin özü de neyi bilip neyi bilmediğini araştırıp bulmak, bilginin özüne varmak ve kendini kandırmamaktır. İşte Sokrates’in Atinalıları kendini bilen, bilgili ve erdemli yani bilge kişiler yapma tutkusu, onun için sonun başlangıcı olmuştur. Biraz önce bir bölümünü aktardığım savunmasının başka bir yerinde de mahkemeye karşı şu sözleri sarfetmiştir:

“Atina insanını erdem sahibi yapmak için her yola başvuracağım. Beni bir değil bin defa bile öldüreceğinizi bilsem yolumdan şaşmayacağım”.

Ve şunu da ilave etmiştir: “Yalnız beni ölüme mahkum ederseniz en büyük koruyucunuzdan yoksun kalacaksınız”.

İşte bu çıkış jüri üyeleri üzerinde bir güç gösterisi etkisi yaparak onları kızdırmış ve alacağı aleyhte oy sayısını arttırmıştır. Sokarates’e göre kendini bilmek, tüm bir bilimi elde etmek olduğu gibi, iyi ve kötüyü ayırt etmek yani erdemi de kazanmak demektir. Ona göre, bilgi demek ahlak demektir. İnsanların kötülük yapmalarının sebebi, bilgisiz olmalarıdır. Onun anladığı bilgi, “bilimsel bilgi” değil, “öznel” ve “görgül” bilgidir. Sokrates’in ünlü doğurtma (ebelik) düşüncesi de bilginin bu niteliğinden kaynaklanmaktadır. Bu inancı nedeniyledir ki Eflatun yazdığı Laklies adlı diyaloğunda (ki cesaret üzerine yazılmıştır) olduğu gibi, birçok diyaloglarında kişilerden kendilerinin de bildikleri halde farkında olmadıkları bilgileri, onun doğurtma yöntemiyle, çekip çıkarır.

Eflatun Sokrates’in “kendini bil” düsturunun önemini şöyle anlatır: “Nasıl bağırsaklar temizlenmeden alınan besinin insan vücuduna yararı olmazsa, insanın ruhunu temizlemeden alacağı bilginin de insana bir yararı yoktur”.

Burada bir noktaya değinmeden geçemeyeceğim. Bu tarz düşünce insanı insan olmaya götürür. Bu düşüncenin zorunlu kıldığı şu soruları zaman zaman kendimize soruyor muyuz: Bilgilerimizin ya da bildiğimizi sandıklarımızın kaynağı nedir? Yıllar önce aile büyüklerimizden ya da çevramizden duyduklarımız mıdır? Sağdan soldan işittiklerimiz midir? Gazete dergi ya da kitaplarda okuduklarımız mıdır? Yoksa gözlemlerimiz midir? Bu bilgiler yeterli midir ve halen geçerliliklerini koruyor mu? Bu soruları soruyor ve dürüst olarak cevaplıyor muyuz?

Düşünceleri kronolojik sıraya göre izlediğimiz için şimdi Eflatun’dan önce Sokrates’in çağdaşı Empedokles ile Demokritos’un bilgelik hakkındaki düşüncelerine geçiyorum.

Bunlara Fizikçiler ya da Abdera düşünürleri denilir. Empedokles (MÖ. 492-432): Bilgeliği arttıran şeyin inceleme olduğunu söyler. Demek ki ona göre insan ne kadar çok şey bilirse o kadar bilge olur.

Demokritos (MÖ. 460-370)’a göre bilgelik hiçbir şeye tutku ile bağlanmamak, insana tasa verecek herşeyden uzak durmak ile kazanılır. Örneğin evlenmemek, bir eşin sıkıntısını çekmek pahasına evlat sahibi olmaktansa, başkalarının çocuklarını evlat edinmek gibi...

Mutluluk itidalli olmak koşulu ile ruhu dengeli ve huzur içinde tutmakla, sağlıklı ve iyi huylu olmakla elde edilir. Akıl ve bilgelikle iradesine hakim olan insan özgür insandır. Bu insan için şans ve rastlantı diye bir şey olamaz.


KİRENE OKULU Aristippis (MÖ. 435- )
Sokrates’in öğrencisidir. Ona göre hayatın amacı mutluluktur. Mutluluk bünyesel (fiziksel) haz ve zevk ile elde edilir. Bu hazzı alanlar sadece bilgelerdir. Ne var ki bu, hazzın kölesi olmak demek değildir. Hazda ölçüsüz olmak, ona tutku ile bağlanmak demektir ki, bunun sonucunda insan o hazzın kölesi olur. Bu da hazzı eleme dönüştürür. Bu durum bilgelikle bağdaşmaz. Bilgelik tüm zevkleri kontrol altında tutmayı ve ona egemen olmayı gerektirir. Başka bir deyişle bilge, içinde bulunduğu hazzı istediği noktada kesebilen kimsedir.

EFLATUN (Platon) (MÖ. 428-348)
Sokrates’in öğrencisidir. Eflatun’a göre felsefe insanı erdemli yaparak yetkin yaşamasını sağlar. Erdemliğin kökünde bilgi yatar. Çünkü, cahil insan erdem sahibi olamaz, sadece doğru bilgi sahibi olan insan filozof olmaya hak kazanır. Görülüyor ki; o da bu konuda tıpkı hocası Sokrates gibi düşünüyor. Bilge, edndiği bilgi sayesinde bütün iyi şeylerin genelliğine kavuşur. Gerçek bilgi gelip geçici değil, değişmeye bilgidir.

Onun aslı ise ideası’dır. Gerçek varlık idea’lardır. Gördüğümüz ağaç, bir görüntü olup gerçek değildir. Gerçek olan ağaç ideasıdır. Çünkü ağaç bir gün kurur, yok olup gider ama ağaç ideası kalır. Onun için gerçeği ancak aklımızla (usumuzla) buluruz. Bundan da Eflatun idealar kuramını meydana getiren şeyin onun bilgi anlayışı olduğu sonucu çıkmaktadır.

ARİSTOTALES (MÖ. 384-322)
Eflatun’un öğrencisidir. Aristoteles’e göre bilginin amacı, aklı sayesinde kendisini doğanın üstüne çıkarmaktadır. Çünkü akılda Tanrısal bir güç vardır. Bu duruma gelmek için, bilgenin işi kendi ruhuna tanrısal ve ebedi aklı ekmek için çaba harcamak olmalıdır. Bu bilge, aynı zamanda, kendine yeter duruma gelerek mutluluğu kendi düşünceleri içinde bulur. Aristoteles aynı zamanda hayvanlar alemini de incelemiş bir bilim adamıdır. Ona göre hayvanlar aleminin en bilge yaratığı arı’dır.

STOA OKULU Zenon (MÖ. 350-264)
Stoa okulu Kinik felsefesinden etkilenmişti. Gerçek evren, akıl ya da Doğa iradesidir. Gerçek evreni cahil insan tanıyamaz. Onu ancak Bilge kişi tanıyabilir. Bilge odur ki dış dünyada olup bitenlere karşı duygusuz kalır. Çünkü o kendine yeter. Gerçek mutluluk dış dünyada değil içimizdedir. Bilgeliğin anlamı doğaya ve onun iradesine uymaktır. Bunun için tüm tutku ve isteklerden vazgeçerek (Apatheia hali) özgürlüğe sahip olmak gerekir. Bilge doğadaki bir kaya parçası gibi duygusuz olacaktır.

Romalı Stoa filozofu köle Epiktetos (MS. 50-130) bu konuda verdiği örnek ünlüdür. Efendisi Epiktetosun zaten sakat olan bacağını bükerken kendisine “Bükmeyiniz, kıracaksınız” demiş. Efendisinin bu uyarıya aldırmayıp bülmeyi sürdürerek bacağını kırması üzerine de acısını gizleyerek yavaşça “Gördünüz mü? Söylememiş miydim; kırdınız” demekle yetinmişti.

EPİKÜR OKULU Epiküros (MÖ. 342-271)
Epikürosculara göre mutlu olmak herkesin başarabileceği bir iş değildir. Sadece bilgeler mutlu olabilir ve hayattan zevk almasını bilir. Mutluluk acının yokluğudur ki buna “olumsuz mutluluk” denir. Bu mutluluk fiziksel ızdırap ve ruhsal tedirginliklerden uzak bulunmak demektir.

ŞÜPHECİLİK Pyrrhon (MÖ. 365-275)
Pyrrhon’un kurduğu bu okula göre bilge herşeyin şüpheli olduğuna, hiçbir konuda kesin yargıya varılamayacağına inanan bunun için hiç bir konuda yargıya varmayan ve böylece iç huzuruna erişen ve mutlu olan kişidir. Çünkü bir eşyanın gerçek niteliğine değil, görünüşüne göre düşünce ileri sürebiliriz. Bu ise bizi yanıltır. Onun için en doğru iş yargıdan kaçınmaktır. Bu sebeple öğrenmek için çaba harcamaktansa, bilgiye karşı kayıtsız (Ataraxia durumunda) kalmak en iyisidir. Bu düşünceye “Antikçağ agnostisizmi-bilinemezciliği” de denir.

Daha sonra ortaya çıkan “Akademi Şüpheciliği” “Kesin gerçek” kavramı yerine, “Gerçeğe yakın” “En büyük olasılığı olan” kavramlarını getirmiştir ki buna “verimli şüphe” de denir.

(Erol Erbirer)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder