Epistemoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Epistemoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Nisan 2014 Pazar

Mantık, Epistemoloji ve Siyah Kuğu -II- (*) (Mustafa Özcan, 20 Nisan 2014)


Mantık, Epistemoloji ve Siyah Kuğu  -II- (*)

Konuya epistemolojilerin çeşitliği açısından bakarsak bu alanın çok verimli olduğu hemen görülür. Bunun nedeni ise zaten epistemoloji incelemelerinin olanaklı olduğu ölçüde bilgi edinme sınırlarımızın nereye erişebildiği konusuna açıklık getirmektir. Bu görüngeden bakıldığında neredeyse bilimin ana alanlar olarak doğa, toplum ve mantık alanları başta olmak üzere sanat ve hümanitelerde farklı bilgi edinim biçimlerinden söz etmek olanaklıdır.

Öte yandan elde edilen bilginin doğrulanmasının şekilleri de epistemolojinin en tartışmalı ve sıcak alanını oluşturduğu dikkate alındığında işin boyutunun nerelere varacağı kolayca tahmin edilebilir.

Bu denli hızla çeşitlenebilmesinin bir sonucu olarak da konu Yeniçağ felsefesinin bir disiplinine dönüşmeden önce Eskiçağ’ın metafiğinde de, Ortaçağ’ın teolojisinde de temel bilim kimliği ile düşünürlerin gündeminin en başında daimi olarak yer tutmuştur. Ama bugünkü anlamdaki bilgi kuramının kurucusu John Locke’tur. En tanınmış yapıtı olan “İnsan Anlayışı Üzerine bir Deneme”yi çağdaş epistemolojinin ilk kitabı olarak görmek olanaklıdır.  

Nasıl ki 2700 yıl önce Anadolu İyon düşünürleri bilgiyi mitolojik kaynaklar yerine ilk kez laik bir anlayış ile arke kavramı bağlamında fizik doğada aramaya başlamışlarsa Locke da doğaüstüne başvurmadan bilgiye nasıl erişileceği anlamak istedi. Bunun için insan denen varlığın bilgi kazanan yapısı olan anlayış yeteneği üzerine düşünmeye başlayarak bu tanınmış yapıtını 1690 yılında ortaya çıkardı.

Locke’un mantık ile epitemoloji arasında bilginin ele alınışındaki temel farklılığı dilsel formu yerine içeriksel olan yönüne odaklaması oluşturmatadır. Bu kapsamda Locke bilginin köken, doğruluk ve sınırları üzerinde araştırmaya koyularak bugün de kullanılmakta olan bilgi kuramının çerçevesini belirlemiştir.

Ancak Locke’un başlattığı görgül (ampirist) bilgi kuramında zihnin eksik bir yaklaşımla “tabula rasa” (boş levha) olarak kabul edildiğini de anımsamakta yarar vardır. Oysa bugün dıştan gelen duyusal bilginin zihin içinde entegratif tarzda işlenmeksizin kazanılamadığı artık apaçık deneysel bir gerçeklik olarak kanıtlanmıştır.

Düşüceyi temsil eden özne ile varlığı temsil eden nesne arasındaki ilişki sürecine beliren, ortaya çıkan şey bağlamından olarak bilginin kazanımına yaklaşım için tanımlanmış epistemik kuramların kapsayıcı başlıklarının adları şunlardır:

1.     Agnostizm
2.     Realizm
3.     Nominalizm
4.     İdealizm (Ampirizm, Rasyonalizm)
5.     Yeni pozitivizm
6.     Pragmatizm
7.     Yansıtıcı kuramlar

Bunların kendi içlerindeki çeşitlenmelerde dikkate alındığında onlarca, hatta daha fazla sayıda olan kuramdan söz etmek olanaklıdır. Ancak bu görüngeden bakıldığında bilgi kuramları yerine bilgi sorunlarından söz ediyor olmak daha yerinde bir anlatım olur sanırım.

Mustafa Özcan (20 Nisan 2014)
____________________

(*) Bir üçleme olan makalenin ilk bölümü daha önce yayımlanmıştı.


8 Şubat 2014 Cumartesi

Mantık ve Epistemoloji ve Siyah Kuğu -I- (*) (Mustafa Özcan, 8 Şubat 2014)



Mantık, Epistemoloji ve Siyah Kuğu -I- (*)

Siyah kuğu adlı kitabın yazarı Nassim Nicholas Taleb, 1960 doğumlu, Lübnan levanteni kökeninden gelen ünlü ABD’li bir düşünürdür. Arapça menşeli olan ismi Türkçe karakterlere uygun olarak yazılması halinde Nesim Talip olur. Öte yandan poliglot,(çok dili), polimat (çok bilimli), polispect (çok yönlü)  diye bilinen yazar ayrıca aykırı kişiliğe sahip biri olarak da tanınmıştır. Bu yönlerinin bu toplamından dolayıdır ki bazı çevrelerce dünyanın en entelektüel kişileri arasında en başta gösterilmektedir.

Yazarın ünü, Siyah Kuğu’yu yayımladığı 2007 başında piyasaya çıktığı o ve izleyen yıl içinde kitabın 36 ay bir süre ile New York Times’ın en çok satanlar listesinin başında kalmayı başarmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu başarısı ise Taleb’in 2000’lerin son çeyreğinde ortaya çıkan ABD kaynaklı uluslar arası finans krizini kitapta önceden öngörebilmiş olmasından ileri gelmektedir. Meslekten istatistikçi olan yazarın kitabı hakkındaki genel ve en kısa betimi “tesadüfün epistemolojisi”ne dairdir diyerek yapabiliriz.  

Bilindiği gibi yapıta adını veren “siyah kuğu” şeklindeki mecazi (eğretilemesel) deyiş, Avustralya’nın keşfinden bu yana son derece nadir olaraktan ortaya çıkan olaylara gönderme yapma kabilinden kullanılmaktadır.

Bu tarz bir kullanım ise, Batı insanının kendisini bildiğinden beri kuğuların beyaz olduğuna dair bilgisinin Avustralya’nın keşfi ile birlikte siyah olanın da var olduğunun anlaşılması sonucunda bu mutlak bilginin çökmesi durumuna epistemik gönderme yapma ihtiyacından doğmuştur. Bu da zamanla bu tür vakıaların (örnek olayların) eğretilemesi (mecazı, metaforiği) için bir deyim olmuştur. Başka bir anlatımla bu, çok bilinen bir özdeyişin karşıtı olan bir deyiş ile de “kaidenin istisna tarafından bozulduğu” durumlar için özsel ifadedir.
Taleb’in tesadüfün epistemololojisi konusunu incelemeye başlamadan önce epistemoloji kavramına açıklık getirmek gerekir diye düşünüyorum.

Çünkü kavram İngiliz, Fransız ve Alman felsefelerinin her birinde ayrı anlam içeriğine sahip olaraktan kullanılmaktadır. Bundan ötürü de, bu alandaki çeviriye dayalı olan Türkçe literatürde kavram karmaşasının had safhaya ulaşmış olduğunu söyleyebiliriz.

Epistemoloji sözcüğü Fransızcada Yunancadaki “bilim(sel) (bilgi) kuramı (öğretisi)” olan anlamı ile aktarılmıştır. Ama sözcük Fransızcaya, bilimlerde ortaya çıkan bilgi sorunlarına yönelik bir kuram olmak yerine bilimleri inceleyen bir felsefe dalı şeklinde yerleşmiştir. Bu durum kendini iki küçük farklılık olarak belli eder. İlkini anlamak için önce kuram ve felsefenin olayları ele alıştaki değişik tarzını anımsamak gerekir. Bilim felsefesinde konular tarih tabanlı olarak zaman akışı içinde, yani ard süremli,(diyakronik) sorgulamalar ile yapılır. 

Epistemolojide ise konular daima eş süremli (senkronik) olarak bir zamansal kesitte sorgulanır. İkinci küçük farlılık da felsefi yaklaşımın psişik değerleri de dikkate almasına karşılık epistemolojik olanın sadece nesnel değerler ile ilgilenmesidir.

Alman felsefeciler bilgi kuramı için “erkenntnisstheorie” sözcüğünü tercih etmektedirler. Ancak Almancada da epistemoloji sözcüğü az da olsa bilim öğretisi anlamı ile kullanılmakta olan bir terimdir.

İngilizcedeki kullanımına gelince, sözcük burada bilim yerine değil de bilgi anlamındadır. Oysa Fransızca da bu anlam için gneseoloji terimi kullanılmaktadır (**). Almancada da bu sözcük bir zamanlar da olsa felsefe tarihinde kısa süreli olarak kullanılmıştır.

Karmaşayı netleştirdikten sonra şimdi “Siyah Kuğu epistemolojisi” konusuna göz atalım.

Bilindiği gibi akıl yürütme, akıl yürütme (uslamlama) denilen zihni (ussal) süreçlerin iki temel, iki de tali (türevsel) olmak üzere dört biçimi vardır. Bunlar tümdengelim (dedüksiyon), tümevarım (endüksiyon), heptengitmeli (abdüksiyon) ve benzerlik (benzeşim, analoji) kurmadır. Heptengitmeli bir çeşit tümdengelimsel tarzdaki akıl yürütme iken analoji tümevarımsaldır. Burada az bilinen olan abdüksiyon sonuç önermesi için öncüllerin hepsinin doğru olduğu özel durumu ifade eder. Yani “Siyah Kuğu” kesin olarak abdüksiyon değildir.

Öte yandan konuya M. Scheler ve N. Hartmann’ın “değer kategorleri” görüngesinden bakarak mantığı (esemeyi) sınıflamaya tabi tutarsak, formel, maddi ve psişik mantık diye üç kategorili bir ayrım elde etmek olanaklıdır. Formel değerler sadece dil ve matematik temelli olup cesameti olmayan (yer kaplamayan) soyut şeylerdir. Bunun diyalektik karşıtı olarak maddi olanların ise içeriğe töz (substans, özdek, madde) katılan cesametli somut varlıklardır. Psişik (veya tinsel de denebilir) olanların ise antropik (insani) anlamlandırmaya tabi tutulmuş spiritüel (manevi ve ruhsal) şeyler olduğunu belirterek sınıflamayı gerekçelendirmiş olalım.

Bu üç katmanlı mantık hiyerarşisi oluşturulurken biçimsel olan ilkinde dış dünyanın olayları nicel ve nitel değerlendirmeye tabi tutulurken, ikinci düzeyde soyut kavrama tözsel bir içerik kazandırılmaktadır. Üçüncü düzeyde ise insan toplumları içindeki olayların düşünselleştirilmesi, yani soyut olarak anlamlandırması olan bir kavramlaştırma yani tinsel önermeler söz konusudur.

Mustafa Özcan (8 Şubat 2014)
______________
(*) Bir üçleme olan makalenin ilk bölümüdür

(**) Akarsu, Bedia, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkılap Kitapevi, 1998
    








18 Ocak 2014 Cumartesi

Barreau, Yeni Epistemoloji ve HAK (Mustafa Özan, 17 Ocak 2014)


Barreau, Yeni Epistemoloji ve HAK

Orijinali Fransızca olan Herve Barreau’nun Dost Yayınları’nın Kültür Kitaplığı Felsefe serisinin Epistemoloji adlı kitabının tanıtımı dostum Atilla Dindiren tarafından KDP Kitap’ta çıkan bir yazı ile yapıldı. Bu vesile ile kitap konusunda bir ilk olan yazısından dolayı Atilla’nın eline, diline, zihnine sağlıklar dilerim.

Benim yazım, kitap içeriğinin tanıtımını ve eleştirisini başka bir bakıştan dahi olsa tekraren yapmak yerine, yazar, ortaya konulan ‘yeni epistemoloji’ kavramı ve Her şeyi Anlayan Kuram, HAK ile bu kavram arasındaki bağlantının incelenmesi üzerine bir deneme olacaktır. Bu nedenle de KDP Kitap yerine Blog’ta yayımlanmasının daha uygun olacağını düşünererek buraya koydum.

Denemede esasen yazarın kitapta ortaya konulan şekliyle yeni epistemolojiye dair görüşlerinin bütünsellik bağlamında yorumunu yaparak konuya yeni bir boyut kazandırmış olmak istiyorum.

Önce 1929 doğumlu bir Fransız olan yazar hakkında kısa biyografik bir bilgi vermenin yararlı olacağı kanısındayım.

Değerler ve normlar konusunda bir uzman olan düşünür ayni zamanda da meslekten müzik kompozitörüdür. Fransa’nın NASA gibi tanınmış araştırma kurumu CNRS’de yönetici ve araştırıcı olarak zaman, etik, biyoetik ve epistemeloji konularında araştırmalar yapmaktadır. İlk kitabı olan“Aristote et L’Analyse du Savoir”ı (Aristo ve Bilmenin Analizi)  daha 1972’de yayımlanmış olmasına karşın ikinci özgün kitabı olan “L’Epistemologie”, çok sonraları,1990 yılında piyasaya çıkmış ve bolca baskı yapmıştır. Buradan, yazarın son derece özgün bir nitelik sergilemedikçe kitap yayını yapma gayreti içinde olmadığı anlaşılmaktadır. Başka bir deyişle çok yazma yerine özgün fikir üretmeyi yeğleyen bir tutumu vardır diyebiliriz. Bu da makale şekline daha fazla önem verdiği anlamına gelmektedir ki nitekim pek çok dergide makalelerinin bulunmasının yanı sıra ortak hazırlanmış birkaç kitapta da makale tipi yazılara yer vermesi özgün ve yaratıcı bir yazar oluşunun göstergesidir. Bunların bu kanımı desteklemekte olduğunu düşünüyorum.

Bu durum kısaca ifade edildiğinde, yazarın yaşama ve evrene bakışı holistik (bütünsel) temelli olduğundan kendisi yineleyici değil yaratıcı bir doğaya iyedir denebilir.

Şimdi Barreau’nun görüşlerini ele almadan önce ilkin epistemolojinin Wikipedia’da tanımına kısaca bir göz atmakta yarar var: Epistemoloji bilginin kaynağı, doğası ve kapsamı ile ilgilenen bir kuramdır, bir felsefe dalıdır. Bilgi felsefesi olarak da adlandırılmakta olduğundan, bu fasıl içinde tanımlama kalıb ayni kalmak kaydı ile sadece belirleyici sözcükler öteki eşdeğerleri ile yer değiştirilerek şöyle yapılabilir: Bilgi felsefesi, felsefede bilginin kökeni, özellikleri ve boyutları ile ilgilenen dala verilen addır.

Barreau kitabında, klasik diye nitelenebilecek yukarıda verdiğim bilinen tanımından daha farklı olan bir epistemoloji kavrayışı içindedir. Yazar, yaşamı ve evreni holistik bir temelden hareketle algıladığından olsa gerek epistemolojiyi de bilgi kuramı veya bilgi felsefesi olarak değil de ‘bitmeyecek’ bir bilimler araştırması girişimi olarak daha geniş ve entegre bir tarzda ele almaktadır.

Yazara göre, kıta felsefecileri XVII. Yüzyıl’dan itibaren konuyu ilkin bilgi kuramı, daha sonra da bilgi felsefesi başlığı ile ele almış olmakla birlikte bugün Aglo-Sakson analitik düşünürlerinin isabetle yaptığı gibi epistemelojiyi alışılagelmiş bilgi felsefesinden ayrı bir kategori olarak görememişlerdir. Bu durum ta ki Michel Foucault’nun epistemolojiyi paradigmalar benzeri bir ilkeler bütünü şeklinde algılayışına kadar sürmüştür. Les Mots et les Choses (Sözcükler ve Şeyler) (1966) adlı kitabında Foucault epistem kavramı ile dinamik nitelikte gördüğü bilimlerin belirli bir dönemdeki çeşitli söylemlerinin bütünsel durumuna gönderme yaparak bir bakıma Thomas Kuhn’un bilimlerdeki devrimsellik konusundaki görüşünün izini sürmüştür. Böylece kıta bilgi felsefesinde epistem diye bilgi yerine bilişsellik, yani bilimsel öğrenme temelli bir kavram ortaya atılarak ilk kez kullanıma sokulmuştur.

Bilindiği üzere, HAK da epistem kavramı gibi bilimleri soyut düzeyde holistik olarak entegre etmeyi amaçlayan görüşe dayalı bir düşüncedir, bir bilim kuramıdır. Diğer bir bakıştan da, yeni epistemoloji ve HAK hemen hemen tümüyle örtüşen ortak görüşlerin ürünü kavramlardır diyebiliriz.

Hatta felsefe tarihinde çeşitli düşünürlerce epistemoloji sözcüğü yerine eşdeğeri olarak kullanılmış diğer terminolojiye bir göz atıldığında ki bunların maddesel mantık (biçimsel olana karşılık), kritik, noetik, gnozeoloji ve bilmenin metafizik şeklindeki ifadeler ve son derece çeşitlenmiş olduğu hemen görülür.

Tüm bu saptamalar insana körler ve fil öyküsünü anımsatmaktadır.

Yani bunlar, ayni şeyi yoklayıp onu temas ile tanımlamaya çalışırken farklı konumlarından dolayı devasa bütünün farklı yerlerini duyumsayıp oluşan farklı algılardan dolayı bütünün tanımı için farklı betimler yapmaya devam eden kişilerdir.

Oysa kör olmayıp görseler, gestalt algıdaki “değişmezlik ilkesi” gereği olarak ayni tanımda veya betimde birleşeceklerdi.

Buradan epistemoloji ile ilgili olarak kurulacak analojide insanoğlunun karmaşık düşünme yeteneğinin hala körlerin durumundaki düzeyde olduğu sonucunu çıkarsamak herhalde yanlış olmasa gerekir diye düşünüyorum.

Belki de, Nietzsche’nin ‘üstün insan’ diye tanımladığı geleceğin insanın bunu başaracak olan yeni bir insan tipi olacaktır. Ancak belki de, bu durumu öğrenmenin hem çok fazla hem de çok az zamanı kaldı demek düşünsel diyalektiğin yaratıcı esnasındaki karşıtlıklarının bir gereği olarak bilinemez olmalıdır diyerek yorumumu tamamlamak istiyorum.


Mustafa Özcan (17 Ocak 2014)