2 Ağustos 2016 Salı

Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xxıı- (Mustafa Özcan, 2 Ağustos 2016) (*)


Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xxıı-

Osmanlı Tarihi’nden paradigmik ilkeler çıkarsamak amacı ile bu dizide şimdiye dek özsel tarih hakkında yaptığım irdelemelerde değindiğim kolonyalist ve fetihçi şeklindeki iki kavramı, en genel disipliner alanlar olan sosyal bilimler ve hümanitelerin sosyo-psişik kavramlar çerçevesinde bir değerlendirmeye tabi tutmak bazı paradigmik ipuçlarının ortaya çıkmasına yol açacaktır sanırım. 
Konuyu bu bağlamda ele alırsak, ilk aşamada, özsel tarihte daha önce karşıt emperyal ilişkileri temsil eden kavramlar olarak kolonyalist ve fetihçi diye tanımlanmış olan bu ikili kavram çiftinin ilişkide olduğu sosyo-psişik çerçeve içindeki yerlerinin şu iki ana kavram ulamı kapsamında bulunabileceğini görürüz: 
Bu ulamlar ilk kez, Alman sosyoloğu Ferdinand Tönnies tarafından sosyal yapılarda mevcut iki temel gruplaşmayı belirtmek üzere topluluk ve toplum (cemaat ve cemiyet veya Almancası “gemeischaft” ve “geselschaft”) şeklinde yapılmış kavramsal tanımlamalardır. 
Nitekim Tönnies 1887 yılında yayımladığı “Gemeischaft und Geselschaft” adlı sosyoloji kitabında “geleneksel” nitelikli yerleşimler olan ‘köy’, ‘mahalle’ ve ‘semti’ temsil eden sosyal gruplaşma olgusunu özlerindeki kırsal niteliğinden dolayı topluluk ve bunun “modernleşmiş” sosyal yapıdaki diyalektik karşıtı olarak bütünsel kent olgusu zemininde yurttaş sosyalliğine erişmiş gruplaşmayı ise toplum olarak terimleştirmiştir. 
Öte yandan Ferdinand Tönnies yaptığı bu girişim ile yepyeni eytişimsel bir çift şeklinde sunduğu sözü edilen dikotomik ulamsal kavramlaştırmayı sosyal bilimler literatürüne paradigmik düzeyde dönüştürücü bir etkililikte sokmayı da başarmıştır. 
Böylece şimdi bu bağlamdaki emperyal düzen olgusunu bu kez, Yakınçağ’ın tarihsel yörüngeleri görüngesinden bakarak ele alıp irdelersek Doğu’yu temsil eden Osmanlı emperyal anlayışının toplulukçu (cemaatçi), Batı’yı temsil eden İngiliz emperyal anlayışınınsa toplumcu (cemiyetçi) bir karakter taşıdığını görürüz.
1711 yılında Dominyon Bakanlığı’nı kurarak bu tarz kolonyalist emperyal bir yaklaşımı tarihte ilk kez küresel çapta uygulamaya geçiren İngiltere’ye karşılık ayni yıl yenileşmede başarısız bir hareket olan Lale Devri sürecini yaşamaya başlayan Osmanlı için Batı’daki bu olay söz konusu yenilikçilik hareketi için bir neden teşkil etmiş olmalıdır.  
Şimdi de iki emperyal kutup arasındaki durumu tarihsel olarak izleyen olaylar ve gelişmeler bakımından irdelersek Batı’nın gösterdiği bu evrensel ilerleme ve kalkınma süreci Doğu’nun iyiden iyiye etkisizleşmesine neden olmuş olduğunu saptarız. Tarihin devamında Doğu karşısında gelişmişlikteki uçurumun sürekli artması sonucunda da Batı Dünyası, 20. yüzyıl’da, küresel nimetlerin bölüşümünde kendi aralarında ortaya çıkan anlaşmazlıklar sonucu karşılıklı olarak saldırganlaşmış, bu ise tüm insanlıkça yeryüzünde yaratılmış toplam maddi değerin beşte üçünü yok eden iki bölüşüm savaşına kaynaklık etmiştir.
***
Konunun tarihsel açıdan irdelenmesinden sonra gene bu bağlamda ancak daha  temel düzeyde bireye egemen olan sosyo-psişik durumlar bakımından ele alınmasına gelelim. 
Bu kapsamda, bireylerin ortak tutumları olgusu doğrultudan hareket ile ortaya çıkıp sosyal yapılaşmayı etkileyen iki ana kutupsal davranış eğiliminden söz etmek olanaklıdır. Bunlar antropolojik olarak insanoğlunun en derininden kaynak alıp beliren sosyo-psişik yapılardaki eşitlikçi ve baskınlıkçı eğilimlerdir.
Baskınlıkçı eğilimin harekete geçmiş şekli olan sosyal baskınlık yönelimi ise aşağıdaki bağlantıdan (**) alıntılanıp yaptığım eklemelerle özetlenen bir paragraflık değerlendirmeye göre bireyler için şöyle bir genel özelik ortaya koyar:  
“Sosyal baskınlık yönelimi yüksek olan bireyler; değişik gruplar ve grup üyelerinin sosyal statüleri arasındaki farklılıkları korumayı, hatta bu farklılıkları artırmayı isterler. Tipik olarak bu bireyler; baskın, hırslı, dirençli olurlar ve daima güç arayışı içindedirler; bunun sonucu olarak da paralelinde hiyerarşik grup yönelimlerini tercih ederler. Dünyanın kurtlar sofrası veya insan insanın kurdu olduğu inancına bağlıdırlar.” 
Bu değerlendirme toplulukçu (cemaatçi) yapılarda yetişecek olan insan ırasını aşikâr olarak betimlemektedir. Buradan hareket ile de cemaatçi toplum yapılarının kul niteliğine iye insan yetiştiren yapılar olduğunu açıkça söyleyebiliriz! Oysa eşitlikçi eğilimin egemen olduğu mümkün olduğunca hiyerarşiden kaçınan bireylerden oluşan toplumsal yapılarsa kul yerine özgürlükçü insana kaynaklık ederek çağdaş yapıda bir yurttaş toplumu ve devamında demokratik düzen oluşturmak yolunda ilerler.

Mustafa Özcan (2 Ağustos 2016)
_______________


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder