28 Aralık 2015 Pazartesi

Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xıv- (*) (Mustafa Özcan, 28 Aralık 2015)


Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xıv- (*)

Büyük Tarih” konusu kapsamına müfredat olarak nelerin girdiğine bakıldığında, belirtildiği gibi ilk aşamada astrofizik temelindeki anlatı ile başlayan evren kozmogonisinin ele alındığı görülür.

Bu kapsamdaki öyküye, 13,8 milyar yıl önce yüksek yoğunluk ve ısıdaki noktasal bir tekillikten kuantum dalgalanmaları sonucu 10^-43 saniye olarak verilen Planck Zamanı içinde oluştuğu kabul edilen “Büyük Patlama” ile başlanır. Anlatı, havsala dışı bu olayın ardından saniyenin yüz milyarda biri kadar zamanda meydana gelen şişme şeklindeki kozmik genişleme ile ortaya çıkan üçü uzay ve biri zaman olmak üzere dört kozmik boyutlu evrenin oluşumun betimlenmesi ile sürer. 

Bundan sonraki müfredat içeriğinde, yazarlara göre bazı nüanslar olmasına karşın genelde kozmik genişleme ile beliren enerji/madde dönüşümünün bir sonucu olan galaktik bulutsu oluşumu hakkında bilgi verilir.

Bu doğrultudaki müfredatın omurgasını ise, Büyük Patlama ile şişmenin ardından yüzde bir saniye sonra primordiyal (ilksel) madde olarak ortaya çıkan hidrojen çekirdeği, yani proton ve ondan nükleer füzyon ile sentezlenen helyum çekirdeğinin istikrarlı hale gelmesi süreci hakkındaki bilgilendirme oluşturur. Böylece, maddenin istikrarlaşması için geçen 379 bin yılın sonunda evrenin ilk ışığını veren galaktik bulutsular ve ilksel yıldızlar eskil (kadim) evreni oluşturarak bize görebileceğimiz en erken evren resmini sağlar. Yıldızsal füzyon ile hidrojenini helyuma dönüştürerek nükleer yakıtını çok kısa zamanda tükenen bu ilksel yıldızların kütle-çekimden dolayı içe çöküp patlaması sonucunda daha ağır elementlerin oluşumu hakkındaki anlatı ise kozmik evrim öyküsünün bundan sonraki bölümünde yer alır. Birincil tip ilksel yıldızlardaki hafif elementler ile bu yıldızların süper nova ile ölümleri sırasında ortaya çıkan binde bir oranındaki ağır elementleri içeren bulutsuların yoğunlaşma ürünü olarak da ikincil tip yıldızlar meydana gelir. Bir örneği de güneş olan bu yıldızların gezegen sistemlerini oluşturması ise şimdilik sadece bizim sistemimiz örneğinde çağcıl (modern) evrenin gelişim öyküsü mahiyeti ile sonraki bölümün anlatı odağında yer alır.  

Canlılığın henüz bilinen biricik yeri olması nedeni ile yerküre için jeolojik ve ekolojik öykü biyosfer ve biyolojik evrim odaklı anlatının esasını oluşturmakla birlikte buradaki müfredatın ağırlıklandırılmasında yazarına göre oldukça farklı temaların seçilebildiği göze çarpmaktadır. Bir yazar temainsan ekolojisi yönünde kurgularken bir diğeri dünya coğrafyası ekseninde ortaya koyabilmektedir. Gene, bazı yazarlarca tarihöncesi bir yaklaşım doğrultusunda paleo-antropolojik ağırlıklı bir tema benimsenerek konunun ele alınışında tarih yönüne ağırlık verilebilmektedir.
Öte yandan, belli bir yöne odaklanarak müfredatı o yönde ağırlıklandırma yerine anlatıya temel oluşturan alanları çeşitlendirerek dağıtık bir müfredatın da benimsenmesi söz konusu olabilmektedir. Bu tür ele alışlarda astronomi, kozmoloji, fizik, kimya, evrimsel biyoloji, paleontoloji, antropoloji ve arkeoloji disiplinlerin tamamından etkin bir şekilde yararlanılmaktadır. Bu durumda anlatı temasının omurgası doğa tarihi ve çevreci (ekolojik) coğrafya üzerine kurulur. Çünkü önceki ele alışlarda konuya tarih veya bilim olmak üzere iki kutuplu üst ulamsal bakıştan biri esas alındığından bu ikisinin dışında diğer üçüncü üst ulamsal bakışınsa doğa tarihi ve çevreci (ekolojik) coğrafya üzerinden olabileceği açıktır.

Görülüyor ki, en geniş tarihin bu yeni anlatı biçimi için genelde daha çok ekolojik (çevreci) olgu ana tema olarak benimsemiş gözükmektedir. Ancak burada da iki tercihli bir durum öne çıkmaktadır. Biri Gaia Kuramı tarzı olarak gezegenimizi canlı holistik bir bütün mahiyeti ile ele alan yaklaşım olurken, diğeri ekosistemik temelli analitik-redüksiyonist yaklaşımı benimsemektedir.

Büyük Tarih konusunda değinilmeden geçilmemesi gereken diğer bir husus da anlatı bütününü yönlendiren stigmerjik özün ne olduğu sorusudur. Bu tür bilgi oluşum ve akış süreçlerinde kaçınılmaz olarak zaman okunun, yani termodinamiğin ikinci yasası olarak entropinin düzen bozucu ajan olarak devrede olduğu bilinmektedir.  Düzen bozuculuğu sistem kurarak ve besleyerek aşmaya çalışan enerji yitirgen yapıların olmazsa olmazı mahiyetindeki girdisi olan enformasyonunsa entropiye karşı gelmekte olduğu noktasından hareket ile uzay/zaman akışında giderek artan bir karmaşıklaşma olgusunun stigmerjik öz olduğu ve süreci yönettiğini söylemek doğru olacaktır.

Nitekim “Big History” (Büyük Tarih) kavramının isim babası David Christian daha ilk kitabında (**) konuyu uzay/zaman akışı içinde gelişen sekiz aşamalı bir karmaşıklaşma süreci olarak kurgulayıp ele almaktadır. Yazarın diğer iki yazar, C. S. Brown ve C. Benjamin ile birlikte kaleme aldığı yeni kitabında da ayni müfredatta ayni aşamalandırmanın benimsediği görülmektedir (***).

Genel olarak ifade etmek gerekirse, benim düşünceme göre 21. Yüzyıl evreni bütünsel görüngeden kavrama çağı olma eğilimi yönünde yol almakta olduğundan holistik anlayışa dayalı olarak en uygun tarih yaklaşımı mahiyeti ile Büyük Tarih tasarımının benimsenmesi doğru bir seçim olacaktır.

Mustafa Özcan (28 Aralık 2015)
______________________
(*) Devam edecektir.
(**) Christian. D. , Maps of Time: An Inroduction to Big History, University of California Press, 2004.
(***)Christian, D. , C.S. Brown and C. Benjamin, Big History: Between Nothing and Everything, McGraw-Hill Education, 2014.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder