15 Nisan 2012 Pazar

ÇEVRE (Erol Erbirer, Nisan 2012)



ÇEVRE
İnsanın etkilediği ve etkilendiği dış ortama ÇEVRE denir.

Çevreyi insan, diğer canlılar ve tüm doğa oluşturur.

İnsanlar 19. asrın sonlarına kadar doğa ve çevre ile iç içe mutlu olarak yaşadılar.
Tarım ve hayvancılığı insanoğlu iki büyük iş alanı olarak seçti.

Toprakla uğraşanlar zamanla yerleşik düzene geçtiler. Yerleşik düzene geçiş insanların birbirleriyle ilişki içine girmelerini ve kentleşmeyi doğurdu. Toplumsal iletişim yöntemlerinin gelişmesi ise toplumsal bilincin gelişmesini hızlandırdı, sabanın bulunması ile üretim arttı. Çömlekçilikle başlayan değişim dokumacılıkla devam etti. Sanayi devriminden sonra teknoloji baş döndürücü bir hızla ilerledi. Bu durum insanların yaşam düzeylerini yükseltirken beraberinde yeni sorunlar getirdi.

Ozon tabakasının delinmesi, çevre kirlenmesi, ormanların ve diğer canlı varlıkların yok edilmesi tüm canlıların yaşam temellerini sarsmaya başladı.

Teknoloji ve sanayinin ilerlemesi ve buna bağlı olarak yaşam düzeyinin yükselmesi doğal kaynakların aşırı derecede sömürülmesine neden oldu. Bu olay doğal ve ekolojik dengenin bozulması pahasına gerçekleşti. Erozyon, su düzeninin bozulması, kuraklığın ve açlığın getirdiği toplu göçler zincirleme sorunlara neden oldu.

Bugün dünyamızın 1/3’ü kurak bölgelerden oluşmaktadır. İnsanların olumsuz girişimleri sonucu her geçen gün topraklar biraz daha çöle dönüşmektedir.

Bu olumsuzluklar ozon tabakasının delinmesine ve CO2 etkisiyle atmosferi ısıtarak klima dengelerinin bozulmasına neden olur. Zehirli atıklar, radyasyon, bitki ve hayvan türlerindeki azalmalar olarak sıralayabileceğimiz çevre sorunları, böylesine duyarlı bir ortamda biz insanların ne denli dikkatsiz bir yaşam sürdürdüğünü göstermektedir.

Yaşamın temelini gıda oluşturur. Son 30-40 yıl içerisinde gerek karadan, gerekse denizden elde edilen besin maddelerinde büyük artışlar sağlanmıştır.

Dünyanın doğal kapasitelerinin sonuna ulaştığımız bugün ise bu artış yerini azalmaya bırakmıştır.

Araştırmalar göstermiştir ki; çevre koşulları karşısındaki en büyük tehlike bizim bunları algılayış, yorumlayış ve özümseyiş biçiminden kaynaklanmaktadır. Bugün hala büyük çoğunluk bu noktaların son derece ciddi bir bunalım yarattığını kavrayamamıştır.

Artan bu olumsuzluklar karşısında hiç bir şey yapmamayı seçmek aslında karşı karşıya olduğumuz felaketi hazırlayan bu pervasız çevre katliamını sürdürmek demektir.

Bu tablo karşısında İngiliz Yeşiller Partisi sözcüsü Sara Perkin 1994’te Avrupa Parlamentosu kürsüsünden adeta haykırarak söylediği sözlerini şöyle noktalıyordu;

Öyle duygusuz, öyle sessiz, öyle coşkudan yoksunuz ki, sonunda kendi yok oluşumuzu izleyip sahneden çekilecek son tür haline gelebiliriz. Mezar taşımızdaki yazıda, ‘olacak olanı gördüler ama durduracak aklıdan yoksundular’ yazacak”.

Doğaya ve çevreye ancak bilgi ve birikimle yaklaşırsanız o uyumlu ve özverilidir. Doğa ve çevreye söz geçirmek için akıl gerekir.

Doğadan ve çevreden uzaklaştığımız takdirde yapay dünyanın yapay insanları oluruz. Tıpkı yapay çiçekler, naylon fideler, plastik bitkiler gibi.

İnsanlar doğadan ve çevreden uzaklaştıkça sentetik mutluluklar aramaya başladı.

Dünya ve çevreyi kendi çıkarlarının kullanıldığı bir savaş alanına çevirdiler. Bugün özellikle geri kalmış ülkelerde, geçmişin birikimiyle geleceğe uzanmayı amaçlayan soylu insan çabası, yerini köşe dönücülüğe bırakıyor. Emekle, özveriyle, bilgiyle ve bilimsellikle değil, “Açıkgözlülük” sanılan yalanlarla çıkar sağlama salgını hızla artıyor. “Okumak niye? Paran varsa kuralı sen koyarsın” gibi tümceler türetiliyor, çıkarcılık gelişiyor.

Bu olumsuzluklar böyle geliştikçe çağımızın en temel sorunu olan insanın kirlenmesi başlıyor.
İnsanlar kirlenmeye başlayınca erdemler kirleniyor. Erdemler kirlenince eylemler de kirleniyor. 

İşte bugünün en büyük sorunu. Artık gözüpek ve dosdoğru biçimde harekete geçmeliyiz.

Peki ne yapmalıyız?
1-    Doğa ve çevreye verilen zararlar onarılarak insanın doğa ve çevrenin bir parçası olduğu, doğa ve çevre zarar görürse insanın da zarar göreceği bilinmeli, anlaşılmalı, kavranmalı,
2-    Ekolojik dengenin bozulmamasına dikkat edilmeli, kaynaklar insan mutluluğu için değerlendirilmeli, ama asıl kaynak asla kurutulmamalıdır,
3-    Gereksiz yere hiç bir şeye zarar verilmemeli, gerekliliğin ölçütü bilimsellik olmalı,
4-    Uzun dönemli bilimsel çabalarla çağdaşlık sağlanmalı,
5-    Doğal kaynakların en başında insanın geldiği asla unutulmamalı ve insanın kültürel gelişmesine son derece önem verilmelidir,
    
    Bütün bu anlatımlarla bilime, güce ve güzelliğe aynı ölçüde adalet ve erdemlere değer vererek dünyayı, çevreyi tüm varlıklarıyla kucaklamalıyız.

    Bunları yapmadığımız takdirde gelecekte çocuklarımıza nasıl bir dünyayı miras olarak bırakacağımız düşünülmelidir.

KARAR BİZİM, SÖZ KONUSU OLAN DÜNYADIR

Yaşlı adam sahilde yerden bir şey alıp okyanusa atan gence yaklaşıp seslenmiş;

-       Günaydın, ne yapıyorsun böyle?
-       Okyanusa denizyıldızı atıyorum.
-       Neden atıyorsun?
-       Güneş yükseldi, sular çekiliyor, onları suya atmazsam ölecekler.
-       Kilometrelerce sahil binlerce denizyıldızı ile dolu, hiç bir şey farketmez ki!

Genç adam yerden bir tane alıp denize fırlattı ve “bunun için farketti” dedi.


Yaşlı adam gencin evrende gözlemci olmayı, olup biteni izlemeyi değil, oyuncu olmayı ve bir fark yaratmaya çalıştığını anladı ve utandı.


İşte bizler de gözlemci olarak olup biteni izlemeye değil, oyuncu olup bir fark yaratmaya çalışmalıyız.

Erol Erbirer (Nisan 2012)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder