28 Kasım 2015 Cumartesi

Otokrasi ve Bilim, Rusya Örneği (Fuat İnce, 28 Kasım 2015)


Otokrasi ve Bilim, Rusya Örneği

Otokratik yönetimlerin hakim olduğu ülkelerde, bilimsel ve teknolojik gelişmenin desteklendiğini veya tam tersine, zarar gördüğünü gösteren örnekler verilebilir. Rusya her iki yönde de örneklerin bulunduğu bir bilim tarihine sahiptir. “Deli” Petro ve Stalin dönemlerini yaşamış bir ülke bugün de Putin döneminde otokrasi ve bilimin gelişmesi arasındaki ilişkilere sahne olmaktadır.

Rusya 18inci yüzyıl başlarına kadar bilimde sözü edilen bir ülke değildi. Daha çok geri kalmış bir tarım toplumu olarak nitelendirilebilirdi. Rusya’nın bilim ve teknolojide Dünya düzeyine çıkması, bizim “Deli” Petro dediğimiz, ama  Rusların ve diğer batılıların kendisine “Büyük” Petro dediği, Çar Piyotr Aleksiyeviç Romanov (1672-1725) zamanında başlamıştır.

“Deli” Petro 1696’da tam yetkiyle hükümdar olmasından az sonra, bilimin ve eğitimin önemini öne çıkaran devrimsel kararlar almaya başladı. Rusçanın yazıldığı Kiril alfabesini geliştirerek dil/yazım standardı getirdi. İlk kez Rusça gazete çıkmasını sağladı. Rusya’da ilk bilimsel dergiyi çıkarttı. Evrensel klasikleri Rusçaya çevirtip yayımlattı. Avrupa'nın en önemli kütüphanelerinden birini kurdurttu. Uzay gözlem enstitüsü, botanik bahçesi, müze, basımevi, sanat atölyeleri, ilk hastane ve ilk tıp fakültesini kurdurdu.

Bütün asillerin, bürokratların ve devlet çalışanlarının 10-15 yaş arası çocuklarına eğitimi zorunlu kıldı. Okuma yazma yanında eğitimde matematik, geometri ve fen bilimlerine ağırlık verdirdi. Sınav sistemi kurarak sınavları geçme mecburiyeti getirdi.

Petro, Avrupa’nın bilimde neden ilerlediğini yakından izlemek üzere gezilere çıktı. 18 ay boyunca Almanya, Fransa, Hollanda, İngilere’de tersaneleri, üniversiteleri, askeri tesisleri gezdi. Oralarda sanayici ve bilim adamlarıyla tanışıp görüştü. Ünlü Alman bilimci Leibniz ile ilişkisini hiç kesmedi. Onun tavsiyesiyle  St Petersburg Bilimler Akademisini ve St Petersburg Devlet Üniversitesini kurdu. Avrupa'nın en önemli bilim adamları davetle Rusya'ya geldiler. Akademiye katılan yabancı bilimcilere üç katı fazla maaş verildi. Petro, Bilimler Akademisinin yönetimini akademisyenlere bıraktı. Akademinin üyeleri ve başkanları, Çarın bir müdahalesi olmadan Akademide yapılan oylamayla seçilir oldu.

Bilim dışında sivil alanda da devrimsel kararlar alan Petro, bir takım sosyal reformlara imza attı. Kamu çalışanları arasında kıyafet devrimiyle batılı kıyafetleri zorunlu yaparak kamuda kıyafet birliği sağladı. Ayrıca onların sakal bırakmasına karşı ağır sakal vergisi koyarak kıyafet birliğini pekiştirdi.
Takvim devrimi yaparak Avrupanın kullandığı Jüliyen takvimini resmi takvim yaptı. Kadınların kendi rızaları olmadan evlendirilmesini, aile içi şiddete ve geçimsizliğe yol açıyor diye yasakladı. Belki de en önemlisi Rus kilisenin siyasete müdahalesine son verdi. Kilisenin yönetimini patriğe değil kendi atadığı 10 kişilik kurula bıraktı.

Petro’nun reformları meyvalarını kısa sürede vermeye başladı. Rus bilimciler 18. ve 19. yüzyıllarda bütün pozitif bilim dallarında (fizik, matematik, kimya, biyoloji, havacılık, astronomi) önemli keşiflerde bulundular, Dünya bilim literatüründe ön sıralarda yer aldılar. Devrimlerin yarattığı bu durum 20. yüzyılın ilk yarısına kadar sürdü.

Lenin’in ölümünden sonra 1924 yılında Sovyetler Birliğinin başına geçen Stalin (1878-1953), gelmiş geçmiş en zalim diktatörler arasına adını yazdırmıştır. Kendisine rakip gördüğü her kesimden milyonlarca kişiyi hapsetmiş, Sibirya’ya çalışma kamplarına sürdürmüş ve öldürtmüştür. Baskıcı yönetimin bilim alanına müdahale etmesi, bilimi tamamen resmi devlet ideolojisi ile uyumlu, resmi görüşleri destekleyen bir kurum haline sokmuştur.

Resmi ideolojiyle uyumlu olan, başta fizik olmak üzere bazı alanlardaki destekler, bilim aleminde önemli gelişmeler sağlamayı sürdürmüş, ancak, resmi görüşlere karşı çıkan bilimciler mesleklerinden olmuşlar, hatta hayatlarını kaybetmişlerdir. 1930’lu yıllarda Stalin’in diktası altındaki Sovyetler Birliğinde, onun bilimsel düşünceyi kontrol altına alma çabaları, köklü bir bilim geleneğine sahip bu ülkenin ABD ve Avrupa karşısında nasıl geri kaldığına bir neden olarak da gösterilir.

Stalin’in baskısının en güzel örneği, ya da hazin öyküsü, biyoloji ve genetik alanında olmuştur. Stalin yanlısı biyolog Trofim Lysenko, Darwin ve Mendel genetiğini burjuva yarıbilimi olarak niteleyip Fransız biyolog Lamark tarafından öne sürülen görüşleri savunduğunda, Stalin onu överek resmi biyolojiyi ona dayandırdı. Lamark 19. yüzyıl başlarında, özetle ifade edersek, anne babadan çocuklarına geçen özelliklerin, genetik geçmişten değil anne babanın yaşam boyu edindikleri eğitim ve deneyimden geldiğini iddia etmişti. Oysa Darwin ve Mendel’in keşifleriyle Lamark’ın öne sürdüğü fikirler Avrupalı biyologlar tarafından terkedilmişti. Ancak komünist ideolojiye daha uygun düştüğü için Rusya’da resmi devlet bilimi oldu.

Bir başka Rus biyologu olan Nikolai Vavilov ise, Lysenko’ya karşı çıkıyordu. Bugün artık büyük Rus biyologu olarak anılan Vavilov, Avrupa’da da çalışmış, Sovyetler Birliği Tarım Bilimleri Akademsinin Başkanlığını yapmış, Dünya’nın birçok ülkesini dolaşarak topladığı tohumlarla zamanında Dünya’nın en büyük tohum bankasını kurmuş, tohumların kökenleri konusunda yaptığı çalışmalarla uluslararası üne kavuşmuş bir bilimciydi. Ancak biyoloji alanında resmi devlet politikasıyla ters düştüğü için yargılandı. Önce ölüme mahkum edildi. Sonra cezası ömürboyu hapse çevrildi. 1943’te hapisanedeyken açlıktan öldü.

Fakat Vavilov öyküsünün asıl acı tarafı Sovyetler Birliğinde yaşanan kıtlıklar oldu. Tohumların iyileştirilmesi başta olmak üzere Vavilov’un tarımla ilgili önerileri bir kenara atılıp Lysenko’nın önerileri itibar görünce Sovyet tarımında verimsizlik ve düşük kalite yıllarca sürdü. Olan halka oldu.
Stalin döneminde ağırlıkla baskı altında olan sosyal bilimler olsa da matematik de baskılardan nasibini almıştır. Matematiğin ve istatistiğin temel yasalarından sayılan büyük sayılar yasası ve rasgele dağılımlar teoremleri, resmi planlamalar ile verilerin uyuşmadığını gösterince resmen “yanlış kuramlar” olarak nitelenmiş, bunların doğruluğunu savunan tanınmış matematikçiler Kolmogorov ve Slutsky, ısrar etmeyerek  çalışmalarını başka alanlara kaydırmak zorunda kalmışlardı. Bilahare bazı verilerin kuramla uyuşmasını sağlamak için değiştirildiği de ileri sürülmüştür.

Bir başka ilginç öykü de “Big Bang” kuramcısı, ilk Sovyet siklotronunun tasarımcısı büyük fizikçi Gamov ile ilgilidir. Gamov ve eşi resmi yollarla ülke dışına çıkamadığı için gizli yollardan kaçmaya karar verirler. Karadenizin kuzeyindeki Odesa kentindeyken kürek çekerek, rüzgar ve akıntıların da yardımıyla Türkiye’ye varabileceğini hesaplar ve birlikte bir sandalla yola çıkarlar. Ancak çok geçmeden kötü hava koşulları da bastırınca bu işin olanaksızlığını anlayıp geri dönerler.

Stalin’den sonra Khruschev döneminde (1953-1964) bilim üzerindeki baskı önemli ölçüde kalkmış sayılır. Fakat Brezhnev döneminde (1964-1982) gene bazı olumsuzlukların yaşandığı bilinmektedir. Gorbachev’in döneminde ise (1985-1991) glasnost ve perestroike politikaları ile Rusya’da bir açıklık ve serbesti ortamı doğdu ve bunun sonucunda 1991 devriminin de yolu açıldı.

1991’de Sovyetler Birliği çöktükten sonra gelen serbesti ortamıyla yeni devletin yönetiminde başgösteren kısa süreli de olsa bir kargaşa içinde bilim ve teknolojiye destek büyük ölçüde azalınca, bilimcilerin önemli sayılarla ülke dışına çıktığı görüldü. 1990lı yıllarda Amerika ve Avrupa’ya giden bilimci sayısının 30 000 kadar olduğu tahmin edilmektedir.

2000’li yıllarda tekrar ekonominin düzelmesi ve devlet düzeninin yerleşmesiyle bilim ve teknolojiye destekler arttı. Hükumet bilimcilerin geri dönüşünü teşvik için kampanyalar başlattı. Öncelikli alanlar ilan edilerek bu alanlarda büyük devlet destekli projeler ortaya kondu. Küçük küçük sayılarla da olsa tersine bir beyin göçü başladı. Batılı ülkelerle bilimsel işbirliklerinin artması da buna katkıda bulundu. Ancak tersine beyin göçü birkaç yüz kişiyi bulmuşken, son birkaç yılda Putin’in otokratik yönetimi nedeniyle gene duraklamaya girdiği görülmektedir. Putin’in bilime karşı olmasa bile genelde baskıcı yönetiminin, Rusya’da bilim açısından olumsuz sonuçlara yol açma olasılığı ülkenin içinde ve dışındaki Rus bilimcileri tarafından endişeyle karşılanmakta ve protesto edilmektedir.

Yüksek prestijli Nature dergisi Aralık ayındaki bir sayısında 5-6 Aralıkta (2014) Saint Petersburg’da yapılan Rus biliminin geleceği konulu toplantıdan haberler vererek, Rus bilim dünyasındaki politik çalkantıları konu eden bir makale yayımladı. Makale jeopolitik gerilimlerin Rusya’nın Batı ile ilişkilerine zarar verirken Rus biliminin kendi başına ne derece başarılı olabileceğini sorguluyor. St Petersburg’da İngilizce eğitim yapan özel Avrupa Üniversitesinde yapılan toplantıya, bazı üst Rus düzey yöneticileri yanında, Rusya içinden ve ABD ile Avrupa’ya göç etmiş bilimcilerden oluşan 100 kadar kişi katılmış.

Kırım’ın ilhakı ve Ukrayna’da Rus yanlılarının Rusya desteği ile sürdürdükleri ayrılma çatışmaları gölgesinde yapılan toplantı, Putin yanlısı milliyetçi bilimciler ile demokrasi ve batı yanlısı bilimciler arasında gergin bir ortamda geçmiş. Hele atışmalar sırasında milliyetçi bir Rus katılımcının bir ara Stalin posteri açmasıyla ABD vatandaşı bir Rusun bağırarak protestosu ve salonu terketme düzeyine varmış.

Toplantı Rus bilimciler arasındaki derin görüş farklarını su yüzüne çıkarmış. Batıya göç etmiş olan veya olmayan bazı Rus bilimciler, Putin’e ve onun politikalarına sıkı bağlılık gösterirken, Rusya’nın bilim ve teknolojide Batı ile işbirliği ve ilişkilere girmeden de Dünya liderliğine oynayabileceği görüşünü savunmakta.  Buna karşılık Batı ülkelerinden gelen bir takım Rus bilimciler Putin’in Ukrayna girişimlerinden ve içerdeki baskıcı politikalarından endişe duymakta, demokrasinin olmadığı ortamlardan bilimincilerin rahatsız olduğunu, oradan ayrılmak isteyeceklerini ve böyle ortamlarda bilimin gelişemeyeceğini savunmaktalar. Kendi göçlerini de görüşlerine örnek ve destek olarak göstermekteler.

Sert tartışmalardan sonra ABD’deki Michigan Üniversitesinden gelmiş bir Rus bilimci, “ülke yönetimine kabadayılık hakimken ve gelecek gri bulutlarla kaplıyken böyle toplantılarda ülke biliminin geleceğini tartışmak anlamsız” diye bağırarak toplantıyı hışımla terketmiş.

Toplantının bir amacı Rus bilimini tekrar eski prestijli günlerine nasıl döndürüleceğinin yollarını aramaktı. Komünizm gibi bilim de 1990’larda Rusya’da çökmüş gibiydi. Toparlanmanın sürmesine rağmen bilimsel üretim, rakip sayılabilecek Çin’in düzeyinden hala oldukça geride bulunuyor. Matematik ve bazı fizik konularında Rus bilimi hala güçlü. Ancak başta yaşam bilimleri olmak üzere bazı konularda başka ülkelerin gerisinde.

Saint Petersburg’daki toplantının daha ilk gününde Putin ve onun bilim danışmanı Fursenko’ya karşı şikayetler ortada dolaşır olmuş. ABD’nin seyahat yasağı uyguladığı kişiler arasında olan Fursenko’ya karşı protestoların bir nedeni onun Putin’e yazdığı bir mektubun dışarıya sızmış olması. Altında Putin’in “olur” notu bulunan mektupta Fursenko öncelikli bilim alanlarını ve buralarda devlet destekleri öneriyordu. Toplantıdaki genel hava, bilim politikası ve öncelikli alanların böyle kapalı kapılar arkasında bir iki kişi tarafından belirlenmesini doğru bulmuyordu. Demokratik bir ülkede bu konular geniş bilimci tartışması ve katkısı ile belirlenmeliydi.

Toplantıya katılanlar aynı zamanda 2013 yılında Rus Bilimler Akademisinin bağımsız olmaktan çıkarılıp doğrudan Putin’in kontrolunda bir kuruma bağlanmasını protesto ediyorlardı. Fursenko bu protestolara yanıt olarak zaten birçok bilimcinin doğası itibariyle hükumete karşı olduğunu söyledi. Fursenko’nun üst düzey başarılı Rus laboratuarlarına devlet desteğinin artacağını bildirmesi ise alkışlarla karşılandı.

Toplantının bir başka amacı hala devam etmekte olan ve özellikle entelektüelleri ve gençleri içeren Rusyadan beyin göçünün nasıl önünün alınacağını tartışmaktı. Kaçışın nedenini dört yıl önce dışarı giden tanınmış ekonomist Guriev, yetkin sayılacak bir ağızdan anlattı ve en önemli nedenin Hükumet baskısı korkusu olduğunu söyledi.

Birçok bilimcinin ortak fikrine göre, mevcut hükumet politikaları durumu daha da kötüleştirme yönünde. Kaba rakamlarla 30 000 çıkışa karşılık, geri çağrı ve teşviklere rağmen sadece birkaç yüz kişi geri dönmüş.

Geri dönüşleri teşvik eden bir unsur, Rusya ile Batıdaki akademik kuruluşlar arasında işbirliği olanaklarının artması. Rusya’ya döndüğünde Batı ile ilişkilerini sürdürebilmek olumlu bir unsur. Ancak şimdi batıdan gelen ambargolarla bu yol zayıflamış oluyor. Kendi doğup büyüdüğü ve eğitim aldığı ülkesine dönmek isteyen ama Batı ile ilişkilerinin de koparmak istemeyen bilimciler bir ikilem içinde.

2010 yılında Rus Hükumeti yabancı bilimcileri ülkeye çekmek için 12 milyar rublelik bir mega-teşvik programı açıkladı. O günün değeri ile 428 milyon ABD doları olan bu program tüm yabancı uyruklulara açıksa da asıl amaç Rus kökenlilerin geri dönüşlerini sağlamaktı. Ama Boston Üniversitesinden gelen bir Rus bilimcinin toplantıdaki sözleri bu çağrıyı şöyle yanıtlıyordu: “Güzel bir yaşam ve verimli bir bilimsel çalışma sürdürdüğüm ortam varken, neden korku ve baskının hüküm sürdüğü bir yere döneyim?”

Bazı bilimcilere göre politik ortamı değiştirmek ve bilimin yeşereceği bir ortam yaratmak için Rusya içinde bulunup çaba göstermek, içerden çalışmak gerekir. Mega-teşvik programından yararlanma ödülü kazanan dört kadından biri olan ve Yale Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Merkezinden gelen Rus kadın bilimci “Ben bir Rusum. Politika ile ilgilenmem doğaldır ama görüşlerimi ne zaman nasıl ifade edeceğime kendim karar veririm” demekte.

Rus bilimini geliştirmek içerden çalışmakla olur görüşü ile ABD’den Rusya’ya geri dönen bir başka bilimci “Ben ana vatanımla barış içindeyim. Burada beni rahatsız eden yok. Ekonomik ve politik sorunlar beni ilgilendirmiyor. Rusya’nın bana ihtiyacı varsa kaçmam.”demekte. Ancak bu kişi gene de ABD ile ilişkilerini koparmak istememiş ve Moskova’da ABD’den MIT (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) ile birlikte kurulan ve İngilizce eğitim veren Skolkova Bilim ve Teknoloji Üniversitesinde çalışmaya başlamış.

2014 Aralık ayındaki toplantıdan Putin hükumetinin fazla etkilenmediği görülmekte. Bu yılın Mayıs ayında Rusya’da bilim destekleriyle tanınan bir STK olan Dynasty vakfının “yabancı ajan” suçlamasıyla kapatılması yoluna gidildi. Dynasty vakfı eski bir oligark ve filantropist olan Dmitry Zimin tarafından 13 yıl önce kurmuştu. Vakfın en belirgin faaliyeti gençler için bilim kampları açmasıydı.

Vakfın sonunu getiren inceleme, Rusya Adalet Bakanlığının vakıf belgelerini uzun süre incelemeleri sonucunda yayınladığı bir raporla sonuçlandı. Raporda açık kanıt ve ayrıntılı gerekçe belirtilmemekle birlikte, “yabancı ajan” suçlaması nedeninin herhalde vakfın Rusya dışından aldığı destek olduğu sanılmakta.

Putin tarafından 2012 yılında geçirililen bir yasaya göre yurt dışından finansal destek alan ve “politika ile ilgilenen” kuruluşlar “yabancı ajan” olarak etiketlenebiliyorlar. Hükumetten daha önce ödüller alan vakfın kurucusu Zimin, “yabancı ajan” olarak etiketlenmeyi içine yediremediği için artık birikimlerini bilim için harcamaktan vazgeçtiğini söylüyor.

Dynasty’nin kapatılması Avrupa ve ABD’ye göçetmiş Rus kökenli bilimcilerden protestolar gördü. Yayınlanan görüşlerde Putin dönemi uygulamalarının Stalin devrini çağrıştırdığı, gelişmelerin Rus bilimi için geriye gidiş olduğu ve üzüntü yarattığı belirtilmekte.

Rusya’nın bilim ve teknoloji geçmişi Türkiye için de ders alınacak bir örnek oluşturuyor. Okuyucular özellikle Rusya’nın 300 yıl önceki atılımlarını bizim ancak Cumhuriyet ile yapabildiğimizi not edecek ve son yıllardaki paralellikleri de değerlendireceklerdir.

Fuat İnce (28 Kasım 2015)


Kaynakça: