31 Aralık 2011 Cumartesi

Sistemlerde Hiyerarşi Kavramı (Mustafa Özcan, 30 Aralık 2011)

Sistemlerde Hiyerarşi Kavramı


Karmaşık sistemler hakkındaki kavramlar içinde önem bakımından hiyerarşi kesinlikle başı çekendir. 2011 yılının bu son denemesi için hiyerarşi konusunu seçmeme bu husus neden oldu.


Bir önceki yazımda belirttiğim gibi karmaşık sistem tanımına giren üç ana kavramdan biri hiyerarşidir ve gündelik yaşamın çeşitli konularında geçmekle birlikte esasen çoğunlukla ya şirketlerin ya da askeri kurumların organizasyonel işlevleri konuşulurken kullanılmakta olan bir terimdir. Hiyerarşi kavramı askeriyedeki bağlamında, görevin üstler ve astlar ile birlikte bütünsel yürümesini sağlayan emir-komuta zinciri olgusu ifade edildiğinde zımnen de olsa belirtilmiş olur. Öte yandan, günlük dilin hiyerarşiye karşılık gelen daha genel bir terimi olan “silsile-i meratip” (mertebeler zinciri) deyiminin ise eskiler tarafından hiyerarşi hususu ile ilgili konuşmalarda epey kullanıldığı konu hakkında bilgisi olan çoğu kimsenin malumudur.


Şimdi sistemlerde hiyeraşi kavramının daha yetkinleşmiş hali, yani daha üst bir bilgi düzeyindeki soyut şekli olan ‘hiyerarşi kuramı’nın örgüt düzeyleri bağlamındaki özanlamını kavramak için aşağıdaki betimlemeye şöyle bir göz atalım:


Başta askeri ve sivil örgütler olmak üzere her tür organizasyonel yürütme işlevinin temel parçası olan komut ve talimatların örgütün en tepe düzeyinden en dip düzeyine dek ulaşmasındaki akışı sağlayan şey hiyerarşik yapı (hiyerarşi olgusu)’dır. Bu durum hiyerarşi kuramında “yukarıdan aşağıya doğru bütünleşik nedensellik” akışı diye adlandırılır. Tersi olan “aşağıdan yukarıya nedensellik” ise, organizasyonel denetim işlevinin yerine getirilmesi için örgüt düzeyleri arasındaki zincirsel iletişimdir.


Örnek olarak betimlediğimiz bu durumdaki hiyerarşi kavramına, belirlenimci (determinist) yaklaşımlı ırasallık (karakteristik) ile; başka türlü ifade edersek, komut ve talimatın hiçbir şekilde az dahi olsa esnetilmemesi gerektiği şekilindeki yaklaşımla; gene başka terimci (terminist) bir deyişle, mekanistik dünya görüşü ile bakıldığı görülmektedir.


Öte yandan, karmaşık sistemlerin doğal ve kavramsal dikotomik (bibirini tamamlayıcı ikili) kutuplar arasındaki uzama (vüsata, ekstansiyona) dağıldığı göz önüne alındığında hiyerarşi için yapılabilecek genel tanımlamaların üç temel düşünce ulamı bağlamında olabileceğini söyleyebiliriz. Bunlar mekanik ve biyotik (bunlar doğal olanın iki alanıdır) ile noetik (bilinçsel; yani idealistik, başka bir deyişle kavramsal veya matematiksel) düşünce ulamlarıdır.


Mekanik ulamda, konu askeri ve sivil örgüt örnekleri bağlamında ele alınırken görüldü ki, hiyerarşi komuta düzeyi artışını anlatmaktadır.


Sistem kavramını organizmanın temsil ettiği kabulüyle biyotik düşün ulamındaysa, hiyerarşi organizmik yapının sistemik bileşen (sindirim, solunum, dolaşım, boşaltım sistemleri gibi) düzeyleri arasındaki bağlanmışlık olarak düşünülmüştür.


Noetik ulamı temsil eden matematiksel-terminolojik ifade ile ise, hiyerarşi asimetrik (bakışımsız) ilişkilerle düzenlenmiş terimler derlemi (kolleksiyonu)’dir. Şematize etmek için örgütsel piramidik yapı göz önünde bulundurularak bu tanım irdelendiğinde, asimetrik ilişki ile dikey eksendeki etkileşimin kastedildiği anlaşılır ki, bu herhangi bir düzey için bir üst olanın daha çok yetkin, bir ast olanın ise daha az yetkin olduğu dikey eksendeki bakışımsızlık nitelemesi ile anlatılmak istenen durumdur. Nitekim yatay eksen üzerindeki ilişkilerde tam bir bakışım (simetri) bulunmaktadır; başka bir deyişle bir birimin (terimin) yatayda sağında veya solunda bulunan birimden (terimden) yetkinlik ve sorumluluk bakımından hiçbir farkı yoktur, bunlar denktirler.


Sonuç olarak, GST (genel sistem teorisi)‘nin “ana lehçesi” olan hiyerarşik kuram ‘kaotik hal’in de dahil olduğu karmaşıklığın (kompleksitenin) genel bilim haline getirilmesi çabalarının bir sonucu olarak doğmuş ve gelişmektedir. Başta, Herbert A. Simon, sosyoloji, İlya Prigogine, kimya ve Jean Piaget, psikoloji gibi üç farklı alanda sistemleri temelden ve içeriden gözlemleyip inceleyerek soyutlayıcı metateoriler oluşturmuş, ikisi Nobel ödülü iyesi bu bilim insanları olmak üzere, pek çok akademisyen ve pratisyenin kuramın geliştirilmesine katkı yaptığını tam da yeri gelmiş iken vurgulamak isterim.


Burada kısaca kavramsallığına değinerek bir parça olsun önemine dikkat çekmek istediğim hiyerarşi kuramı hakkında pek çok yapıtın yayımlanmış olduğunu belirterek sistem düşüncesininin -bana göre- doruğu olan bu konuyu eski yılla birlikte bitiriyorum.


Yeni yılda ve gelecek yazıda buluşmak dileği ile...


Mustafa Özcan (30 Aralık 2011)

27 Aralık 2011 Salı

Neden Buradayız

NEDEN BURADAYIZ

Yanıtı olmayan soru var mıdır sorusunun yanıtı, semantik olarak aynı zamanda bizim neden burada olduğumuzun da yanıtımıdır? Olmanın burada varlık bulmasının dramatik gerçekliği, doğrudan bu cevabı olanaklı kılmayacak ve hatta bu neden’i açıklamaya kısmen bile yeterli olmayacaktır.
Olgusal olarak, devinimden türeyen göreliliğin neden olduğu tüm zamanın bir diliminde ve uzayın bir yerlerinde bulunmamız ne için gerekliydi diye bir başka soru da aynı amacı güdecektir. Bu, dilbilim sayesinde anlaşılabilen bir geçmiş zaman edimselliği olsa da, şimdi’nin, her an geçmişe dönüşmesi gerçekliğinden ötürü “zaman” tarafından belirlendiğimizin kabulünü de güçleştirir. Ama bunun kabulü güç olsa da başka bir yol yoktur ve zamanın kendisi zorunlu olarak “genelde” niceliktir ve bu nicelik doğrudan doğruya niteliği belirler.
Eğer uzay/zaman bağlamının dışında bizi buraya yollayan bir neden varsa, bunun bir “ding an sich” (kendinde-şey) olması gerekir. Bu, sıradan düşünce biçiminin reddedildiği özel bir –mantıksal yönteme ait- bakış alanıdır ki, her şeyden önce bu bir derin düşünce etkinliği değildir. Ne düşüncenin derinliği ve ne de analitik/diyalektik metotlara ait uygulayımlar böyle bir kendinde-şeyi bilmek için yeterli değildirler. Kant ile somutlaşan bu saptamadan (kendinde-şey noktasında durup bekleyen) bir adım öteye gidilebileceğini düşünmek bile heyecan vericidir ama tam olarak bu noktada kilitlenen soyut-nedensellik de sanki bu darbe ile somut-nedensizliğe geçmiş gibi durur. Kendinde-şey’de takılıp kalan kişilik temelli (gündelik) zeka yapısı, anlık ile ileri yönde iletişime geçmediğinden, doğada var olduğu süre içinde böyle bir sorun ile çok fazla ilgilenmeyecektir.
Burada olmamızın, bütün evrene yayılan dolaysız bir nedeni, bu nedenin bir nesnesi ve bu nesnenin de sezgisel bir deneyimi olmalıdır. Kişi düzeyinde algılanan ve yaşanan dünya, bizim deneyimlediğimiz ve bize ait doğal bir etkinlik alanıdır ve bu alanda, kişi-yetkisi ile varlık bulan bilinç, kendi sınırını en fazla sıradan bir doğal-bilinç kapasitesi kadar koyar. İşte bu nokta, kişi düzeyinde birisi için yukarıda sözü edilen kendinde-şey kavramının hemen önünde bulunan giriş kapısıdır, Kant’ın bulunduğu yer ise, kendinde-şey’in var olduğunun saptandığı o gerçek bilgelik alanıdır.
Kişi seviyesinin üstünde bir başka seviye daha vardır ve onu sezgisel olarak algılamanın yolu şudur: Çok mutlu ve çok neşeli, çok üzgün ve çok çaresiz, çok bitkin ve çok hasta olduğunuz bir anda, bu ekstra durumların deneyiminin sadece “kişi” ye ait olduğu halde, bu hallerinizi ve sizi izleyen bir tanığın art alanda sizi takip ettiğini fark edebilirsiniz. Bu birbirinden farklı hallerin her birinde bu tanık değişmeden durur, sağlam ve sabit bu duruşun algısı için son derece yoğun bir dikkat odaklaması yapılması gerekir, buna içe bakış, bu bakış ile görülen ve hissedilen tanığa da kendinde-şey denmesi olasıdır. Bu sabit ve sağlam art alan varlığı aynı zamanda bütün evrene yayılan dolaysız nedenin de nesnesi olmalıdır.
Onunla bir olmanın mutluluğu için burada olduğumuz düşüncesi ise, henüz hoş bir varsayım.

20 Aralık 2011 Salı

Kitap önerileri (Psikolojiye Giriş)

Psikolojiye Giriş
Rod Plotnik

Psikolojideki geleneksel ve modern akımlar, sinir sistemimizin yapısı, duyular, algılama, uyku ve rüya, hipnoz ve uyuşturucu, şartlanma, bilişsel yaklaşımlar, hafıza, zeka, dil ve düşünce, motivasyon, duygular, bebeklik ve çocukluk, ergenlik ve erişkinlik, stres, akıl hastalıkları, terapi, sosyal psikoloji, istatistik teknikleri... Psikoloji bilimin en temel yapı taşlarını tanımak için ihtiyaç duyduğunuz bütün bilgiler, en güncel araştırma sonuçlarıyla beraber bu kitapta toplandı.Kitabın kapağını açar açmaz, daha önce gördüğünüz Psikoloji'ye Giriş kitaplarına hiç benzemediğini fark edeceksiniz. Metin, grafik ve dikkat çekici görsel malzemelerin düzenleniş biçimi, psikolojinin temel kavramlarının akılda kalmasını kolaylaştırıyor. Konular, en son araştırma sonuçları ve bol miktarda örneklerle destekleniyor. Bir ders kitabından çok, popüler birbilim dergisi gibi okunuyor; hatta öğrenciler vaka hikayelerini ve güncel makaleleri o kadar ilginç buluyorlar ki okumaları gereken bölümden ötesine geçip kitabı bir solukta bitiriyorlar.Daha çok "görerek öğrenen" bir kişi olduğumdan; kitaptaki resim, çizim ve grafiklerden çok faydalandım. Ayrıca konular, kolayca "sindirilebilir", nispeten küçük bölümler olarak sunulduğu için, öğrenmek eğlenceli bir deneyim haline geldi. Özet testleri ise bana, ne kadar öğrenebildiğimi gösterdi.
(Arka kapaktan)

Yazar: Rod Plotnik
Çeviren: Tamer Geniş
Editör: Seda Darcan Çiftçi
Sayfa sayısı: 712

Yayınevi: Kaknüs Yayınları

17 Aralık 2011 Cumartesi

Sistem Düşüncesine Yeni bir Yaklaşım (Mustafa Özcan, 17 Aralık 2011)

Aralığının ilk yarısı için hazırladığım bu denemede sistem hareketinde*

‘70’lerde ortaya çıkmış yapısal önemi yüksek dönüşüm niteliğinde olan bir gelişmeden

söz etmek istiyorum.

Ama, yarım yüzyıl önce, bu ve benzeri gelişmelere zemin hazırlamış, dünyayı temelinden sarsmış ‘68 Hareketi ve onun sonucu olan “sınırsız” özgürlük ortamından kaynak alan

anlıksal (entelektüel) etkinliklerin zirve yaptığı devrimsel bir döneme

yeri gelmişken dikkat çekmeden geçmenin de doğru olmayacağını düşünüyorum.

Bu kapsamda tarihin yaklaşık on-onbeş yılına denk gelen bu devrimler döneminde pek çok konuda ve yönde akım, görüş, fikir, inanç, kuram, öğreti, okul, enstitü gibi anlıksal etkinlik ve kurumlar ya belirmiş, ya serpilmiş ya da yaygınlaşarak yerleşikleşmiştir.

Sözünü ettiğim bu gelişmeler için, bilim, felsefe ve sanatın bütününe yayılmışlıklarından dolayı hemen ilk aşamada kendi bilgi alanının temsilcileri olarak gösterilebilecek olan kaos kuramı, elektrozayıf kuram (standard kuram), biyoyapısalcı kuram, psikobilişsel kuram, postmodernist öğreti ve anarşist bilim kuramını bu devrimsel nitelikteki düşünsel etkinliklere en tipik örnekler olarak vermek olanaklıdır.

İşte ’68 Hareketi sonrasının bu olağanüstü devrimsel ortamında, topluma yönelik bilim ve bilgi kümeleri için felsefi kökenli bütünselci bilgi sağılım (elisitasyon) yöntemleri olarak bilinen eleştirel ve tinbilimsel yaklaşımlar ile birlikte modern düşüncenin yöntemsel üçlü sacayağı’ından biri olan sistem düşüncesinin uygulamalarında da anlıksal değeri son derece yüksek bir dönüşüm yaşanmıştır.

Ortaya koyduğu anlam bakımınıyla yorumlanacak olursa bu dönüşüm için, bilimsel kökenden gelmesi ve toplumsal sorunlara yönelik olması nedeni ile anlıksal dünya için önemli dönüştürücü bir yenilik, hatta düşünsel bir devrimdir diyebiliriz.

1960’ların sonuna doğru, o zamana dek dizgebilgisel (sistematik) sorgulamalı incelemelerde toplumsala yönelik soyut sistemler bir tarafa bırakılmak zorundaydı. Somutlarsa geleneksel olarak “katı” (İngilizcesi: hard) diye bilinen yöntem ile incelenirdi. Oysa düşünsel dönüştürücü bir gelişme olarak sözünü ettiğimiz “yumuşak yöntem” (İngilizcesi: SSM, soft systems methodology) sayesinde toplumsala yönelik soyut sistemler de incelenebilirlik kapsamına dahil edilmişlerdir.

Geliştirilmesi hala devam eden SSM’nin tasarımına yönelik kavramsal temelleri Prof. Peter Checkland (1930-) tarafından 1960’ların sonu ile 1970’llerin başı arasındaki üç yıllık bir sürede İngiltere’nin Lancaster Üniversitesi’nde atılmıştır. Sistembilimin önceki döneminde somut sistemlere yönelik olarak yapılanıp “klasik” olmuş katı yöntemin aksine bu yöntem, sistem mühendisliği kapsamında ele alınacak soyut toplumsal olayları ve kurumsal organizasyonları incelenmede öteki yöntemin dikotomik karşıt çifti olarak tamamlayıcı tümleşim (komplementer entegrasyon) bakışıyla tasarımlanarak yapılandırılmıştır.

Olaya toplumsal temel boyutundan bakılıdığında bu yolla çok daha karmaşık sistemlerin, yani hiyerarşik, üçten çok terimli ve doğrusal olmayan; başka bir deyişle de toplumsal-düşünsel kapsamda elle tutulamayıp gözle görülemeyen sistemlerin incelenebilmesinin önü açıldığı görülür. Önceleri sadece hümaniter bilgisel kökenli düşünsel yaklaşımla gerçekletirilebilen bu tür inceleme soruşturmaları böylece doğabilimsel yaklaşımla yapılabilir hale gelmiştir.

Sonuç olarak felsefi görüngeden (perspektiften), başka deyişle, felsefi kavramları kullanan bir bakışla diyebiliriz ki artık

klasik yöntemle ontolojik sistemler, SSM yöntemi ile ise epistemolojik sistemler

kolayca incelenenebilmektedir.

Buradan hareket ile daha temel bir görüngeden (perspektiften) bakarak yapılacak bir değerlendirme ile HSM’nin (Türkçesi: Katı Sistemler Yöntemi’nin) daha çok nicel, SSM’nin (Türkçesi: Yumuşak Sistemler Yöntemi’nin) ise nitel ıra taşımakta olan dizgelere (sistemlere) yönelik olduğu söylenebilir.

Vurgulanması gereken başka bir husus daha bulunmaktadır: Sözü edildiği gibi toplumsal-yapısal sorunlar iki yüz yıldan beri tinbilimsel ve eleştirel bakış açılarından hareket ile (bulunamasa bile) incelenirken konulara mutlak çözüm odaklı bir anlayışla yaklaşılmıştır. Şimdi ise SSM ile gerçeğe daha uygun bir ele alış olarak iyileştirme odaklı yaklaşım olanağı doğmuş bulunmaktadır. Diğer bir anlatımla insanoğlunun çabalarında, insan (hüman) ve toplum bilimlerine ilaveten doğa bilimsel kökenli bir görüngeden hareket ile toplumun sorunlu durumlarına eskisi gibi sonu bir türlü gelmeyen “salt çözüm odaklılık” yerine gerçekçi sonuç alıcı hedefe yönelmiş “iyileştirme odaklılık” geçmiştir diyebiliriz.

Sonuç olarak özetle; ele alış ve irdeleme biçimleri ile SSM yönteminin, 21. yy’da, toplumsal sorunlara önceki iki yüzyılda yapıldığı gibi salt çözüm bulmak için yaklaşmak yerine hayalperestlikten uzak, çok daha gerçekçi bir anlayışla peyderpey iyileştirmeler bulmak olanağını yaratılmış olduğunu anımsatarak bu denemeyi bitiriyorum.

Gelecek seferki yazımda sistem yaklaşımı için yaşamsal önemdeki SSM yönteminin başkaca ilginç yönlerini sizlerle paylaşmayı deneyeceğim.

_______________________________________________

* Artık sistem düşüncesi toplumsal bir hareket niteliği kazanmaya doğru yönelmiş bir süreçte olduğundan bu adlandırmayı kullanmayı yeğliyorum.

Mustafa Özcan (17 Aralık 2011).

Kitap önerileri (Yöntem Üzerine Konuşmalar)

Yöntem Üzerine Konuşmalar
Rene Descartes

Yöntem Üzerine Konuşmalarda hep karmaşıktan basite inerek, gerçeği kuşatmaya yarayacak kuralları bir bir saydı. Felsefeyi, bütün İnceleme kitaplarının Latince yazıldığı bir çağda, Fransızca yazarak ve "Sağduyu dünyada en iyi bölüştürülmüş şeydir" diyerek, herkesin, anlayabileceği bir duruma indirgedi. Descartes her tür araştırmanın pratik niteliği üzerinde ısrarla durur. Ona göre en önemli bilimlerden mekanik, insanlara yardım edecek makineleri yapma sanatı; tıp, vücudu ve ruhu tedavi etme sanatı; ahlâk, mutlu yaşama sanatıdır.

Kesin olan bir şey var.
Bir şeyin doğruluğundan şüphe etmek.
Şüphe etmek düşünmektir.
Düşünmekse var olmaktır.
Öyleyse var olduğum şüphesizdir.
Düşünüyorum, o halde varım.
İlk bilgim bu sağlam bilgidir.
Şimdi bütün öteki bilgileri bu bilgiden çıkarabilirim.
Tek bildiğim hiç bir şey bilmediğimdir.
Cogito Ergo Sum Je pense, done je suis.

ISBN:9786054099337
80 sh., 19 X 13 cm.
Basım MART/2009
Çevirmen:HASAN İLHAN
Orjinal Adı:DISCOURUS DE LA METHODE
Orjinal isim: Discourus de la Methode

Rene Descartes
Alter Yayıncılık /Felsefe Dizisi

14 Aralık 2011 Çarşamba

Temsil ve anlam

Temsil ve anlam
Anlam verme ya da anlamlandırma, ilk önce ham (hiç tecrübe edilmemiş) bir alanda uygulanacak bir etkinliktir ve bu duruma göre, anlam yüklenecek olan fenomenin anlık için önceden bir temsilinin var olması gerekir. Herhangi bir iz veya örüntü bu ham alanda (zeminde) topografik olarak bulunmayacağından, hafızanın böyle bir alanı doğrudan destekliyor olması zorunludur ama şimdi böyle ham bir alanda anlık tarafından hiçbirşey, üçüncü etken olarak “algı” olmadan anlamsal bir değeri oluşturamaz. Esas olarak bu üçünün (hafıza,temsil,anlık) özsel varlıklarının izdüşümlerinin (eylemsizlik süresinde) bu ham zeminin üzerine düşmesi gerekir. Hem bu zemin hem de onun üzerine düşenlerden algı ile temsil (girişim yaparak) örtüşür ve ortaya anlam çıkar ama bu eylem basit duyusal algı için bile olsa, sentezledikleri üründen bağımsız bu elemanların, artık ikinci bir eyleme kadar ayrı durmaları gerekir. Duyusal algı tarafından oluşan (hafızaya alınan) dünya dışında, bir de yaşam içindeki akıllı varlığa ait “iç” dünya var olduğundan bazı şeylerin temsiller ve anlık için gerekli hatıralar olmadan da anlam bulmasının son derece gerekli olduğu açıktır. Buna bir örnek olarak; genel düşünce sistemi, dışavurum aracı olarak salt “dil” kullanıyorsa, yani düşüncenin dışarıdaki var oluşu öznel dil ise o zaman dil de düşünceyi birebir aktarabilmelidir denir ama “kırmızı” algısı bir qualia’dır ve onu (renk körleri açısından) dil ile anlaşılır kılmak asla mümkün olmaz. Şimdi bu kırmızı örneğindeki zemin ham olmamalıdır çünkü onda gömülü bir kırmızı etkinliği vardır ve bunun için bir temsile (ve dolayısı ile hatıraya) ihtiyaç olmaz. Gerekli olan tek şey böyle bir etkinliği anlığa taşıyacak olan kırmızı rengin dalga boyu olarak dış “algı”sıdır. Öyle ise şimdi durum daha da karmaşık bir hal alacak ve duyusal olmayan anlamsal varlığın düştüğü başka bir zemin daha varsayılacaktır.Bu zemin de içsellik bağlamında temsiller ile dolu olacağından onun ham değil olumsal bir zemin niteliğinde olması gerekir.Bu iki zemin durumunda da değişmeden kalan tek şey anlık’tır, o bilmesi gerekeni algı ve temsil olmadan da bilebilme yeteneğinin “kendisi” olduğundan, onun her tür anlam etkinliğinde kullanılır olması ayrıca şaşırtıcıdır.Anlamlandırmanın teknik açıklaması (görsel algı düzeyinde bile) henüz oluşmadığından bu konuyu böyle somut/soyut bölümler arası bağıntılar ile açıklamaktan başka yol yoktur.
Erdoğan Merdemert
14 Aralık 2011

3 Aralık 2011 Cumartesi

Sistem Düşüncesinin Boyutları (Mustafa Özcan, 30 Kasım 2011)

Sistem ile ilgili yazı dizisinin Kasım ayı’nın ortasındaki ilkinde, özanlam konusunu irdeleyerek bu kavramın içlemi için başlama vuruşu yapmıştım. Şimdi ise bu ikinci denemede sistem düşüncesinde boyutlar konusunu ele alarak bir bakıma kavramın kaplamını, yani sınırlarının nerelerden geçmekte olduğunu ortaya koymak istiyorum. Kaplam da içlem gibi anlambilimsel kökenli dilbilimsel bir terimdir. Ayrıca sözcükbilimsel (leksikalojik) “kavram haritalama” işleminin kaplam kavramının doğasını en yetkin şekilde gösteren örnekselleyici bir yöntem olduğunu da burada yeri gelmiş iken belirtmek isterim. Ancak haritalamadaki bağlantıların şekil ve silsilesini anlambilimsel (semantik) görüngede (perspektifte) yazı diline aktarmak pek de olanaklı olmadığından, anlatımda genelde sadece düğümler (içlemler) hakkında bilgi verilmek yoluyla konular ele alınmaktadır. Ben de bu yolu izleyeceğim...

Önce sistem kavramının günlük dildeki uzantısal içlemi, düğümü, karşılık terimi olabilecek kavramları arayalım. Karşılık bulmak için en iyi yol sistemin özniteliklerine bakılarak yapılacak bir aramadır. Bu bizi ilk aşamada “işlevi, yönü olan bir nitelik”, yani “amaç” ve bütün” kavramlarına götürecektir. Gerçektende sistem sözcüğü yaygınlaşmadan önce pek çok insan gündelik etkinliklerinde sistem terimi yerine bu iki kavramı kullanmıştır.

Sanatsal etkinliklerde ise ürünün yani yapıtın resim mi, müzik mi yoksa yazın mı olmasına bağlı kalmaksızın “bütünlük ve amaç” olgusunun ortaklaşa karşılığı için kompozisyon terimi seçilmiştir.Hümaniter disiplinlerin bir diğeri olan felsefede sistem kavramının karşılığı arandığında terminolojinin bollaştığı hemen görülür. Nitekim yaşam felsefesi, ideoloji, dünya görüşü, hatta tüm izm’lerin hep birer sistem kavramı olarak ele alınması olanaklıdır! Çünkü hepsinin de yönü ve bütünlüğü vardır. Ama ben kendi irdelememde dünya görüşü kavramını en uygun seçim olarak görüyorum.

Sosyal bilimlerde sistem kavramının karşılığı için yapı-işlev ve organizasyon terimleri ele alınarak irdelenebilir. Yapı-işlev doğal nitelikli olan olgulara daha yakın bir kavram iken, organizasyon daha çok yapay bir ırayı çağrıştırmaktadır. Bu içlemsel farklılıklar terimlerin dilbilimsel-pragmatik açıdan kullanım alanlarını da belirler: Şöyle ki; sosyal bilimlerde doğal alan bilgilerini inceleyen disiplin olan antropoloji yapı-işlev kavramına daha çok başvurur iken, yönetimbilim ve sosyoloji disiplinlri için organizasyon sözcüğü bu alanlarda sistem kavramının tam karşılığı olan bir terimdir.

Daha sağın bilimlere doğru giderek irdelemeyi sürdürürecek olursak doğa bilimlerini temsilen biyoloji bilim dalında organizma sözcüğü sistem kavramını karşılayan en yakın terim olduğunu görürüz. Fizik, kimya, jeoloji ve ekolojide ise sistem kavramı için terimin kendisi kullanılmaktadır.

Son olarak da bilimlerin kraliçesi matematiğe bakalım. Sistem kavramı için burada en uygun terim ya terimin kendisi ya da işlev sözcüğüdür. Elbetteki tüm bu bilgi kuramsal alanlardaki sistem kavramı karşılıkları söz konusu bilgi alanının niteliğini yansıtmakta olduğundan terimler içlemleri itbariyle birbirleriyle tam olarak örtüşmezler. Ancak öte yandan bunlar yopluca sistem kuramındaki sistem kavramı teriminin somut kaplam ve soyut içlemini oluşturan kaynaklar olarak ayrı bir disiplinin, sistem biliminin doğuşunun da etmenleridirler.

Ekim’deki denemelerle sistem kavramınının anlaşılırlığına bu doğrultudaki üslup ile elimden geldiğince katkıda bulunmayı sürdüreceğim.

Mustafa Özcan (30 Kasım 2011)