29 Ağustos 2011 Pazartesi

Sosyal ve İnsan Bilimlerinde Yöntem Sorununun Neliği (Mustafa Özcan, Ağustos 2011)

Bildik Bilimin Sonu” yazı dizisinde yavaş da olsa sona doğru ilerliyoryuz. Temmuz ayı denemesinde Ağustosta sosyal ve insan bilimleri alanındaki yöntem sorunu ile ilgili görüşlerimi aktaracağımı belirtmiştim. Şimdi o noktadayız.



İrdeleme için sosyal bilimleri toplumun, fizik bilimlerini doğanın ve insan bilimlerini bireyin temsil ettiği şeklindeki şematikleştirmeden hareket etmek son derece yararlı olacaktır. İlkin insanın özne olarak kavram üretim etkinliklerini yürütmek için üzerinde yoğunlaştığı temel ulamsal bilgi kaynağı alanlarına bakalım: doğa, toplum ve nesne olarak birey. Bu üçlüden oluşan ana bilgi kaynağımızdaki bilgileri aydınlığa çıkarılırken (elisitasyona tabi tutulurken) başvurulan yolların farklı olduğunu önceki yazılardan biliyoruz. Örneğin doğada deney ön planda iken bireyin gözlenmesindeyse deneyin yanısıra pek çoğu ile birlikte öteki uçtaki bir yöntem olarak içe bakışa da başvurulmaktadır.



Ancak işin doğrusu, bireysel alandaki bilgi kaynağının kendine özgü durumuna, başka bir deyişle özniteliğine göre global bir yaklaşımla deney-içe bakış (ayni kavramların ayni görüngeden bakışla farklı adlandırmaları: pozitivistik-hermönetik veya olgusal-kurgusal) yöntem uzamından en uygun yöntemin seçilmesi şeklinde olmalıdır. Öte yandan, kaynağın kendine özgü kipsel durumu güdüler hiyerarşisindeki yeri ile belirlenmektedir ki bu güdünün biyo-psişik mi, yoksa psişik-toplumsal mı, ya da bu ikilinin arası mı olacağına göre değişecektir. Bireysel olup biyo-psişik özellikteki veriler (örneğin açlık gibi olanlar) için sadece deneysel yöntem geçerli iken ikilinin arası biyo-psiko-toplumsal özelliktekiler (örneğin cinsellik gibi) içinse içe bakışa da başvurulmakla birlikte şimdilerde gelişen bilgisayarlı görüntüleme teknikleri ile veri toplamada deneysel yöntemin kendini kanıtladığı görülmektedır. Dolayısıyla psişik-toplumsal olan kaynaklardan bilginin elisitasyununda, açığa çıkarılmasında kullanılan yöntemler oldukça yüksek bir çeşitlilik durumu serglemektedir.



Freud’da hipnoz ve rüya yorumları, Adler’de kişilik testleri ile ilgili veriler, Jung’ınsa antropolojik kurgulamaları; bu üç ruhsal dinamikçinin ileri sürdükleri kuramların temelindeki bilgi kümelerinin oluşturulmasında başvurdukları araştırma yöntem ve teknikleri olmuştur. Görülüyor ki pisikoanalitik okulda temel olan Freud doğrultusunun yanısıra ortaya çıkmış olan Adler ve Jung yaklaşımlarında da ötekininkinden farklı yöntemler söz konusudur. Yukarıdaki verilmiş sırasıyla, biyo-psiko-toplumsal kökenli cinsellik, psiko-toplumsal kökenli üstünlük ve özgerçekleştirim güdülerinin temsil ettiği bu alt bilgisel alanların öznitelikleri araştırma tekniklerini, diğer deyişle bir bakıma yöntemini, bu da psikoanalitik alt kuramın neviini, türünü belirlemektedir.


Kısaca vurgulamak gerekirse bilgi kaynağının özniteliği bilginin aydınlığa çıkarılmasında kullanılan yöntemi, o da soyutlama kuralları aracılığı ile çıkarsanacak olan kuram türünü belirlemektedir. Hal böyle olunca da artan bu çeşitlilik artan bir belirsizliğe neden olmaktadır.


Bu durumun da en çok etkilediği, yöntemi kurgusal gerekçelendirme olan tin bilimleri (kültür, insan veya beşeri bilimler ya da hümaniteler de denilebiliyor) için yapılan bilgi üretimidir. Böylece tin bilimleri alanında üretilen bilginin doğruluğu, geçerliliği, kesinliği ve pekinliği son derece tartışılır hale geliyor ki bu mantık, epistemoloji, bilim felsefesi ve kuramı gibi biçimsel (formel) ve kurgusal (spekülatif) disiplinlerdeki tartışmaların başlıca kaynağı ve de yüzyılı aşkın bir süredir bilim kuramı ve felsefesinin devam ede gelen temel sorunsalıdır.


Mustafa Özcan, Ağustos 2011

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Bilimlerde Yöntem Çeşitliliği (Mustafa Özcan, 28.07.2011)

Geçen ayki yazıda yöntem konusuna değinmiş ve daha geniş olarak bunu “Bildik Bilimin Sonu” serisinin ikincisinde ele alacağımı belirtmiş idim.Yöntemler, bilginin kazanılmasındaki temel işlevlerinin yanısıra, bilimsel bilgi kümelerinin, ki bunlara “disiplin grubu” veya sadece “alan” denilmektedir, biribirlerine görebilginin kazanımındaki ıra (karakter) farklılıklarının ortaya konularak özgülleştirilmelerinde belirteç görevini de üstlenirler.


Sağın (egzakt) bilimler denilen bilimsel alanda doğa bilimleri ile mantık, matematik gibi formel bilimler bulunur. Buradaki sağın nitelemesi kesinlik, katılık, güvenilirlik anlamındadır. Ancak hemen şu hususu fark etmek mümkün: Burada gerçekte iki alan ile karşı karşıyayız! Çünkü matematiksel bilginin elde edilmesi belit (postüla, ilksav, koyut) olarak tanımlanan ispatsız kabuller olan kurallar üzerine kurulu aksiyomatik sistem diye adlandırılan soyut bir yapıya dayanır. Oysa başta fizik olmak üzere kimya, biyoloji, psikoloji (deneysel) gibi doğa bilimlerinde bilginin elde edilmesi gözlem ve deneye dayanmaktadır. Hal böyle olunca sağın bilimler diye bir alanın tanımlanmamış olması daha uygun bir seçenek olurdu. Gerçekten de bilim felsefecilerinin son zamanlarda bu terninolojiyi kullanmaktan vazgeçmiş oldukları anlaşılıyor.


Bilindiği gibi modern bilim felsefesi konusunun ilk düşünürlerinin başında gelen rönesans adamı İngiliz F. Bacon bilimsel yöntem için tümevarımsal uslamlamayı (endüksiyonlu akıl yürütmeyi) önermişti . Önerdi ama bilim yapanlar, yani bilim insanları araştırmalarında kendi bildikleri yollarla bilgi kazanmaya devam ettiler. Bunun nedeni endüksiyon yönteminin zorluğundaydı. Bir örnekle anlatmaya çalışalım. Bu yönteme göre kuğuların beyaz olduğu bilgisinin tam kazanılmış olduğunun kabulü için tüm kuğuların beyaz oduğunu gözlemek gereklidir. Şimdi gelinen duruma bakalım. Onbinlerce yıldır insanlar hep beyaz kuğu gördüklerinden bu o kadar da zor bir şey olmasa gerekirdi diye düşünebilirsiniz, ama öyle olmadı. Sonra Avustralya keşfedilince siyah kuğuların var olduğu anlaşıldı. Bir tek kuş türünün tüy renk bilgisinin kesinliğe bağlanmasının güçlüğü için güzel bir örnek. Bu nedenle siyah kuğu olgusu yazılarda bir eğretileme (metafor, mecaz) olarak çok kullanılır dilbilimsel bir gösterge olmuştur.


Sonuç olarak doğa bilimlerinde varsayımsal tümdengelim (hipotetik dedüksiyon) yönteminin kullanıldığı görüşüne varılmıştır ki, bu durum halen “sağın” ıralı geçerlilik konusunda fazlaca bir itiraza muhatap olmamaktadır. Doğa bilimlerinde yöntem sorunu olasıdır ki bilimin öteki alanlarına oranla en az sorunsallığa iye (sahip) olandır. Hele hele “bilimsel” diye anılabilecek genel alanların sayısı dört olarak düşünülecek olursa. Bunları formel, doğa, sosyal ve insan bilimleri (hümaniteler) şeklinde tanımlamak pek yanlış olmasa gerekir. İlk ikisinin yöntemi hakkında kısa da olsa bilgi aktarmaya çalıştım. Son ikisinin yöntemi hakkında fikir yürütmenin zorluğunu bildiğimden bunlarla ilgili olarak söyleşmenin ayni zamanda “bildik bilim alanları” olan “sağın” bilimlerden farklı bir yol izlenmesi gerektiğini biliyorum.Yani BBS geliyor.Bunun için ilkin sosyal bilimlerle insan bilimlerinin doğa bilimlerinden farklılığını görmek, sonrasında bunlarla ilgili yöntemsel yapıyı irdelemek gerekir. Yoksa anarşist bilim kuramcısı Feyerabend’in yaptığı gibi yöntemde her yol mübah deyip işin içinden sıyrılmak da olanaklıdır. Ancak bu durumda tartışılacak, konuşulacak bir şeylerin kalmayacağını da hesaplamak gerekir diye anımsatıyorum.


Gelecek ay sosyal ve insan bilimleri (İng. ‘humanities’) alanlarındaki yöntem sorununu irdelemeye başlayacağız. Mustafa Özcan/28.07.’11